‘Organik lider’ demokrasinin teminatı mı?
Organik lider” kavramı, hükmetme gücünün bir tek kişi üzerinde aşırı yoğunlaşmasından duyulabilecek endişeye karşı, “yatıştırıcı” bir argüman olarak dolaşıma girdi.
Bu teorinin en özlü ifadelerinden birisine Markar Eseyan’da rastlıyoruz. “Erdoğan’ı farklı/güçlü kılan onun ORGANİK bir lider olmasıdır. Erdoğan tabanın taleplerini siyasetinin merkezine oturttuğu ölçüde organik liderlik vasfını kazanmıştır ve bu karakter sonuna kadar demokratiktir…AK Parti tabanı… lideri ile koşullu bir sözleşme yapmış(tır).... Bu koşul, devletin demokratikleşmesi, tabanın siyasi/ekonomik taleplerinin yerine getirilmesidir. Erdoğan’ın organik liderliği, toplumun taleplerini uyguladığı müddetçe geçerlidir. Hasılı Erdoğan’ın kişisel bir ajanda yapma tercihi yoktur…”
Akla ilk gelen soru, bir siyasi ilişkinin neden “temsili lider” kavramıyla açıklanmayıp “organiklik” vurgusuna kayıldığıdır. Bizi “rahat olmaya” davet eden bu düşünce, “temsil ilişkisini”, iktidarın yozlaştırıcı etkilerine açık; kişisel kullanılmaya müsait bir gevşeklikle yüklü olduğunu varsayıyor. Daha sağlam; daha “içeriden” bir özdeşleşme içeren kavrama ihtiyaç duyuyor. “Organik” bize bunu anlatıyor. Liderin “temsilci” olmadığını, bizzat “toplumun kendisi” olduğunu söylüyor. Böylelikle bizi iktidarın “kişiselleşme” ihtimalinin yokluğuna ikna etmek istiyor.
Fakat bu açıklamalar en azından bende (ve benim gibi düşünenlerde) yazarın umduğunun tersine, fazlaca endişe yaratıyor.
Neden?
Öncelikle iktidar-toplum ilişkisinde iktidarın özerklik alanını, toplumla olan gerilimini ve toplumu dönüştürücü etkisini tamamen reddediyor. Bununla da kalmıyor kendi tabanının taleplerini siyasetin merkezine koyan organik bir liderin tüm toplumu tatmin edebilecek demokratik bir rejimin teminatı olduğu sonucuna sıçrıyor.
***
Peki, sormak gerekir: İnsanlığın biriktirdiği siyasi tecrübeler ne olacak? “Organik” kavramıyla açıklanmaya çalışılan derinlikte toplumsal bağlar kurabilen liderlikler üzerinde biriken güç yoğunlaşmasının sonuçlarına yabancı değiliz. Öncelikle demokratik kültürün güçlü olduğu; cemaatsal yapıların yerini bireysel farklılaşmaların aldığı toplumlarda bu tür “organik liderlerin” var olmadığını biliyoruz. Kişilerden çok kurumların ve kuralların önemli olduğu bir dünyadan haberdarız. O dünyanın “organik liderler dönemi” diyebileceğimiz felaketlerin tecrübesi üzerine inşa edildiği de sır değil.
Bütün insanlık tecrübesi gösteriyor ki, “Organik liderlik” le açıklanmak istenen iktidar modelleri demokratik kültürü güçlü coğrafyalarda vücut bulmuyor. Bu tür aşırı kişiselleşmiş güç yoğunlaşmaları, başlı başına o toplumda demokratik geleneğin zayıflığından neşet ediyor. Toplumsal tolerans ve birleştiricilik yerine, çok güçlü bir “ötekileştirme” ideolojisi üzerine inşa ediliyor.
***
AKP tabanının liderle “devletin demokratikleştirilmesi” üzerine koşullu bir sözleşme yapıp yapmadığını bilmiyoruz. Böyle olsa bile, liderin, siyasetin özerk dinamiklerini, yukarıdan aşağı işleyebilen ikna ve güç mekanizmalarını kullanarak toplumu “otoriter bir rejime” zorlayıp zorlamayacağını tecrübe etmedik. Böyle bir yönelimde “kendi tabanının” göstereceği tepkinin çapı ve sonuçlarından da Markar Eseyan kadar emin olmamız için inandırıcı bir gerekçemiz yok. Kaldı ki, otoriterleşmeyi göze almış liderlerin “tabanın tepkisini” de göze alıp çatışmaya girmeyeceklerini ve devlet şiddetine maruz kalınmayacağını gösteren örnek bulmanın çok kolay olacağını sanmıyorum.
Sonuçta demokrasi, “organik lider”le belli bir toplumsal kesimin yaptığı hayali sözleşmelere inanarak iradenin ona terk edilmesiyle elde edilebilecek bir rejim değil.
Tam tersine; liderin iradesinin “organikliğine” güvenilmeyip kurum ve kurallarla sınırlandırılmasına demokrasi deniliyor.
1215 yılında imzalanan Magna Carta’dan beri...
Ve bu, liderin kalitesinden bağımsız bir gerçek…