Kişiselleşen yönetim ve bitmeyen kıyaslar
İktidar hakkında yorum yaparken gözden kaçırılan en önemli şey tartışmaların Türkiye Cumhuriyeti’nde kurumsal bir iktidar partisinin olduğu örneklemi üzerinden yapılmasıdır.
Demokrasiye inanan insanlar olarak bizler de bu hataya sıklıkla düşüyoruz.
Ak Parti iktidarı şöyle yaptı, böyle yapıyor şeklinde başlayan tüm cümleler uzun bir süredir aslında tam olarak gerçeklik ile bağdaşmıyor.
Bunun en büyük sebebi Ak Parti’nin kendi iç kurumsal kimliğini kaybetmiş olmasından ileri geliyor.
Aslında referans alınması gereken tek şey Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan.
Ak Parti içerisinde cumhurbaşkanına bir itiraz, eleştiri getirebilecek herhangi bir kişinin kalmaması partinin kişiselleşmesine, uzun süren tek parti iktidarı sebebiyle de devletin kişiselleşmesine neden oldu.
Eleştirel perspektiften biz siyaset bilimciler bunu parti devleti olarak ifade ediyorduk ama aslında günümüzde yaşanan “kişi devleti” tanımına daha yakın bir yerde seyir ediyor.
Türkiye’deki rejimi bu açıdan okuduğumuzda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dışındaki tüm iktidar mensuplarının kendi kişisel katkılarının ülkenin yönetiminde bir fark yaratmadığını görmek zor değil.
Yani bakanların kim olduğunun önemi yok zira rasyonel ya da radikal bir uygulama değişikliğini Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bağımsız yapabilme olanakları yok. Hiyerarşi anlayışı açısından elbette cumhurbaşkanının izni olacak diyebilirsiniz ancak burada uygulama dışında yeni bir fikir üretme konusunda da bir cesaret eksikliği olduğu aşikar.
Tüm bunları nereye bağlayacağımı merak eden değerli okurlarımın zamanını daha fazla çalmadan bağlamayı yapayım.
Böyle bir yapı içerisindeki bir iktidarda tekil kişilerin Mustafa Kemal Atatürk, laiklik, cumhuriyet hakkındaki had aşan sözler söylebilme cesaretleri bizzahiti Sayın Cumhurbaşkanının da böyle düşündüğüne olan inançlarından kaynaklanıyor.
Bu cümlelerin cumhurbaşkanı nazarında hoş karşılanacağını düşünüyor olacaklar ki böyle konuşuyorlar. Zira böyle bir yapıda, cumhurbaşkanının iki dudağı arasında bir kariyer yolculuğunda riske girmek isteyeceklerini düşünmüyorum.
Dolayısıyla “Ak Parti hatalar yapıyor ama reis bir başka” diye düşünen seçmenin gerçekten Ak Parti’yi tanımadığını düşünüyorum.
Reis başka değil.
Ak Parti ile Recep Tayyip Erdoğan’ı birbirinen ayrı düşünmek gerçekçi değil.
Bunu tespit ettikten sonra şunu da ekleyelim.
Yıllardan beri bitmek bilmeyen Anti-Kemalizm düşüncesi alternatif bir izm yaratma ihtiyacı hissetti ve aslında bu Erdoğanizm olarak karşımıza çıktı.
Belki bu dillendirilmedi, açıkça ifade edilmedi ama Atatürkçülük, Kemalizm gibi kavramların karşıtına Erdoğancılık ya da Erdoğanizm yerleştirilmek istendi.
Muhtemelen tam da bundan dolayı İslami hassiseyete sahip herhangi birinin yapmaması gereken özünde bir kabir ziyareti olan Anıtkabir ziyaretlerinde bile “Reis” sloganları atılıyor.
Ben herhangi bir kabristanda slogan atan görmedim. Vefat eden kişinin ruhuna saygısızlıktır bu.
Yine bu karşıtlık düşüncesinden dolayı da “Mustafa Kemal Askerleriyiz” sloganlarından iktidar rahatsızlık duyuyor.
Erdoğanizm Kemalizm karşıtlığı ise “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” demek “Erdoğan’ın askeri değiliz” demek oluyor, işte o zaman bu da kötü bir şey demek ki düz mantığıyla bir öfke nöbeti geçiriliyor.
Bu sloganları atanların da motivasyonu bu olabilir. O da ayrı bir konu tabi.
Bu düşünce yapısındaki aydınlar ise yıllar boyunca Kemalizm kelimesini negatif bir tanım olarak kullanarak muhazakar cenah içerisinde Kemalizm’e aslında hiç hak etmediği bir makyaj yapmış oldular. Bu laiklik için de yapıldı.
Ve tüm bunlar yukarıda bahsettiğim kıyaslamayı daha da körükledi. Bilinçli ve sistamatik bir şekilde bitmeyen bir kıyas sürecine girişildi.
Halbuki Recep Tayyip Erdoğan’ı Mustafa Kemal Atatürk ile kıyaslamak bir akıl tutulmasıdır.
Dünyada kurucu liderler seçilmiş siyasetçilerle kıyaslanmazlar. Kıyaslanamazlar.
Nedenlerini bilahare başka bir yazıda konuşuruz...