Mourinho ne dedi, biz ne anladık?
José Mourinho, Porto ile başlayan başarılı kariyerine Roma ile kazandığı Konferans Ligi şampiyonluğu ile devam ediyor. Bugün, Real Madrid, Manchester United, Chelsea gibi dünyanın önde gelen takımlarının düşündüğü 4 veya 5. teknik direktör olabilir. Ancak çok değil, bundan 7-8 yıl önce bu kulüpler, Mourinho’yu almak için yarışır durumdaydı. Bugün ise yanında yetiştirdiği öğrencisi Ruben Amorim, Manchester Unitedın teknik direktörü olmuş durumda.
Mourinho, ülkemize gelen geçmişi başarılarla dolu en iyi teknik adamlardan biridir. Analitik düşünce yeteneğinin yanı sıra son derece zeki bir insan olarak bilinir. Hem saha içi hem de saha dışındaki olaylarda kendini ön plana çıkararak, sonrasında ders niteliğinde açıklamalar yapar. Bu tutumu, genellikle çoğu kişi tarafından eleştirilse de kendi stratejisi içinde önemli bir yer tutar.
“Buraya gelmeden önce bana böyle şeyler olduğundan bahsedildi, ama buradaki durum daha da kötüymüş. Böyle olsa gelmezdim,” diyerek ülkemizdeki futbol ortamına dair eleştirilerini dile getirdi. Portekiz, teknik direktör ve futbolcu yetiştirme konusunda dünyada adeta bir futbol tüccarı haline geldi. Cristiano Ronaldo, kariyerine İtalya, İspanya, Portekiz ya da Belçika gibi ülkelerde devam edebilirdi. Ancak Suudi Arabistan Ligi'ni tercih etti. Bu kararın arkasında çalıştığı reklam ajansları ve sponsorlar gibi etkenler bulunuyordu. Benzer bir durumu Fenerbahçe’den sonra Jorge Jesus’ta da görebiliriz. Bu örnekler artırılabilir.
Jorge Jesus, “Süper Lig’in sportif gerçekliği yok” dediğinde çoğumuz bu sözleri kendini beğenmişlik olarak yorumlayıp tepki gösterdik. Ancak kendisi de çok kalmadan görevinden ayrıldı. Mourinho ise ülkeye ayak basar basmaz eleştirilere maruz kalacağını biliyordu ve buna karşı önlemler almaya başlamıştı. Ezeli rakiplerinin teknik direktörüyle başlayarak takımın yavaş oynadığını eleştirip, oynamayan oyuncuları espirili bir şekilde motive etti. Takım içinde kendini vazgeçilmez gören oyuncuları kırmadan hamle oyuncusuna dönüştürmeyi başardı.
Hakemler konusunda da özellikle Pazar akşamına kadar üstü kapalı ve imalı çıkışlarda bulunsa da sorunları dile getirmeye devam etti. Trabzonspor maçı sonrasında ise belki de ülke futbolunun büyük bir sorununu açıklığa kavuşturdu: “Siz burada bu kadar kavgaya tutuşuyorsunuz ama ülke dışında bu maçların izlenme oranlarına bakın. Büyük ihtimalle Londra’da maçı izleyen tek kişi benim oğlumdur. Ben buraya işimi yapmaya geldim. Yine bu lig size kalacak ve bu sorunları siz çözmek zorundasınız.”
Bu açıklama sonrası, kendini ifade edemeyen, milliyetçilik söylemleriyle yanıt veren ve eleştirilere tahammülsüz bir kesim, “Mourinho’yu kovun, uçağa bindirmeyin” şeklinde tepkiler verdi. Ancak Mourinho gibi üst düzey teknik direktörlerin yaptıkları sözleşmeler o kadar ince şekilde planlanır ki, kulüpler bazen onlar giderken kulübün anahtarını teslim etmediklerine şükreder.
Trabzonspor-Fenerbahçe maçı 108 dakika oynanırken, topun oyunda kalma süreci sadece 40 dakikayı buldu. Maçta iki takım toplam 30 şut çekip, 13 isabet buldu; 19 korner, 25 faul oldu. Gol beklentisi yakın ve heyecanı yüksek olan bu maçta, tartışılan tek konu hakemlerdi.
Futbolun başında kimin olduğuna bakın: Geçmişte bir hakemi 3 saat odada tutup, “Ben gelene kadar bir şey yapmayın” diyen kişi. MHK Başkanı, hakemlere operasyon yapmış bir şahsiyet. Kulüp başkanları, kulüpleri şirket gibi yönetirken zarara uğratan, kâr yerine kayıpları artıran yönetim anlayışına sahip.
Bu zihniyetle devam edersek, Mourinho sonrasında getirilecek Guardiola, Zidane veya Ancelotti gibi teknik adamların kaldıkları otelde neden sadece tavuk ve makarna yediklerini tartışırız