Ne evet ne hayır
Gerçek kelimesi kavram olarak zihnimizde iyiyi, güzeli, olumluyu çağrıştırır ilk anda. Yalan, sahte, yapmacık gibi kelimelerin olumsuz bir anlam ifade etmeleri gibi… Oysa gerçek olan her şey güzel değil. Kötülük de bir gerçek mesela ve hiç güzel değil. Acı, ızdırap, felaket, ayrılık, utanç, çaresizlik, başarısızlık… Hepsi hayatımızın gerçekleri ama hiçbiri hoş değil.
Diğer yandan, bazen gerçek olmayan şeyler de güzel olabilir. Hayallerimiz, ümitlerimiz, rüyalarımız gibi… Onun için insanlar bazen -gerçekten büsbütün de kaçılamayacağı için- hoşlanmadıkları gerçeklerin yerine “aslında gerçek olmayan” başka bir gerçek koymaya yönelirler. Karşılıksız aşkın pençesine düşmüş zavallıların “aslında o da beni seviyor” diye düşünüp buna sahiden inanması gibi… Kısacası, gerçeği kabullen(e)memek…
Siyasi konulardaki “komplo teorileri” de aynı problemin dışavurumu… İşler yolunda giderken hiç akla gelmeyen “karanlık güçlerin gizli eli” vaziyet bozulmaya yüz tutunca yegane açıklama yolu oluyor: “Başımıza gelenler” bizi engellemeye çalışan organize güçlerin işi…
AK Parti iktidarının ilk dönemlerini hatırlayın… Muhaliflere göre, Türkiye’yi belirli amaçlar doğrultusunda yönlendirmek ve küresel planların işleyişini temin etmek yolunda ülkemizi içeriden kontrol etmek isteyen karanlık güçlerin maşasıydı AK Parti. Zaten yöneticilerinin biri Ermeni, öbürü Yahudi, bir diğeri dönme ve mason olduğu için dış güçler hesabına çalışmaları normaldi!
İktidar mensuplarının da o günkü aklı başında muhaliflerin de gülüp geçtiği bu iddiaların benzerleri bugün artık AK Partililer tarafından savunuluyor ki hikayenin en hazin kısmı bu herhalde.
***
Demek ki hoşlanmadığımız gerçeğin yerine başka bir “gerçek” koyma eğilimimiz veya psikoloji tabiriyle savunma mekanizmamız yalnızca bireyler için değil, topluluklar için de geçerli… AK Parti iktidarı bu anlamdaki savunma mekanizmasını ilk olarak Gezi Parkı olayları sırasında çalıştırmaya başladı.
Olayın arkasındaki toplumsal dinamikleri ve özellikle toplumun belirli kesimleri karşısındaki tutumunun ve dilinin payını görmek yerine olup bitenlere dış güçlerin tezgâhı veya derin yapıların komplosu diye bakma kolaycılığını seçti. Ama bu yolun hangi düşünceyle tercih edildiğini bilmiyoruz elbette…
Bildiğimiz, özellikle Gezi Parkı olaylarının ortaya çıkardığı konsolidasyon hem kutuplaştırıcı siyaset dilini hem de iktidarı kişiselleştirme/merkezileştirme siyasetini teşvik etti. Bunun bir anlamı da gözümüzle gördüğümüz gerçeğin yerine “alternatif gerçek”lerin ikamesinin işe yarıyor olmasıydı!
Böylece başa gelen her olumsuzluğu üst akıl gibi muhayyel adreslere, dış politikadaki hataları Türkiye’nin düşmanlarına, ekonomideki kötü yönetimin sonuçlarını karanlık güçlere vs. fatura etmek alışkanlık haline geldi. Ne var ki her güzel şeyin olduğu gibi sorunlara çözüm yerine bahane bularak vakit geçirme konforunun da bir bedeli oluyor. Toplumun verdiği kredi bir yerde tükeniyor. Bunu görmeyip, dostça uyarılara kulak asmayıp, hatta bizzat seçim sandığından çıkan uyarıyı bile “çünkü çaldılar” şeklinde başka bir “gerçek” üreterek örtme refleksi 23 Haziran’da olduğu gibi karşılık bulmaz olabiliyor. Ama ne yazık ki 23 Haziran sonrasının dilinde de gerçeği kabullenme eğilimi gözlenmiyor.
***
Oğuz Atay’ın “Ne Evet Ne Hayır” hikayesinde bir gazetenin “gönül postası” köşesine gönderdiği mektupta “sevdiği insan”la arasındaki problemi anlatan bir genç vardır. “Tuttum sevdiğim insana bir mektup yazdım, cevap vermedi: Ne evet ne hayır” diye başlar macerasını anlatmaya, “durmadan üç ay elle posta ile mektuplar yazdım cevap yok. Ne evet ne hayır” diye devam eder.
Sevdalı genç şansını aramaktan vazgeçmez. Çünkü kesin ve net bir cevap almamıştır. Bu arada başından olmayacak hadiseler geçer. “Tuttular bu kez, sevdiğim en iyi en yakın arkadaşıma, onların silâh şantaj baskı tehdit yoluyla, sevdiğimi de bana karşı koz olarak kullanarak beni zorlayarak en iyi sevdiğim yakın arkadaşımın mallarını bana çaldırdılar. Ben de sevdiğim için katlandım efendim, çaldım.”
Hikâye bu minval üzere sürüp gider… Kahramanımız yıllar sonra bir kere daha görüşür “sevdiği insan”la ve teklifini tekrarlar: “Bana ne evet ne hayır cevap vermeyen insan ‘ben sana haber gönderdim,’ dedi. ‘Kiminle acaba?’ Arkadaşlarımla. Bana böyle bir şey söylenmedi, ben ağzınızdan dinlemek isterim. Böyle dedim. Cevabınız? dedim. Hayır demedi. Red red ediyorum dedi. Ne evet ne hayır…”
***
Size verilen mesajı beğenmediyseniz anlamazdan gelebilirsiniz tabii ama bu şekilde hoşunuza gitmeyen o mesaj “verilmemiş” olmaz, yalnızca “alınmamış” olur. Gerisi sizin bileceğiniz iş olur.