70 yıllık ittifakı çatırdatan ihtilaf
Amerikan yönetimiyle Barış Pınarı Harekatı’na son vermeye yönelik vardığımız uzlaşmaya ve imzaladığımız anlaşmaya rağmen Temsilciler Meclisi üzerinden gelen son hamle haksız olduğu kadar iki tarafın da zarar göreceği bir yolu açabilecek olması bakımından tehlikeli bir adım.
1915 olaylarıyla ilgili karar metni yalana ve kara propagandaya dayalı malum tarih çarpıtması olarak müflis tüccarın eski defterleri karıştırması kabilinden bir girişim ve fazla da ciddiye alınmaya değmez bir konu. Ne var ki Barış Pınarı harekatının Amerikan çıkarlarına zarar verdiği iddiasıyla Türkiye’ye yönelik mali, adli ve siyasi yaptırımlar öngören yasa tasarısı ciddiye alınmak durumunda. İki ülke arasında yaklaşık 70 yıldır iyi kötü devam eden ittifak ilişkisinin karşı karşıya geldiği en büyük kriz bu.
Meselenin bu noktaya gelmesinde bizim de hatalarımızın ve ihmallerimizin rolü var elbette ama ABD’nin son yıllarda NATO ittifakına yaklaşımındaki değişimle birlikte bize dayattığı ilişki standartlarındaki düşüşün rolü burada daha büyük. Dolayısıyla konuya iki açıdan bakmakta fayda var. Biri Türkiye’nin dış politikasındaki dil ve tavır değişiminin ABD ile ittifak ilişkilerine etkisi. Diğeri ise Washington’un dış politikasında beliren birtakım yeni yaklaşım ve öncelik anlayışlarındaki farklılaşma.
İki başkent arasında özellikle son birkaç yıldır yaşanan ciddi sıkıntıların temelinde Suriye iç savaşı sürecinde yaşanan anlaşmazlıklar yer alıyor. Stratejik müttefikimizin Suriye’nin kuzeyinde devletleşme yolunda çaba sarf eden terörist unsurlarla ilişkisi iki ülke arasındaki güveni büyük ölçüde zedeledi. Bu noktada Ankara kendi göbeğini kendisi kesmeye girişti. Bunun için bölgede etkinlik kazanma mücadelesi veren Rusya ile işbirliğine girişmekten de kaçınmadı. Atlantik ötesindeki rahatsızlığın en önemli sebebi de bu. S-400 krizinin ardından son olarak ABD ile varılan Beştepe uzlaşmasından sonra Rusya ile imzalanan Soçi Muhtırasının Moskova’yı bölgede Washington’dan daha avantajlı bir pozisyona getirdiği yolundaki yorum ve değerlendirmeler sözkonusu yasa tasarısının Temsilciler Meclisi’nde rekor sayılabilecek bir oy oranıyla kabulünde etkili olmuş görünüyor.
***
Bizim açımızdan ise, sınırımızın yanı başındaki terör yapılanmasına müttefikimiz tarafından verilen desteğe karşı gösterdiğimiz haklı tepkinin olumsuz bir reaksiyonla veya hiç değilse anlayışsızlıkla karşılanması ittifakı zedeleyen en önemli faktör.
Ankara’da bu tavır ABD yönetiminde etkili olan bazı kadroların “eski ittifaklar” konusunda kendilerince yeni birtakım yaklaşımlara yönelmiş olmalarıyla açıklanıyor. Problemin bu raddeye gelişinde tek faktör bu olamaz elbette ama ittifakın Washington ayağındaki birtakım değişikliklerin mevcudiyetini de görmek gerekir. Geleneksel olarak askeri ittifakların önemini ve değerini daha fazla gözeten ve dolayısıyla Ankara ile ilişkilerde daha uyumlu bilinen Cumhuriyetçilerin bile 11 Eylül sonrası Bush JR döneminde hegemonyacı dış politika anlayışını benimsediklerini unutmayalım. Obama döneminin “hegemonya değil işbirliği” doktriniyle bir süre rafa kaldırılan bu çatışmacı ve buyurgan dış politika tutumu “America first” diyerek iktidara gelen Trump döneminde yeniden dirildi.
Ama bir de hem Cumhuriyetçileri hem Demokratları hem güvercinleri hem de şahinleri etkileyebilen yeni bir yaklaşıma göre Türkiye Soğuk Savaş döneminde NATO’nun “kanat ülkesi” olarak taşıdığı jeostratejik önemi bugün kaybetmiş bulunuyor. Dolayısıyla ortaklığın mahiyeti hakkında eskisi kadar söz hakkı olan bir müttefik değil, kendi milli çıkarlarını ilgilendiren konularda pazarlık sınırları da fazla geniş değil artık.
***
Bu noktada bir gerçeğin farkında olunması gerekiyor: Ülkeler arasındaki ilişkiler günlük çıkar çatışmaları veya günlük ortaklıklardan ziyade kalıcı etkenlere bağlı olarak gerçekleşir. Kalıcı etkenlerin en başında ise kolay kolay değişmeyen coğrafya yer alır. Yakın geçmişteki küresel kutuplaşmada Türkiye’nin yerini coğrafi şartlar belirlemişti. Bugün de coğrafyamız aşağı yukarı aynı olduğu için aynı şartlar geçerli.
Amerikan yönetiminin bu somut gerçekleri yok sayan bir yaklaşımla hareket etme lüksü yok. Ancak Türkiye’nin de kendi jeopolitiğinden habersizcesine birtakım dış politika adımları atma, Avrupa başta olmak üzere bütün komşularıyla karşı karşıya gelip ABD’nin karşısına yalnız başına çıkma, yani bütün gemilerini yakma lüksü olamaz.
Diğer yandan, Washington’la Ankara arasındaki kriz yalnızca siyasi iktidarın meselesi değil. Bu krizin doğuracağı sonuçlar da yalnızca AK Parti’ye zarar vermeyecek. Öncelikle hükümet üzerine düşeni yapmalı tabii… Beyaz Saray’la, Kongre’yle, Pentagon’la, State Department’la vs. ayrı ayrı görüşmeler gerçekleştirilmeli, Amerikan medyasında Türkiye’nin tezlerini açıklayacak kanallar açılmaya çalışılmalı. Yani bugüne kadar bir türlü yapılmayan ne varsa artık yapılmalı. Yoksa bu sürecin olumsuz sonuçlarının altından kalkılamaz. Ama aynı zamanda ülkemizin bu sıkıntıdan kurtulması için her siyasi partinin ve medyadan iş dünyasına, bilim ve sanat çevrelerine kadar bütün sosyal yapıların elbirliğiyle ve bir seferberlik anlayışıyla çözüm arayışına girmeleri de gerekiyor.