Ehliyet, liyakat ve ortak ahlak standardımız
Dün çokça konuşulan bir haber vardı. Bir devlet kuruluşunun üst düzey yönetiminde yer alan 78 kişi aynı liseden mezunmuş. Haber doğruysa bunun tesadüfle açıklanması zor olur tabii. Keza ehliyet ve liyakat ölçütleriyle de açıklanamaz böylesi bir durum. Son dönemde kayırmacılık örnekleri ve adaletsizlik görüntüleri o kadar çok arttı ki haberin yanlış olabileceğini düşünmek en zoru.
Peki, bu tür olaylar duyulduğunda toplumda bir rahatsızlık, bir memnuniyetsizlik oluşuyor mu? Bu haberler iktidar partisinin seçmeninin ağzının tadını kaçırıyor mu?
Elbette bundan rahatsız olanlar var. Ehliyet ve liyakat kriterlerinin yerini kişiye sadakatin almasına, akraba ve eş dost kayırmacılığına, yolsuzluklara, menfaatperestliğe, adaletsizliğe, ahlaki çürüyüşe vs. tepkili bir kesim özellikle son seçimlerde tavrını açıkça belli etti.
Ancak bu meseleyi yalnızca AK Parti’nin meselesi olarak görmek yanlış ve yanıltıcı olur. Çünkü yalnızca belirli bir partinin taraftarlarına veya belirli bir toplum kesiminin mensuplarına has olmayan, Türk toplumunun büyük çoğunluğunun paylaştığı bir zihniyet halini konuşmak durumundayız problemin mahiyetini anlamak için.
***
İşin temelinde bütünleşik olmayan toplumsal yapı problemimiz var. Toplumumuzdaki “ortak aidiyet duygusu”nun zayıflığına ve hatta yer yer yokluğuna dayanan bir problem bu. Desteklediğimiz futbol kulübünden siyasi parti taraftarlığımıza, etnik kimlik aidiyetimizden tarikat, cemaat, mezhep mensubiyetimize kadar yalnızca belirli bir alanda sahip olduğumuz ve yalnızca belirli bir kesimle paylaştığımız “alt kimlik”lerimiz toplum hayatının bütününde geçerliği olan “üst kimlik”lerden daha baskın durumda.
Yakın tarihteki hızlı ve çarpık şehirleşmenin meydana getirdiği sosyal arızalar ve bir miktar da imparatorluktan modern “ulus devlet” modeline geçişin yan etkileri gibi tarihten devraldığımız birtakım problemler netice itibarıyla mikro aidiyetlerimizi milli kimlik aidiyetimizin önüne geçirdi. Böylece sosyolojik anlamda şehir olmayan şehirlerde yaşayan ve yine sosyolojik anlamda millet olamamış bir “toplum” olarak ortak ve standart değerler geliştiremedik.
Bu sütunlarda kimi zaman mahalle veya kabile metaforlarıyla tarif etmeye çalıştığım bu mesele toplumumuzun birbirine kapalı kompartımanlardan müteşekkil olan kültürel yapısı. Aslında bu haliyle bildiğimiz manada bir “toplum”un mevcudiyetinden söz edilmesi bile doğru olmasa gerekir. Toplum standart ilişki ve düzen içindeki bireylerin ve zümrelerin meydana getirdiği bir organizma olmak durumunda. Gelgelelim bugün Türkiye’de mevcut olan sosyal mimari -politik kutuplaşmaları da üretecek şekilde- bir bölünmüşlük içinde.
Türkiye’deki siyaset anlayışının ekonomi başta olmak üzere toplumun maddi ve pratik ihtiyaçlarına cevap bulunması esasından ziyade “kültürel temsil” zemininde şekillenmesi de bunun bir sonucu.
Dolayısıyla bu zihniyet veya bu bakış açısı bir şeyi daha şekillendiriyor: Bugünkü Türk toplumunda adaletsizliklere, yolsuzluklara veya genel anlamda ahlaki çürümeye tepki göstermenin mekanizmasını…
Türk toplumu sosyolojik anlamıyla millet olma aşamasını tamamlamamış olduğu için maalesef ahlak standardı olmayan bir toplum. Ahlaki ilkeleri yok demiyorum, ahlak standardı yok. Yani başkasında ayıp olarak gördüğü bir davranışı kendi kabilesinden veya kendi mahallesinden birine yakıştırabiliyor.
***
Hani o meşhur fıkradaki gibi… Hoca camide bağıra bağıra vaaz vermektedir: “Sakın ola kadınlarınız, kızlarınız süslenip püslenip sokaklarda gezmesinler…”
Bunun üzerine cemaatten biri ayağa kalkıp seslenmiş: “Hocam, senin kız da süslenip püslenip geziyor!”
Hoca sakalını sıvazlamış, “Ama yakışıyor bizim haspaya, değil mi?” demiş gülümseyerek.
Böylesi “çifte standartlı” tutumları ifade etmek için kullandığımız “ele verir talkını kendi yutar salkımı” gibi atasözlerimiz de var, biliyorsunuz. Bütün bu fıkraların, atasözlerinin vs. verdiği mesaj “kendin için istediğin şeyi başkası için de istememenin” -veya bunun tersinin- ahlaki olarak yanlış olduğudur. Ancak kendimiz için geçerli ahlak kuralları ile başkaları için geçerli ahlak kuralları zihnimizde iki ayrı kategori olarak yer etmişse atasözlerimiz ne yapabilir?