İmparator ve vakanüvis
10- 11 Haziran 1329 tarihinde Orhan Bey ve III. Andronikos arasında yapılan Pelekanon / Eskihisar savaşı tarihçiler arasında hâlâ tartışmalara neden oluyor. Savaşın, Doğu Roma için yenilgiyle bittiği ve başta İznik olmak üzere Bithynia’nın Osmanlı kuşatması altında bulunan kentlerini kurtaramadığı büyük oranda kabul görmektedir. Öte yandan, mesela, Osmanlı tarihçisi Rudi Paul Lindner, bu savaşta Osmanlılarca kullanılan göçebe savaş taktiklerinin başarısız olduğunu, hatta Osmanlı kaynaklarının Pelekanon’a ilişkin suskunluğunun, “göçebe usulü savaşın yenilgisinin” onlarca anlaşıldığını ima ettiğini ileri sürmüştür.
Âşıkpaşazâde’deki bir iki eksik ve örtülü ifadeyi saymazsak Osmanlı kaynaklarında Pelekanon Savaşı ile ilgili bir anlatım gerçekten de bulunmamaktadır. Sayın Şahin Kılıç’ın Türkçeye kazandırdığı ve savaştan çok sonra kaleme alınan Bizans Kısa Kronikleri’nin birindeki ifadeler Pelekanon’un Bizanslılar tarafından da bir yenilgi olarak görüldüğü hususunda şüpheye yer bırakmaz. Buna göre, savaşta “arhontlardan bazıları” yere serilmiş ve diz mafsalından okla yaralanan imparator da İstanbul’a dönmüş ve topladığı orduyu terhis etmiş. Aynı şekilde, çağdaş bir kronikçi olan fakat İstanbul’da kalarak savaşa katılmayan Nikephorus Gregoras da Doğu Roma ordusunun yenilgisini ve kayıplarını saklamak gibi bir girişimde bulunmamıştır. Mesela, Bizans ordugâhının 200 Osmanlı askeri tarafından yağmalandığı gibi bir ayrıntıyı ondan öğreniyoruz ama onun anlatımı da bir özet niteliğindedir.
Doğu Roma ordusunda Megas (Büyük) Domestikos rütbesiyle savaşan ve dolayısıyla olayların şahidi olan Kantakouzenos’un anlatımı ise son derece ayrıntılı ve geniştir ama onun suskunluklarla dolu ve yenilgiyi gizlemeye çalışan anlatımını deşifre etmek pek de kolay değildir. Tarihçiler için çok tanıdık olan böylesi öznel bir anlatımın göründüğü gibi kabul edilerek bazı genellemelerde bulunulmasında ise, işin doğrusu, daha büyük sorunlar görüyorum.
Kantakouzenos’a göre, III. Andronikos, imparatorluk topraklarını sürekli taciz etme küstahlığını gösteren ve Bithynia’da “çadırlarda yaşayan” Türklere karşı saldırıya geçmeye karar vermiş ve önce Karesi (metinde Frigya!) Beyi Temir Han ve Bulgaristan Kralı III. Mihail ile dostluk görüşmeleri yapmış. Daha sonra Mesothenia (Kocaeli) valisi Kontofres ile istişarelerde bulunmuş. O da, sabit bir yerde durmayan Türklerin yaylaya çıkmalarına izin verilmeden yakalanmalarını tavsiye etmiş. İmparator, Dimetoka, Edirne, Trakya ve İstanbul’dan topladığı askerlerle birlikte Üsküdar’a geçmiş. Ordu, iki günlük bir yürüyüşten sonra Pelekanon denen ovaya gelmiş ve ovaya hâkim olan tepelerin Türklerin elinde olduğunu görmüş. Andronikos, nasıl hareket edileceği konusunda komutanlarından fikir almış. Orhan’ın süvari ve piyadelerine karşı sonuçsuz kalacak bir saldırının tehlikeli olacağına karar verilmiş. Ancak düşman mevzilerini bırakıp saldırırsa savaşılacak yoksa düzenli bir şekilde geri çekilerek İstanbul’a dönülecekmiş.
Ertesi sabah ilahiler söylenirken imparator ordunun savaş düzeni almasını emretmiş. Orhan ise askerlerinin bir kısmını pusuya koymuş. Kendisi ordusunun çoğu ile yükseklerde beklemiş. Ayrıca düşmana yaklaşıp sonra kaçarken ok atmak üzere 300 okçu seçmiş ve bu işi defalarca yapmalarını emretmiş. İki ordu arasında kalan arazinin Türkler tarafında bozuk, Bizanslılar tarafında düz olması Türklerin avantajına olmuş. Orhan Bey, daha sonra, düşmanın arkasına düşmek üzere 1000, yanlarından saldırmak için de 2000 asker ayırmış. İmparator da Orhan’ın gönderdiği süvarilerin tepelerden indiğini görerek 300 süvari seçmiş ve gelenleri püskürtmekle görevlendirmiş. Türkler, ilk saldırılarında 40 kişi kaybetmişler. Romalılardan ölen veya yaralanan yokmuş. Çekildikleri tepelerde kısa bir süre kalan “Persler” (Türkler) takviye alarak ikinci kez saldırdıklarında da 30 kişi kaybetmiş. Romalıların yine insan kaybı yokmuş, ancak birkaç atları yaralanmış. Orhan, adamlarına yardım göndererek onları cesaretlendirmek istemiş ama o gelenler de yenilmiş ve biraz kayıp vererek geri çekilmiş.
Bu küçük çatışmalar Romalılar lehine olarak bütün gün sürmüş. Orhan, ilk gönderdiği üç yüz süvariyi 1000 askerle desteklemiş. İmparator da yeni takviyeler göndermiş. Yapılan şiddetli çatışmada Türkler 50, Romalılar ise bir kişi kaybetmiş. Orhan, bunun üzerine kardeşi Pazarlu’ya savaşa girmesini emretmiş. İmparator ise buna karşı üç birlikle bizzat cevap vermiş. Sağdaki birliğe Kantakouzenos, soldakine İoannis Angelos ve merkezde olana da kendisi komuta ediyormuş. Yapılan yeni çatışmada Türkler yine yenilmiş, 15 kişi kaybederek tepelerin eteklerine kadar çekilmişler. Romalıların yine kayıpları yokmuş fakat imparator, tepelere tırmanmaktansa askerlerini ovaya geri getirmeyi tercih etmiş. Aşağı inmeye cesaret edemeyen “Persler” ise tepelerde kalmışlar.
“Barbarların” aşağı inmeye niyetlerinin olmadığını gören Andronikos, komutanlarıyla bir toplantı yapmış. Büyük Domestikos, günün Romalılar için zaferle geçtiğini, Türklerin 300 kaybına karşı sadece bir asker kaybettiklerini söyleyerek söze başlamış. Fakat artık akşam oluyormuş. Ordugâha dönmenin ve geceyi orada geçirmenin daha iyi olacağını söylemiş. Sabah olunca da askerlerini alıp İstanbul’a yürüyeceklermiş. Eğer “barbarlar” tepelerin eteklerini bırakarak ovaya inerlerse, Tanrı, zaferi dilediği tarafa ihsan edermiş. Yok, tahmin ettiği gibi mevzilerinde kalırlarsa, Roma ordusunun geriye dönüşü gayet şerefli olur, çifte zafer anlamına gelirmiş çünkü hem günün çatışmalarını kazanmışlar hem de Türklerin savaşmayı reddetmeleri başka bir zafermiş.
Kantakouzenos’un bu sözleri kabul görmüş. Zafer şarkıları söyleyerek ordugâha geri dönmüşler. Orhan ordusunun büyük kısmıyla tepelerde kalmış, geriye kalan askerleri ise Romalıları ordugâhlarına kadar takip etmiş! Bu takipten rahatsız olan bazı genç Romalı askerler kendilerini takip edenlere saldırmış. Bu askerlerin ihtiyatsızlığına ve disiplinsizliğine kızan Kantakouzenos onları geri çevirmeye gitmiş ve aynı işi yapmaya çalışan imparatorla karşılaşmış. Bu disiplinsiz askerlerin ordudan ayrıldığını gören barbarlar etraflarını kuşattıkları için, gittiklerinde onları büyük bir tehlike içinde bulmuşlar. Kantakouzenos’un atı yorgunluktan çökmüş. Eğer imparatorun ve diğerlerinin yardımıyla başka bir ata atlamasaymış kendisi de ölecekmiş. Bu arada, imparator da ciddice yaralanmış ama tehlikeden çıkıncaya kadar atından düşmemiş! Türkler ise sonunda yenilmiş ve Roma ordugâhına yaklaşamamışlar. Fakat imparatorun akrabasından olan Sebastopoulos adlı biri hiç de iyi durumda olmayan 300 süvarisini alarak onlara karşı çıkmış. Onun büyük bir şiddetle geldiğini gören “barbarlar” kaçar gibi yapmışlar, o da körlemesine bir tedbirsizlikle kovalamış. O zaman barbarlar geri dönmüş ve Romalılara saldırmış. 5 süvari ve bir o kadar da piyade [!] askeri öldürmüşler, kalanları ancak ordudan gönderilen bir birlik kurtarmış.
İmparator Pelekanon’daki ordugâha dönünce Protostrator’a orduyu taşıması için gemilerin hazır tutulmasını emretmiş. Yarasıyla ilgili yalan haberler yayılmasından korkarak da, yaranın tehlikeli olmadığını ve geri dönme kararının yaralanmasından önce alındığını söylemiş. Kantakouzenos da uygun bir yerde kamp kurdurup girişine askerler koyarak imparatoru koruma altına aldırmış. Bu yerin girişi geniş değil, bir kıstak veya “toprak dili” (Üçburunlar Yarımadası?) gibi çok darmış.
Orhan Gazi ise gecenin ilerlediğini görerek komutanlarını toplamış. Romalıların tecrübelerinden dolayı saflarını muhafaza ettiklerini ve zaferi cesaretleri sayesinde kazandıklarını, çok sayıda asker kaybetmelerine karşı onlara pek az kayıp verdirebildiklerini söylemiş. Daha dikkat çekici olanı da şuymuş ki Romalılar ordugâhlarına dönerken, bir kısım askerleri geride kalmış ve Osmanlıların en cesur ve en çok ilerleyen askerlerini öldürmüş. Orhan, sonra, sabah olunca daha büyük bir saldırı beklediğini dolayısıyla kendi ordugâhlarını toplayıp geri çekilmenin en iyi fikir olduğunu söylemiş. Ama babasının zamanından kalma iki yaşlı savaşçı olan “Caulauze Sailingaris” ve “Categiale Pacuture” (Yunanca metinde: Κολαούζης δὲ Σαλιγγαρὶ καὶ Καταιγίαλος Πατατούρης) bu görüşe karşı çıkmışlar, tepelerdeki yerlerinin sağlam, ordunun hâlâ güçlü olduğunu söylemiş ve Romalılara karşı ertesi gün bir kez daha şanslarının sınanmasını istemişler. Orhan ve diğer komutanlar da kabul etmiş.
Doğu Roma tarafında ise, Yaşlı Andronikos (II. Andronikos, imparatorun dedesi) taraftarları imparatorun yarasının ciddî ve kendisinin ölmek üzere olduğu dedikodusunu yayıyorlarmış. Bazıları da imparatorun ölmesi hâlinde Türkler tarafından katledilecekleri korkusuyla askerlere Bithynia içlerine çekilmelerini öneriyormuş. Bazıları Büyük Domestik’e gelerek bölgedeki kasabalara çekilmenin iyi olacağını söylemişler. O bunu reddetse de imparatora durumu iletmiş. Öfkelenen Andronikos, Kantakouzenos’a kampın girişine giderek askerleri yatıştırmasını istemiş. O ise askerlerin yanına vardığında onları gitmeye hazır bir şekilde bulmuş. İstanbullu olanları eşyalarını çoktan hazırlamış ve imparatorun öldüğünü iddia ediyorlarmış. Onları ikna edemeyen ve tutamayan Kantakouzenos geriye döndüğündeyse karışıklıktan ürken birtakım subayların gemiye götürmek üzere imparatoru bir halının üstünde taşıdıklarını görmüş. Kendisi geri dönerek Filokrene’ye gitmiş. Askerler de dörde bölünerek birinci grubu Filokrene’ye, ikincisi Nikitiaton’a, üçüncüsü Dakibiza’ya (Gebze) ve sonuncusu da Ritsion’a (Darıca) çekilmiş.
Bunların hiçbirini bilmeyen Orhan, kardeşi Pazarlu’yu durumu anlaması için Bizans ordugâhına göndermiş. Henüz karanlıkken Roma ordugâhına yaklaşan Pazarlu, askerlerin büyük bir karmaşa içinde, ama İstanbul’a değil, yukarıda sayılan kasabalara çekilmekte olduğunu Orhan’a haber vermiş. Orhan, günün ikinci saatinde Filokrene’ye geldiğinde, anahtarı kaybolduğu için açılamayan kale kapısının önünde içeriye girmek isteyen asker ve at uşağı karışık olmak üzere büyük bir Bizanslı kalabalığı bulmuş. Sonunda anahtar bulunarak kapı açılmış ama bazıları kalabalıkta ezildiği gibi 32 Romalı, Türkler tarafından kılıçtan geçirilmiş. Bunlar arasında Büyük Domestikos’un akrabalarından Manuel Tarhaniotes ve Nikephorus Kantakouzenos da bulunuyormuş. Türkler 100 kişiyi esir etmiş, 400 de at ele geçirmişler. Bununla birlikte bazı Romalılar kendilerini toparlayarak Orhan ile savaşmış ve 200 Türk öldürmüşler. Bu ise Orhan’ın kasabayı ele geçirmesine ve ertesi gün Romalı askerlerden süvari ve yaya 47 kişinin öldürülmesine yol açmış. Bunların arasında kavgalı olduğu bir Romalı tarafından öldürüldüğü söylenen Büyük Eteriarhis Eksotrohos da varmış.
Diğer kasabalara dağılan Roma askerleri ise, sonra tekrar Filokrene yakınlarına gelmiş, Orhan’ın ordugâhı boyunca yürüyerek Üsküdar’a gitmiş ve oradan da İstanbul yakasına geçmişler. Bu askerleri İstanbul’da sorguya çeken III. Andronikos, kendisinin öldüğü konusunda dedikodu yayanları suçlamış ama hayatı boyunca dedesinden nefret ettiğinin düşünülmesine sebep olacağı için onlara bir ceza vermemiş. Şehirde kısa bir süre kaldıktan sonra da Dimetoka’ya gitmiş.
Farkındayım, biraz ayrıntılı ve uzun bir özet oldu ama hem, bu sayfada, bir ara imparatorluk yapmış olan bir vakanüvisi her zaman konuklamak imkânına sahip değiliz, hem de bugün hâlâ tartışma konusu olan bazı hususlara belki bir ışık tutar diye düşündüm. Sahi, Kantakouzenos’un anlattıklarından nasıl bir resim çıkıyor? Lindner’in, retorik süslemeleri bir tarafa bırakılırsa savaşın gidişi ve Osmanlı taktikleri konusunda Kantakouzenos’un temel olarak gerçeği yazdığı görüşüne ben de katılırım yalnız, ayrıntılı bir tartışmasını sonraya bırakayım ama Lindner’in yorumlarının en can alıcı olanlarına katılmadığımı ve ulaştığı sonuçtan çok farklı bir sonuca ulaştığımı şimdiden söyleyeyim. Tarih biraz böyle bir şey, o, bu savaşta göçebe savaş taktiklerinin iflas ettiğini düşünüyor, ben ise tam aksini…
Savaşa bizzat katıldığı için Kantakouzenos’un anlattığı pek çok olayı kendisinin görmüş olması tabii ki mümkündür. Fakat 10 Haziran akşamında Orhan Gazi’nin kendi komutanlarıyla yaptığı tartışmayı nasıl aktarabiliyor? Ola ki değerli tarihçi Feridun Emecen’in dikkat çektiği üzere savaştan sonra Osmanlı tarafından, belki de sonradan damadı ve müttefiki olan Orhan Bey’in kendisinden aldığı bazı bilgileri aktarmıştır. Belagat için bir miktar pay bıraksak bile Kantakouzenos’un Osmanlı tarafına erişiminin olmasının onun kroniğini iyice değerli bir hâle getirdiğini söylemeliyiz. Bu arada Orhan’ın babasından kalma tecrübeli beylerinin birincisinin adında bir “kulavuz / kılavuz” kelimesi var gibi, ikincisinde de bir “bahadır” olabilir ama bunların kimler olduğunu tesbit edemediğimi de hemen ekleyeyim.