Tarafsız ‘Demokratlar’
İsterseniz şu açıklamayla başlayayım: Ben geçen yazıda da kullandığım “evlerinde oturanlar” nitelemesini, insanların darbe gecesi fiziken nerede olduklarına işaret etmek için değil, akıllarının ve yüreklerinin nerede olduğunun metaforu olarak kullanıyorum. O tankların üstüne fiziken yürüyebilmenin herkesin harcı olmadığının farkındayım. Tek tek darbe karşıtı herkesi böyle bir aktivizm göstermediği; “evinde oturduğu” için eleştirecek değiliz kuşkusuz. Sokağa çıkmamak, aklıyla gönlüyle darbenin yenilmesini isteyenleri küçültmez ama, çıkıp tankların üstüne yürüyenlerin de ne kadar benzersiz, ne kadar yiğitçe davrandığını teslim etmeyi gerektirir…
İşte bu metaforik anlamda “evlerinde oturanlar”, darbeye karşılar… “Ama”… Erdoğan diktatörlüğü ile askeri darbe arasında seçim yapamayacaklarını söylüyorlar… “Salalarla sokaklara çıkıp tekbir getirenlerin, idam isteyenlerin, demokrasi gibi bir dertlerinin olmadığını” yazıyorlar. Fiziken de, ruhen de meydanlarda değiller.
Bu yaklaşımda darbeyle direnişi aynı derecede “tehlikeli” bulan bir “felç” durumu söz konusu. Bu arkadaşlar bu kötürümlüklerini “demokrat” olmalarına borçlular ve hepimizden daha “politik”ler… “Yüksek bilinç” katından sesleniyorlar…
***
“Erdoğan diktatörlüğü” olarak niteledikleri rejimle bir askeri darbeyle kurulacak dikta rejimini “aynı” saymak; makul bir masada söylendiğinde, insanların kafalarını başka yöne çevirip sözü değiştirmeye çalışacağı kadar utanç verici bir cehaleti gösteriyor. Ama dedim ya; makul bir masada… Yoksa siyasi analizin yerini hamasi propagandanın aldığı “nefret edenler cemaati” içinde değil…
Yaklaşık bir ay süren, 79 ilde 2.5 milyon göstericinin katıldığı Gezi eylemlerinde 8 can kaybı yaşandı. Darbeciler, 5-6 saat içinde 60’ı polis, 3’ü asker, 145’i sivil toplam 208 kişiyi öldürdü…
Genelkurmay Başkanı’na silah dayayarak; içinde vekiller varken Meclis’i bombalayarak; seçilmiş Cumhurbaşkanı’na baskın yaparak; televizyonları silahla kapatarak; sivillere tankla ateş ederek gelenler duruma hâkim olduktan sonra, kimsenin burnu kanamayacak; medya askeri rejimi eleştirebilecek; cuntaya “hırsız, tecavüzcü, diktatör” diyenlere tazminat davaları açmakla yetinilecek; mesela, onların uygun gördüğü güçlere devlet silah gönderirken TIR’lar durdurulacak, yiğit Can Dündar bunu haber yapıp 1 ay tutuklu kalıp çıkacak; PKK hendek kazarken akademikler askeri rejimin Kürt halkını katlettiği bildirisi yayınlayacak; gençler günlerce Taksim’i işgal edecek, cunta başıyla komiteler pazarlık yapacak; dolayısıyla pek bir şey fark etmeyecekti… Öyle mi?
Bu cehalete cevap yetiştirmeye çalışmak, aslında kerrat cetvelini bilmeden en sofistike bilgisayar yazılımı hakkında teknik ahkam kesmeye çalışan insana iki kere ikiden başlayıp laf anlatmaya benziyor. Fakat asıl umutsuzluk burada değil. Siyasal kavramlar ne kadar karmaşık da olsa üzerine tartışabilirsiniz. Ama anlamaya niyeti olanla yapabilirsiniz bunu. Oysa bugünkü rejimle askeri bir diktatörlüğü farksız sayanlar, bunu kavramların tuzağına düştükleri için yapmıyorlar. Duyguları nedeniyle yapıyorlar. “Teorik kavramları”, kültürel kimliklerinden neşet eden karşıtlık duygularını tatmin etmenin aracı olarak keyfi biçimde seçip kullanıyorlar.
Dolayısıyla “siyasal rejimler” üstüne söylediğiniz her söz suya çizgi çekmekten farksız.
***
“Demokratlık” iddialarına gelince… Serbest seçimlerle halkı ikna ederek yönetime gelenleri, silah gücüyle öldürerek iktidara gelmek isteyenlerle aynı değerde görmek; onları zorbalar karşısında savunmaya değer bulmamak… Başka söze gerek var mı?
Darbeye karşı salalarla tekbir getirerek meydanlara koşanlar demokrasi aşığı olmayabilir. Haklısınız. Ama rejimi onlar kurtardı. Sizin “modern” cicili bicili sloganlarınız vardır; biliyoruz. Fakat “yüksek politik bilinciniz” sizi kötürüm etmekten başka bir şeye yaramadı.
Normal dönemlerde birçok siyasi dinamik bir arada var olabilir. Seçenekler ve söylemler zengindir. Eylemler farklı yönlere yol alabilir. Fakat tarihte öyle zamanlar vardır ki; zaman öyle sıkışır, kum saatinin beli gibi yol o kadar daralır ki, seçenekler çırılçıplak ikiye iner. Ya o, ya da öteki kazanacaktır. Dünyanın sözünü savursan, şu sorudan kaçamazsın: Sen hangi taraftasın?
Kendi rengini terk et diyen yok. Renginle, kimliğinle ol. Ama taraf ol.
Bu “postal/takunya arasına sıkıştık” sayıklaması bitmeyecek mi?
Üzerine düşünme zamanı gelmedi mi?
Sonraki yazı da, iktidarın üzerine düşünmesi gerekenlere dair olsun…