Bedreddin’i öldürmenin günahı var mı?
Önce özet... Osmanlı kroniklerinin tamamında “Şeyh Bedreddin isyanı”ndan bahsediliyor olmasının böyle bir isyanın vuku bulmuş olduğunu kabul etmek için yeterli sayılamayacağını söylemiştik en son...
Çünkü sözkonusu kaynaklara bu konuda kuşkuyla yaklaşılmasını gerektiren çok ciddi sebepler olduğunu da belirtmiştik...
Osmanlı resmî tarih anlatısındaki Bedreddin konusunun Âşıkpaşazade’nin kompozisyonuna dayandığını, ondan önceki kaynaklardan Şükrullah’ın Behçetü’t-Tevarih’inde ve Bizanslı Dukas’ın kroniğinde yalnızca Börklüce isyanından bahsedilip Bedreddin’in adının bile anılmadığını, Bedreddin’in isyanından bahseden İbn Arabşah’da ise aksine Börklüce’den bahsedilmediğini hatırlatmıştık...
Bir sonraki devirde telif edilen Oruç Bey, Neşrî, İbn Kemal gibi kaynaklarda “Şeyh Bedreddin ayaklanması” konusunda Âşıkpaşazâde’de yer alan “anlatımın” neredeyse cümle cümle tekrarlandığını söylemiş, son olarak da Baba İlyas’ın torununun yazdıklarına mukabil Bedreddin’in kendi torununun Menakıb-ı Şeyh Bedreddin’de yazdıklarının Tevârîh-i Âli Osman’larda yer alan anlatıdan tamamen farklı olduğunu dile getirmiştik...
***
''Şeyh Bedreddin hadisesi'' hakkında hiçbir yeni bilgi ve belge ortaya çıkmadığı halde, Osmanlı tarih kaynaklarında yer alan detayların her devirde yeni eklemelerle sürekli artış gösterdiğine dikkat çekmişti Ahmet Yaşar Ocak. Demek ki -konuya iyi niyetle yaklaşırsak- birtakım analizlere/akıl yürütmelere dayalı yorumlar veya tahminler zamanla kesin bilgiye dönüşebiliyor ve böylece anlatı giderek zenginleşiyor.
Aslına bakarsanız, Bedreddin hakkında yalnızca iki “temel kaynak” var elimizde. Biri devletin resmî tarih görüşünü yansıtmak üzere II. Beyazıt devrinde kaleme alınan ve hepsi tek bir “ana kaynak”tan beslenen “tevarih”ler, diğeri Bedreddin’in torunu Hafız Halil’in dedesini temize çıkarmak için yazdığı düşünülen “Menakıb”. Diğerleri bu ikisinin verdiği bilgileri kullanmıştır esas olarak. Hoca Sadettin ve Müneccimbaşı gibi bazı tarihçiler ise -herhalde mecburiyetten- her ikisini birden... (Bu iki kronikte “Bedreddin hadisesi” geleneğe uyularak eski metinlerdeki ifadeler üç aşağı beş yukarı tekrarlanarak anlatılır. Ancak bunların ardından bir yorum eklenerek “Şeyh’in bu şekilde bir isyan çıkardığına inanmanın mümkün olmadığı” da belirtilir.) Bedreddin hadisesini daha ziyade Menakıb’ı esas alarak anlatan ve geleneksel/resmî tarih anlatısına bu anlamda ters düşen Osmanlı devri kaynakları Taşköprizade ve Gelibolulu’dan ibaret.
Ancak Menakıb’daki anlatının başka belge ve kaynaklarca teyidinin mümkün olmayışı yanında Şeyh’in torununun kaleminden çıkmış olması tek başına referans kabul edilmesini zorlaştırıyor. Diğer kategorideki (resmî tarih anlatısını tekrarlayan) vakayinamelerin ise hepsinin tek bir kaynağın çeşitlemeleri oluşu yanısıra, bunların aktardığı resmî tarih anlatısındaki mantıksızlık, çelişki ve tutarsızlıklar bu eserlerin güvenilirliğini büyük ölçüde zedeliyor.
Sonuçta problem çözümsüz kalıyor.
***
Osmanlı tarihinin çözülememiş belli başlı problemlerinden biri olan “Şeyh Bedreddin hadisesi” için anahtar isim Börklüce Mustafa. Ne var ki “Hoca” ile “öğrenci”si -ve bu ikisinin yönettiği söylenen iki ayrı isyan hareketi- arasındaki irtibat hakkında birbirini tutmayan rivayetler var Osmanlı kaynaklarında.
Söz gelimi, Bedreddin uzun uzun muhakeme edilip sonunda asılarak idam edilmiştir; Börklüce ise yakalanıp çarmıha gerilmek suretiyle çok ağır işkencelerle katledilmiş ve cesedi halka teşhir için bir devenin üstünde şehrin içinde dolaştırılmıştır. Her ikisi de aynı suçtan (devlete isyan) dolayı idam edilmişse bu farklı muamelenin açıklaması bulunmak zorunda. Üstelik -geleneksel resmî tarih anlatısına göre- biri isyan(lar)ın hem fikir babası ve asıl lideri hem de Rumeli’deki başkaldırıyı fiilen yönetmiş, diğeri yalnızca Karaburun isyanına liderlik etmiş ise... Bu farklı muameleyi Bedreddin’in tanınmış bir alim olmasına bağlayan açıklama çok da makul olmasa gerek.
Diğer yandan, “Kendine nebi ve veli dedirtti” diyor Börklüce için Âşıkpaşazâde. “Haşa kendine peygamberim diye inandırdı” diyor Oruç Bey. İnsan ister istemez soruyor: Börklüce kendisine nebi dedirtmişse şeyhi ve hocası olan Bedreddin için ne dedirtmiş olabilir?
15. yüzyıl sonlarıyla 16. yüzyıl başlarında telif edilmiş olan kaynakların çoğuna göre “öğrenci” peygamberliğini ilan etmiş, buna mukabil “öğretmen” yalnızca padişahlık iddiasında bulunmuştur. Bu da tuhaf.
Ancak Bedreddin’in dinsizlik propagandası yaptığını, dindeki haramları kaldırdığını ilan ettiğini vs. iddia edenler de çıkıyor bir sonraki asırda. İdris-i Bitlisî gibi...
Buna karşılık -kaynakların nerdeyse tamamının bir ağızdan aktardığı- idam fetvasında “kanının helal malının haram sayıldığı” rivayeti bu iddiayı açıkta bırakıyor. Çünkü ilhad suçlamasıyla idam edilmiş olsa şer-i şerife göre malı da helal olacaktı. Fetva metni elimizde bulunmadığı için bu konuda daha fazla spekülasyon yapamayız ama bazı anonim tevarihlerde başka bir ilginç detay yer alıyor: “Sultan Mehmed işitdi, hayli adam gönderdi. Zağra tarafında bulup tutdılar. Siroz’a sultan Mehmed’e iletdiler. Andan Sultan Mehmed sordu kim ‘Bunı nice idelüm, bunı öldürmenin günahı var mıdur’ didi. Ol zamanın padişahları şöyle Müslüman idi kim şunculayın fesad idüp asi olanları öldürmeğe kıyamazlardı.” (Anonim Tevarih-i Al-i Osman, Giese neşri, Haz. Nihat Azamat, 1992, sh. 59)
Bu anekdotun Menakıb’ın verdiği bilgileri bir ölçüde teyid ettiği söylenebilir. Zira Hafız Halil’e göre dedesinin yargılamasında görev alanlar Şeyh’e isnad edilen suçlamaların gerçekliği konusunda hemfikir değildiler ve mahkeme heyetindeki alimlerin idam fetvası vermekte isteksiz olmaları dolayısıyla bu fetva ancak örfi hukuk devreye sokularak ve zorlukla çıkartılabilmişti.
Devam edeceğiz...