Polis devletinde yaşamayı ne kadar kolay içselleştirmişiz meğer

Artık farkında bile değiliz, en köktenci liberallerimiz dahil hiç kimseden bırakın itiraz etmeyi sitem bile gelmiyor. Bir zamanlar Stalin’in Sovyetler Birliği’ni, şimdilerde Şi’nin Çin’ini kıskandıracak bir polis devletinde 24 saat gözetleme altında yaşıyoruz.

Hayır, bu polis devletini Ak Parti kurmadı, elinde hazır buldu. Son 22 yılda bu polis devletini iyice yerleştirdi ve yeni teknolojiler sayesinde daha da geliştirdi sadece.

Nedir kastım ‘polis devleti’nden, onu da söyleyeyim: Devlet, hepimizin adresini biliyor, bir otele veya pansiyona gidecek olsak orada kaç gece kaldığımızı biliyor.

Bunun normal bir şey olmadığını, devletin benim geçerli adresimi bilmesinin özel hayatın gizliliği ilkesine aykırı olduğunu, Batıda hiçbir devletin bu bilgiye sahip olmadığını kimseye anlatamıyorum.

Türkiye’de hepimizin TC kimlik numaramızla ilişkilendirilmiş bir adresi var. Bu kimlik numarasını akla hayale gelmeyecek konularda bile karşı tarafa vermeniz gerekiyor. O karşı tarafın devlet olması da gerekmiyor üstelik, kapınıza gelen kargocudan AVM’de fatura kesecek kasiyere, telefondaki çağrı merkezi görevlisine kadar herkes TC kimlik numarası soruyor.

Devletin hepimizin her an tam olarak nerede olduğunu bilme isteği sadece bizimle sınırlı değil. Türkiye sınırları içindeki herkesi kapsıyor.

Hafta içinde İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya üzerinden bir yabancı göçmen tartışması yaşandı, hepiniz şahitsiniz.

Önce kısa bir ukalalık yapayım: Türkiye’de şu an bulunan ve TC vatandaşı olmayanları dört temel kategoriye ayırmak lazım:

1. Turistler. Onlar ya kapıda vize alarak veya vizeye tabi olmadığı için kapıda pasaportlarını göstererek bir takvim yılında en fazla 90 günlüğüne Türkiye’ye girenler. Şu anda birkaç milyon kişi olmalı Türkiye’de.

2. Türkiye’de ikamet ve çalışma izni olanlar. Türkiye’de İçişleri Bakanlığının son açıklamalarına göre halen 1 milyon 128 bin 169 yabancı uyruklu kişi oturma ve çalışma izniyle yaşıyor. Bunlar arasında üniversite öğrencileri de var, şirketlerde çalışanlar da, evlerde yardımcı/bakıcı gibi hizmetler görenler de.

3. Sığınmacılar. Türkiye, Birleşmiş Millet’in ‘mülteci’ statüsünü kabul eden yani iltica kabul eden bir ülke değil; o yüzden mesela Suriye’deki savaştan, mesela İran’daki rejimden kaçanlar ülkemizde ‘geçici koruma statüsü’ adı verilen bir statüde bulunuyorlar, onlara genel olarak ‘sığınmacı’ diyoruz.

4. Yasadışı yabancılar. Bunlar ya 90 günlük vize süresi bittiği halde Türkiye’de kalmaya devam eden ya da zaten sınırdan da yasadışı yollarla geçip aramıza karışmış olanlar.

Ali Yerlikaya ile ilgili olarak ilk T24’te Tolga Şardan’ın köşesinde okuduğumuz olay şu: Kırgız kökenli iki askeri öğrenci, hafta sonları evci çıkabilmek için resmi ikamet iznine ihtiyaç duymuş. Bu izin veriliyor kolayca ama devletimiz izni isteyenlerden bir ikamet adresi talep ediyor. Öğrencilere bu izin için aracılık edenler de adres diye İçişleri Bakanı’nın konutu yazmış. Mesele bu: Vay efendim o adresi nasıl yazarsınız, neden yazdınız… Oysa o Kırgız öğrencilerden yalan söylemesini isteyen İçişleri Bakanlığı zaten; onların kaldığı askeri yurt binasını ikamet adresi olarak kabul etseler mesele bitecek, kimsenin yalan söylemesi gerekmeyecek.

Her neyse, bu aslında basit meseleden ötürü adı yeniden gündeme gelen İçişleri Bakanı da hafta içinde bir açıklama yaptı, yeniden sığınmacı rakamlarını duyurdu. Bakan Türkiye’de ‘geçici koruma’ statüsünde 3 milyon 103 bin kişinin (ki bunların tamamına yakını Suriyeli) bulunduğunu ama bunların içinden 729 binin bu statüyü alırken verdikleri adreslerde bulunamadığını söylemiş.

O günden beri ‘Suriyeli sığınmacıların üçte biri kayıp’ diye tartışılıyor, köşe yazıları yazılıyor.

Neden? Son derece basit bir nedenle: Hepimiz devletimizin bizi istediği zaman ensemizden tutup yakalayacak bilgiye sahip olmasını o kadar içselleştirmiş durumdayız ki, birilerinin beyan ettikleri adreste bulunmaması tüylerimizi diken diken ediyor. İstiyoruz ki devletimiz (polisimiz diye okuyun) onların da her an nerede olduğunu şıp diye bilsin.

Yarın devlet hepimize birer çip takıp uydudan izlemek istese gönüllü olacağız neredeyse. Neyse ki bu çok pahalı projeyi akıl eden henüz olmadı. Pahalılığı dert değil, devlet nasıl olsa bizi takip etmek için takacağı çiplerin parasını da bizden alır, nasıl kimlik kartlarının parasını alıyorsa öyle…

Oysa benim yaşım yetiyor, zamanında sadece mahalle muhtarlıklarında bulunan bu ikamet bilgilerinin otomatik biçimde polisle de paylaşılmasını emreden yasa değişikliğini biz haftalarca kavga gürültü tartışmıştık. O zamanlar SHP diye bir muhalefet partisi, onun da Cüneyt Canver ve Fikri Sağlar diye iki zıpçıktı genç milletvekili vardı, haftalarca bu yasaya direnişin başını çekmişlerdi. Söyledikleri şey gayet basitti: Bu yapılmak istenenin sonu polis devletine varır.

Haksız değillerdi. Aradan 40 yıla yakın zaman geçti. Bugün dünyanın dikta rejimlerini kıskandıracak seviyede inanılmaz bir gözetleme ve polis devletinde yaşıyoruz.

Üstelik bu gözetleme devletini öyle benimsemiş, öyle içselleştirmiş durumdayız ki, gözetlemede çıkan bir aksaklık hemen bizi rahatsız ediyor, muhalefete geçiyor, ’Bu işi beceremeyecekseniz bırakın gidin’ demeye getiriyoruz.

YORUMLAR (30)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
30 Yorum