Ah keşke
Salı günkü yazım üzerine Twitter’da İsmail Berber benim için ne güzel söylemiş: “…gitsin tavuk beslesin...”
Bunu çok istedim, olmadı.
“Hür ve Mes’ûd Tavukların Yumurtaları” diye bir yazı yazmakla kaldım bu konuda.
5 Mayıs 2016 tarihli Karar’da çıkmıştı o yazı.
Sevdiğim bir yazımdır.
O zamanlar gazetemizi henüz takip etmeyen Karar okurlarıyla da paylaşmak isterim bu vesileyle.
Aşağıda, biraz kısaltarak sunuyorum.
***
Lise 1’de üç sene takıldım, Lise 2’yi bir müdür yardımcısının iteklemesiyle zar zor geçtim, nihayet Lise 3’ün ikinci haftasında okulu bıraktım. Lise 2’deyken Almanca mütercimi olarak Zaman gazetesinde işe girmiştim. (Sene 1986, aylardan Aralık; Fethullah Gülen daha gazeteyi ele geçirmemişti.) Birkaç ay içinde sayfa sorumlusu oldum. Mart 1987’de -Werner Hugo mahlasıyla- ilk köşe yazım neşredildi. Bir mesleğim vardı artık. Hiç hazzetmediğim okul hayatına ne diye devam edecektim ki? Üstüne Ivan Illich’in “Okulsuz Toplum”u ve Pink Floyd’un “Another Brick In The Wall”u da gelince ‘Bana müsaade’ deyip tasdiknamemi aldım. Hatta, bilmem hangi resmî işlem için ihtiyaç duyuncaya kadar ona bile tenezzül etmedim.
Herkes kendi hikâyesini yaşar. Ben öyle yaptım diye herkese okulu bırakmayı telkin edecek değilim. Alim lazım, doktor lazım, subay lazım, mühendis lazım; bilmez miyim? Makul iş/geçim imkânlarına sahip olan ve okulun altından kalkamayan gençlerin ebeveynlerine “Zorlamayın çocukları” demekten imtina etmem ama. “Herkes diploma sahibi olsun” anlayışını manyakça buluyorum.
Güzel bir çiftliğiniz veya tamirhaneniz varsa, işleriniz iyiyse ve çocuğunuz da işinize yarıyorsa, öyle aman aman bir okuma istidadı da göstermiyorsa, “Onu ille de diploma sahibi yapacağım” diye tutturmanız gerekmez. Dinini doğru dürüst öğrenmesini, ahlaklı davranmasını, adab-ı muaşerete riayet etmesini, yardımsever ve misafirperver olmasını sağlayın (kaideyi bozmayan istisnalar hariç okullar bu işlere hiç yaramıyor) ve bırakın da yanınızda kalsın; iyi bir çiftçi veya tamirci olarak yetişsin.
Belki bunu tercih ederdiniz ama devlet sizi kendinize bırakmıyor ki. 9 sene zorunlu eğitim. Yakında belki 13 seneye çıkacak. Gel de çocuğuna meslek öğret.
Şair İlhami Atmaca, modern dünyada yitip giden ‘okumuş’ bir adama “Yaralı parmağa işememeyi de iyi öğrendim” dedirtir; hadi bakalım!
Güzel bir köyüm vardı. Köyüm hâlâ var, hâlâ güzel ama ıssız. “Çocukları okutacağız” diyen gitti. Toprağı terk etti. Kayseri’de, İstanbul’da yeni bir hayata atıldı. Yeni hayatta bereket bulamadı. ‘Okuyan’ çocuklardan abat olan kimse de çıkmadı pek. Üniversite diploması almayı başaranlar olmadı mı? Oldu. Bunlardan kimi diplomalı işsizler ordusuna katıldı, kimi de diplomasıyla alâkasız bir işe girdi. İş bulanlar bir şekilde geçinip gidiyorsalar da, o “bir şekil”in köydeki şekilden daha güzel olduğunu kimse iddia edemez.
Bir kere kopunca bağlamak zor oluyor. Şehir hayatının meymenetsizliğini istediğiniz kadar idrak edin, toprağa geri dönemiyorsunuz.
Benim köy hayatı geçmişim yok. Gene de ‘köye dönüş’ hayalleri kurarım. Bir keresinde hayalimi neredeyse gerçekleştirecektim. Babamı, annemi, eşimi ve çocuklarımı ikna etmiştim, köyümüze yerleşecektik; derken bazı aksilikler çıktı, babamın asabı bozuldu, “Gitmiyoruz oğlum. Sen de gitmiyorsun!” dedi ve o iş öylece kaldı.
Bu aralar, Ankara’nın Kazan’ında tavuk çiftliği kurup “organik” yumurta işine girmeyi hayal ediyorum. Tabelada aynen şöyle yazacak: Hür ve Mes’ûd Tavukların Yumurtaları.