Körfez'in yeni 'normali'
Katar karşıtı koalisyon talepler listesini Kuveyt aracılığıyla Doha'ya iletti. Listenin hazırlandıktan kısa bir süre sonra Reuters ve AP üzerinden medyaya sızdırılması üzerine hepimiz de listenin içeriğini ve maddelerin niteliğini öğrenmiş olduk. 13 maddeden oluşan listenin uygulamaya konulması Katar'ın bağımsız ve hükümran bir devlet olarak sonunun ilanı anlamına gelir.
Katar'ın İran'la ilişkilerinin seviyesini düşürmesini, Türkiye'nin Katar'daki üssünün kapanmasını ve ortak askeri işbirliklerinin sonlandırılmasını, El Cezire başta olmak üzere Katar destekli medya gruplarının kapanmasını, Katar'ın diğer Körfez ülkelerinin vatandaşlarına vatandaşlık vermemesini, Körfez ve Arap dünyasındaki muhalif şahıs veya gruplara herhangi bir destek sunmamasını isteyen listenin kabulu için Katar'a 10 günlük bir süre verildi. Katar’ın bu talepleri kabul etmesi halinde 12 yıl sürecek olan bir denetim sürecine tabi tutulması öngörülüyor. Talepte bulunan Körfez ülkeleri Katar'ın ilk yıl aylık, ikinci yıl üç aylık, sonraki 10 yıl için ise yıllık olarak bu maddelere uyum konusunda ilerleme raporları hazırlamasını bekliyorlar.
Listenin içeriği şunu gösteriyor: bu liste Doha tarafından kabul edilip uygulanması için değil, tam aksine reddedilip uygulanmaması için hazırlanmış gibi duruyor. Çünkü listenin hedefi hiçbir tartışmaya mahal bırakmayacak kadar açık: talepler, Katar'ın kendisine kuşatma uygulayan ülkelerin bir uydu devletine değil uydu yapısına dönüştürülmesini öngörüyor...
Zaten listenin bu yapısı Cuma gününden beri iki farklı tartışmayı tetiklemiş görünüyor. İsviçre dışişleri eski bakanı (1991-1994 yılları arasında başbakanlık da yapmış olan) Carl Bildt ve ABD'deki Rice Üniversitesi'nin Baker Enstitüsü'nden Körfez uzmanı Kristian Ulrichsen’in de aralarında bulunduğu ilk grup, mevzubahis talepler listesini bir Sırp milliyetçisinin 1914 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Franz Ferdinand’ı Saraybosna ziyareti sırasında öldürmesi üzerine Avusturya'nın Sırbistan'dan istediği fakat karşılanması mümkün olmayan talepler listesine benzetiyor. Bu talepler tabii ki karşılanmadı. Sonrasında yaşananlar ise herkesin malumu.
İkinci bir grup ise, şimdi yaşananlarla I. Körfez Savaşı öncesi durum arasında bir analoji kuruyor. Financial Times'tan Roula Khalaf'ın bir Arap diplomata dayandırarak anlattığı anektotta, dönemin ABD Irak Büyükelçisi April Glaspie’nin bir konuşmasında Saddam Hüseyin’e, ABD’nin Araplar içi tartışma veya mücadelelerde taraf tutmayacağını belirtiyor. Saddam bunu kendisinin Kuveyt’le alakalı tasarruflarına yakılmış bir yeşil olarak okuyor ve sonrasında giriştiği Kuveyt işgali bilindiği üzere kendisi için sonun başlangıcı oluyor. Bu anektodu dile getiren analistler daha çok Suudi Arabistan’ın giriştiği maceraların kendisine çıkaracağı maliyetlere işaret ediyorlar. Yemen’la başlayıp Katar’la devam Suud maceracılığının Suudi Arabistan'ı bölgesel jeopolitik güç denkleminde zayıflatacağını belirtiyorlar. Yani Suudiler Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma riskiyle karşı karşıya bulunuyorlar. Körfez krizi bu iki okumayla illa örtüşecek diye bir durum söz konusu değil fakat her iki örnek de Körfez Krizinde bundan sonra yaşanması muhtemel evrilmelerle alakalı bize biraz ipucu verebilir.
Beyaz Saray’ın Cuma günü Körfez krizini ‘aile içi mesele’ olarak değerlendirmesi yukarıdaki anektodun yeniden hatırlanmasına yol açtı. Zaten ABD’nin krizle alakalı tutarlı ve net bir siyaset izlememesi aktörlerin yanlış çıkarımlarda bulunmalarına, dolayısıyla da krizin tırmanmasına yol açıyor. Yine bu krizin mimarlarının bu krizden umdukları sonuç ile krizin ortaya çıkaracağı resim birbirlerinden tamamıyla farklı olabilir.
Bu tartışmaları şimdilik bir kenara koyalım. Onun yerine şu soruya cevap arayalım: Katar karşıtı kamp kendi kredibilitelerini sarsacak, asıl niyetleriyle alakalı ciddi soru işaretlerinin doğmasına yol açacak böylesi bir listeyi neden hazırladı? Burada bu aktörlerin motivasyonlarıyla alakalı üç muhtemel senaryodan bahsedebiliriz.
Birincisi; aynı ülkeler daha önce hazırladıkları ‘terör’ listesinde yaptıkları gibi bu talepler listesini hazırlarken de son derece aceleci davrandılar. Özellikle ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün Katar’a abluka uygulayan ülkelerin uzun bir süre geçmesine rağmen henüz bir talepler veya şikayetler listesini ortaya koymamalarını eleştirmesi üzerine mevzubahis ülkeler alelacele bir talepler listesi hazırladılar. Bu şekilde hazırlanan bir liste de birçok çelişkiyi ve absürtlüğü içerisinde barındırmaya zaten başından itibaren namzetti.
İkincisi; bu listeyi hazırlayan aktörler bilinçli olarak maksimalist ve katı talepler ortaya koyarak Katar’ın bir uzlaşma formülünü ortaya koyabilme ihtimalini ortadan kaldırmak istediler. Bu da krizin devam edeceği ve bu durumun Körfez'in yeni normaline dönüşeceğine işaret ediyor. Bu opsiyon, aktörlerin bu krizi başka amaçlar için enstrümentalize etmek istedikleri manasına geliyor. Muhammad bin Selman bu yöntemle muhtemelen Suudi Arabistan’daki iktidarın el değiştirmesi ve akabinde iktidarını tahkim etme süreçlerini içeride herhangi bir muhalefetle karşılaşmadan sorunsuz bir şekilde tamamlamak için kullanmak isterken, Muhammed bin Zayid ise bu kriz aracılığıyla BAE başta olmak üzere bölgede monarşik rejimlere muhalif – Müslüman Kardeşler başta olmak üzere - aktör veya grupları daha fazla elimine etmek için bir imkan olarak değerlendirmek istiyor. Her halükarda bu aktörlerin bu krizi kendileri için kullanışlı bir krize dönüştürmek istedikleri anlaşılıyor. Bu yaklaşıma göre ortada çözülmesi gereken bir krizden ziyade istifade edilmesi gereken, enstrümental değeri yüksek bir hadise mevcut. Bu da bu durumun bölge için yeni bir normale dönüşeceğine işaret ediyor.
Üçüncüsü; bu listeyi hazırlayan aktörler önce absürt ve abartılı taleplerde bulunarak pazarlık masasında asıl istedikleri konularda daha rahat taviz koparmayı umuyor olabilirler. Fakat ortaya konulan taleplerin akıl-dışılığı buna pek imkan vermiyor gibi duruyor.
Şu an için bu muhtemel senaryolardan ikincisi en olası gözüküyor. Yani mevcut kriz hali, Körfez için yeni bir normale dönüşmekte. Ama bu kurguyu ortaya koyan aktörlerin tasavvurlarıyla krizin alacağı şekil her daim aynı olmayabilir. Burada özellikle de Suudi Arabistan bu meselede jeopolitik bir kaybedene dönüşebilir. Bu konuyu da bir sonraki yazıda deşelim.