Diktatörlük nesillerin akıl sağlığını bozar
Diktatörlükler yıkılınca insanlar demokrasiye mi döner? Tecrübe bunu göstermiyor. Yıllar boyu diktatörlükte yaşamış, diktatörlükte doğup büyümüş insanlar diktatör yıkılınca ne yapıyor? Kendilerine yeni bir diktatör buluyor; kaldıkları yerden devam ediyorlar. Yeni diktatör öncekinin 180 derece tersi bir ideolojiyle gelebilir. Birinciye hiç benzemeyebilir. Fark etmez. Kuzuların annelerine, ördek yavrularının anne ördeğe koştukları gibi insanlar da yeni diktatörlerine koşuyor.
Kuzu ve ördek örneklerini kasten verdim. Bunlarda ve daha birçok kuş ve memelide yavrular doğar doğmaz yakında kim varsa ona bağlanıyor. Biyolojide buna “imprinting” deniyor. Genellikle de doğuştan onlara en yakın canlı anneleri olduğu için annelerine bağlanıyorlar ve sıkıntı çıkmıyor. Dünyaya gözlerini açma anında tesadüfen yakında başka bir canlı, mesela bir insan veya bir köpek varsa, bağlanma ona oluyor. Düşünebiliyor musunuz? Yarım düzine ördek yavrusu size bağlanmış ve nereye giderseniz tek sıra hâlinde peşinizdeler! Veya ayaklarının üstüne yeni doğmuş bir kuzucuk. Ne tatlı bir manzara, fakat ne ağır bir sorumluluk! Ancak bu sorumluluğu hisseden veya bundan şikâyetçi diktatöre zor rastlanır.
BİTMEYEN BULUĞ ÇAĞI
Ördek veya kuzu değiliz. Fakat insanların diktatöre bağlanmasının da derin psikolojik sebepleri var. Harvard Üniversitesi psikoloji hocalarından Robert Kegan tam da bunları incelemişti. Kegan, ilk çocukluk çağından hemen sonra beliren ve çocuğun kendini evrenin merkezi gördüğü safhadan sonra bir “sosyal zihin” gelir diyordu. Bu aşamada çocuk için önemli olan bir gruba ait olmak. Tabi o grubun bir de lideri olacaktır. Dolayısıyla gruba bağlılık, lidere bağlılıkla tarif edilir. Bugün lider dün söylediğinin tam tersini de söylese sürü takibe devam ediyor. Çünkü fikir süs. Aslolan aidiyet. Kegan, bu aşamada, “başkasının yazdığı senaryoyu oynarlar” diyor. Ben de “sosyal zihin” yerine “figüran zihin” diyeceğim; daha uygun. Buluğ çağı ile birlikte bu hâlin de sona ermesi gerektiğini söylüyor. Fakat öyle olmuyor. Kegan’ın tespitine göre özgürlük ve bireyciliğin zirve yaptığı toplum iddiasındaki ABD’de bile nüfusun %58’i bu aşamaya takılıp kalmış. Ondan sonra gelen üst safhada insanlar kendi yazdıkları senaryoları oynuyor. Bir gruba üyeyseler, aidiyet için değil, o grubun fikirlerini paylaştıkları için üye oluyorlar. Bu, çoğunun ulaşamadığı bir olgunluk. Bunu daha önce genişçe ele almıştım: https://millidusunce.com/misak/gavslar-ve-hakim-reisler-bitmeyen-bulug-cagi/
KİŞİDEN TOPLUMA
Bugün problemin psikoloji boyutu üzerinde değil, sosyoloji boyutu üzerinde durmak istiyorum. Robert D. Putnam’ın Demokrasiyi Çalıştırmak (Making Democracy Work- Civic Traditions in Modern Italy, Princeton U. Press, 1993) adlı eserinde anlattığı araştırma, konuyu aydınlatıyor. 20 yıl süren çalışmada Putnam, Güney ve Kuzey İtalya arasındaki toplum yapısı farklılığının sebebini gösteriyor. Gelişmişlik ve refah farkını da. Kuzeyde sivil intiyatif yüksek. İnsanlar bir birine güveniyor. Kolayca bir araya gelip, dernekler, partiler, şirketler kuruyorlar. Güneyde insanlar bir birine güvenmiyor. Mafya kültürü hâkim. İlişkiler dikey; yani büyük adamdan, onun yandaşlarından ve yandaşların yandaşlarından medet umuluyor. Kuzeyde şahsiyetçilik ve işbirliği hâkim. Herkes kendini toplumdan sorumlu hissediyor ve bu sorumluluğu yükleniyor. Güneyde ferdiyetçilik ve güvensizlik hâkim. Toplumun problemi varsa bir büyük adam onu çözer. Ben bilmem, liderim bilir… İnsanlar toplumdan sorumlu değil. Eninde sonunda bir büyük adam gelip onları kurtaracaktır. Putnam’ın detayını da, Alt Akıl- Aptallar ve Diktatörler kitabımda vermeye çalışmıştım. Kitabın, “Sosyal Sermaye” bölümünde.
İKİ ZİHİN TİPİ
Eminim Kegan’ın psikolojik yaklaşımıyla Putnam’ın sosyolojik yaklaşımı birbiriyle ilişkilidir. Kuzey İtalya’da “figüran zihin” yüzdesi belki ABD’dekinin gerisindedir ve insanlar kendi senaryolarını kendileri yazar. Güneyde ise figüran zihin çoğunluktadır. Çünkü şahsiyetin nerede donduğu sadece insanın içyapısıyla değil, zihin yapılarını bozan veya onduran dış tesirlerle de ilişkili olmalı. Hayata gözünü açtığı andan itibaren sen babanı, liderini, büyük adamı dinle tavsiyeleriyle büyüyen- veya hiç büyümeyen- insanla, kendisine “sen ne düşünüyorsun? “, “ne yapmayı düşünüyorsun?”, diye sorulan insan her halde farklı yönlerde gelişir.
Birincisi ideal diktatörlük vatandaşı iken, ikincisi atılımcıdır, girişimcidir, teşkilatçıdır. Düşey toplumda bir veya birkaç lider ve onların katı hiyerarşisi ve mensuplar vardır. İlk gördüğü canlıya bağlanan ördekler gibi. İkincisinde, yatay toplumda, her şahıs kendi seçtiği, sorumluluk duyduğu alanda liderdir ve takım kurmak gerektiğinde kendi liderini kendi seçer. Gerektiğinde de kendi değiştirir. Hiyerarşi yumuşaktır, karşılıklı saygıya ve liyakatin takdirine dayanır. Birinciye otoriter rejim, dikta rejimi diyoruz. İkinciye demokrasi.
İşin ilginç tarafı, nesiller hangi toplumda yetişmişse o toplumdan miras aldıkları psikolojiyi ve sosyal yapıyı kendinden sonraki nesillere aktarıyor. Bu yüzdendir ki diktatörlükler diktatörlüklerle, demokrasiler de demokrasilerle devam ediyor. Makas değişikliği pek ender. Ancak büyük travmalarla gerçekleşebiliyor.