Tırlar diplomatlar ve siyasal kodlarımız
Duruşmaya giden, selfie çeken, tweet atan konsoloslar ve onları azarlayan Cumhurbaşkanı…
Böylelikle siyasal gündemde öne çıkan bir olaylar dizisinde yeni bir evreye gelmiş olduk.
Bu sürecin, Türkiye’nin hallerini iyi anlatan; ülkenin siyasal kodlarını üstünde toplayan karakteristik bir örnek oluşturduğunu düşünüyorum.
***
Açayım…
Süreç, MİT tırlarına yapılan operasyonla başladı. Hiç uzatmayacağım; bu operasyon tek kelimeyle, meşru hükümete karşı ordu-emniyet-yargı bürokrasisinde örgütlenmiş illegal bir yapının küresel dinamikleri de barındıran politik bir saldırısıdır. Hükümeti hem iç hem de küresel ölçekte sıkıştırmayı amaçlayan bir kampanyanın çok kritik hamlesidir. 17-25 Aralık’ın devamıdır.
Meşru siyasi iktidar operasyona ve faillerine çok sert tepki vermekte kuşkusuz ki haklıydı.
Olay, ceza kanununda açıkça tanımlanmış suç eylemleri içeriyordu; yargının üstüne gitmesi gereken failler vardı. Nitekim operasyonda fiilen rol alan aktörler hakkında ceza soruşturması başladı ve devam ediyor.
***
MİT tırları 19 Ocak 2014 tarihinde durduruldu. Silah taşındığına dair haber 21 Ocak 2014 tarihinde Aydınlık gazetesinde yayınlandı. Aynı haber 29 Eylül 2014 günü de Grihat sitesinde yer aldı.
Cumhuriyet (olaydan 16 ay sonra Haziran seçimleri arifesinde) 29 Mayıs 2015 tarihinde konuyu “haberleştirdi”. Manşet: “İşte Erdoğan’ın yok dediği silahlar”. Aynı gün Can Dündar’ın attığı tweet: “… işte IŞİD’e yollanan silahlar”…
Bunun “özgür gazetecilik”, “büyük habercilik”le ilgisini kuranlar kursun… Bir siyasal kampanya için göze alınmayan itibarsızlık kalmadı zaten bu ülkede. Bir eksik bir fazla ne yazar…
Şu hatırlatmayı borç biliyorum: Gerçekten MİT tırları olayını bütün köşeleriyle öğrenmek isteyenler; o operasyonun asıl haber değeri taşıyan karanlık yüzünü merak edenler Yıldıray Oğur’un ( tırların arkasında ne vardı 1-2-3-4) yazı dizisine başvurabilirler.
***
Özetlediğim operasyon ve “habercilik” Türkiye siyasetinin iki karakteristik özelliğini ele veriyor. Birincisi; seçimle iş başına gelmiş meşru hükümete karşı yürütülen muhalefetin, demokratik meşruiyeti asla gözetmeyen, bürokratik imkânların illegal kullanımına dayalı darbeci niteliğini açığa çıkartıyor. İkincisi; bu tür siyasi operasyonlarda kullanılmaya gönüllü bir gazetecilik anlayışının el altında hazır olduğunu; medya dünyasında bu tür aktör bulmakta ahlaki olarak zorlanılmadığını gösteriyor.
Ancak, olayların bundan sonraki seyri de siyasal iktidarın ve yargı mekanizmasının zaaflarını ortaya seren karakteristik özellikleri önümüze getiriyor.
***
Kamuoyu önünde açık, ısrarlı ifadelerle yargı mekanizmasının harekete geçmeye zorlanması; 6 ay sonra gelen gerekçesiz tutuklama kararı ve hukuken ciddiye alınması imkânsız bir iddianame; AYM kararına gösterilen haksız, dayanaksız tepki; sonunda da diplomatların aşırılığı üzerinden Batı’ya efelenme ve milli gururu okşama siperlerine çekiliş…
Ve hiç yabancısı olmadığımız bir türev olarak, siyasal enstrümana dönüştürülmeye itiraz etmeyen yargı geleneğinin yeniden üretilmesi…
Kanımca bütün bunlar; haklıyken haksız, meşru iken tartışılır olma sonuçları yaratan yanlış bir siyaset tarzının tezahürleridir.
Dezenformasyon gazeteciliğinin önüne böyle geçilemeyeceği gibi; hukuku kör gözüm parmağına araçsallaştıran bu tavır Türkiye’ye o haberlerden daha fazla zarar verir.
Siyasetin hukukla karşı karşıya getirilmesini “kararlı mücadele”; işler sarpa sarınca Batı’ya had bildirmeyi “dik duruş” olarak selamlayanlar değişimin en temel meselesinin adil işleyen, güven veren bir hukuk inşa etmek olduğunu unutuyorlar.
Hiç iyi yapmıyorlar…