Darbenin kökleri (2) ABD’de dengelerin değişimi ve Türkiye’nin bölgede yükselişi
Irak savaşının istenen sonuçları vermediği anlaşıldıktan ve Obama seçimleri kazandıktan sonra, İsrail-neoconlar-Beyaz Saray ilişkilerinde kaymalar oldu. ABD’nin Ortadoğu politikalarının belirlenmesinde Beyaz Saray’ı kaybeden neoconların sözü zayıfladı. İsrail–neocon ekseninde, Obama yönetimiyle gerilimli, bağımsız bir dinamik oluştu.
Obama orduyu Irak’tan çekme sözü vererek seçilmişti. Türkiye Batı’yla uyumlu bir ortak olarak bölgede oluşacak boşluğu doldurmaya aday bir ülke rolünü önünde buldu. Arap toplumunda nefret nesnesine dönüşen ABD’nin, kanla, şiddetle yapamadığını Müslümanların vicdanını ve duyarlılıklarını temsil eden Türkiye’nin yumuşak gücü yapacaktı.
Bu rol, neoconları rahatsız edecek ölçüde inisiyatif vadediyordu hükümete. Üstelik, Erdoğan–neocon dostluğunun altından hayli serin sular akmış; Gazze olayı yaşanmış (Aralık 2008), Davos’ta tüm dünyanın gözü önünde Erdoğan Peres’i azarlamıştı (Ocak 2009).
Obama, seçilir seçilmez ayağının tozuyla Türkiye’ye geldi (Nisan 2009); kolunu kaldırıp “stratejik ortağını” dünyaya gösterdi. Erdoğan kürsüyü kapmıştı.
REJİMLERLE İŞBİRLİĞİ
Muhafazakâr sermayeye bakir pazarlar, siyasi harekete de geniş bir etki alanı vadeden aktif dış politikanın altın sloganı “komşularla sıfır sorun”la tanışmamız o günlere rastlar.
Esad, ışık hızıyla “yakın birader” koltuğuna oturdu. İran’la vesayet yıllarının mirası buzlar çözülürken, Irak yönetimiyle iyi ilişkiler kuruldu ve Irak Kürdistanı’na olağanüstü bir yatırım atağı başlatıldı. Kaddafi, zaten ülkesinde Türk müteahhitlerin cirit attığı bir dosttu.
Kimilerinin “taşeronluk” diye aşağıladığı “komşularla sıfır sorun” çizgisi, tam anlamıyla bir “kazan-kazan” politikasıydı. Bu politikanın ayırt edici özelliği, siyasi rejimlerin niteliğine kör kalan, rejim üzerinden dost–düşman tasnifini reddeden bir işbirliği perspektifine dayanıyor olmasıydı.
HALKLARIN KALBİNİN KAZANILMASI
Evet, Türkiye’ye geniş bir alan açıyor, fakat “halklar ayağı” olmadan eksik kalıyordu. İlk kez aktif biçimde yüzümüzü döndüğümüz bu bölgede devasa bir Filistin sorunu vardı ve Türkiye’nin sicili Arap sokağında hiç de heyecan yaratmıyordu. İçe kapalı, Batıcı, İsrail ile iyi ilişkiler yürüten soğuk yüzüyle Türkiye Cumhuriyeti, “uzak diyarlara” ait bir yabancıydı.
Erdoğan hükümeti, kendisini bölge halklarına açan en etkili adımlardan birisini Hamas’la ilişki kurarak attı. Hamas’ın seçimleri kazanarak Gazze’nin yönetimine geldiği 2006 yılında Halit Meşal Türkiye’yi ziyaret etti. Batı devletlerinin “terörist” listesinde yer alan bir örgütle resmi ilişki kurulması, o tarihte içerideki muhaliflere “eksen kayması”nın radikal bir işareti olarak gözüktü. Oysa bir yıl sonra Erdoğan’ın başarılı Bush görüşmesine tanık olduk. Keza yine Türkiye 2008 yılında İsrail–Suriye barış görüşmelerinde arabuluculuk rolü üstlendi. Türkiye’nin Hamas’la ilişki kurması başlı başına bir “rol ihlali” değildi. Önemli olan bu ilişkilerin nasıl sonuçlar üreteceğiydi.
Hükümet hangi “kulübe”çalışacaktı? Soru buydu?
Devamı yarın...