Bayram beklemektir
Şeker reklamlarında öyle gördük. Gözü yaşlı amcalar kendilerini ziyarete gelecek gençleri, evlatlarını, torunlarını bir umutla bekliyordu. Onlar kavuşunca müzik değişiyordu, şeker oluyordu her yer.
Bugün gençlik bayramı. Bu defa babasını, dedesini, teyzesini bekleyen gençler var. Birçoğumuz tıpkı şeker reklamlarındaki gibi yorgun, yılgın ama umutluyuz. Peki neyi bekliyoruz?
Onurlu bir yaşam istiyoruz en temelde. Yıllarca okuduğumuz okulların bir işe yaramasını, emeğimizin bir değeri olmasını istiyoruz. Biraz daha açayım bunu.
Bugün Türkiye’de “ne eğitimde ne istihdamda” bulunan gençlerin oranı yaklaşık %25. Yani her dört gençten biri ne çalışıyor ne okuyor.
Geri kalan üçü ne halde peki?
Öğrenci olanlar en temel ihtiyaçlarından biri olan barınma sorununu bile çözemiyor. Binlerce öğrenci barınma krizi yüzünden eğitime ara vermek zorunda kalıyor. Kiraların bu kadar yüksek olduğu günlerde öğrencilerin bir araya gelip bir kirayı denkleştirmesi de mümkün değil yurt bedelini karşılaması da. Eldekini avuçtakini buna verip, öğrenim kredisi alıp barınma sorununu çözen öğrencilerse makarna ve türevleriyle besleniyor. Bırakın kitap almayı, temel ihtiyaçlarının birçoğunu bile karşılayamıyor.
Okulu bitirip bir iş bulabilenlerin büyük çoğunluğu asgari ücretle geçinmeye çalışıyor. Bir yuva kurmanın vakti geldiği söyleniyor onlara. Onlarsa ay sonunu zor görüyor. 10 yıl önce onların yaşında olan gençler maaşlarıyla araba alırken bugün çalışan gençler telefon bile alamıyor.
Hayat pahalılığı da en çok onları etkiliyor. Bir kafede çay içmek, bazen dışarıda yemek yemek gibi günümüzde artık sıradan olması gereken sosyalleşme alanları gençler için bir lüks. Bir konsere gitmeyi geçtim, bir kafede arkadaşlarla oturup sohbet etmek bile her geçen gün imkansızlaşıyor.
Önünde duran koskoca yılların nasıl geçeceğine dair hiçbir ferah cevap bulamıyor. İktidarın TL’yi düşürüp yabancı yatırımcıyı getirmeyi amaçlayan para politikası en çok gençleri hayatın dışına itiyor.
Yalnızca bu politikanın değişmesini isteyen bir tweet atsa bile mülakatta eleneceğini ve birçoklarının gözünde hain ilan edileceğini biliyor.
Çok çalışıp Şehir Üniversitesi’ni kazansa okulu kapatılıyor, Boğaziçi Üniversitesi’ni kazansa okuluna kayyum atanıyor.
Sezen Aksu dinlese iki gazete manşetiyle politikanın ortasına itiliyor, Mabel Matiz dinlese bir anda kendisini LGBTİ+ tartışmasının içinde buluyor.
Mülakata girse eleniyor, markete girse çöküyor.
Aşık olsa sevdiğine çiçek alacak para bulamıyor.
Üstelik bütün bunları anlatmaya başlasa hemen telefonunu çıkarması isteniyor. Kağıda bakarak bile İstiklal Marşı okuyamayanlardan milliyetçilik dersi dinlemek zorunda kalıyor.
Yaşadığı ekonomik sorunları anlatan gençler, sermayenin kontrolündeki medyanın uydurduğu terör iftiralarıyla baş etmeye çalışıyor.
Bugün her fırsatta Ömerler aradığını söyleyenler, gençlerin bütün itirazlarını baskılamaya çalışıyor. Gerçek ve apaçık sorunlar 1 gb internet paketi hediyesiyle geçiştirilmeye çalışılıyor.
Türkiye’de yapılan bütün araştırmalarda gençlerin mutsuz olduğu görülüyor. Kimi doktor, kimi mühendis, kimi akademisyen, kimi işçi milyonlarca genç, bu ülkeyi terk etmeyi düşünüyor.
Gençlerin terk etmeyi düşündüğü, bir kısmının bunun için seçim sonuçlarını beklediği bir ülkede işler yoluna girebilir mi?
Her fırsatta kapı gösterilen, istenmediği hissettirilen, kriminalize edilen ve emeği sömürülen gençler için bu ülkeyi terk etmek hala zor.
Çünkü hepimiz bu ülkeye bir bağlılık duyuyoruz. İlk kez burada aşık olduk. Bu ülkenin sokaklarında yürüdük. Ailemiz, sevdiklerimiz, mezarlarımız ve anılarımız burada. Bu ülkede eşit, adil, onurlu ve umutlu bir hayat yaşamak istiyoruz.
Beyaz peyniri iri dilimler halinde kesebilmeyi, yoğurdu kaşıklayarak yiyebilmeyi, arada bir kasaba uğrayabilmeyi, dostlarımızla çay içebilmeyi, sevdiklerimize çiçek alabilmeyi, kitap alacak para bulabilmeyi, konserlerde gülebilmeyi, işe girmeyi, yuva kurabilmeyi istiyoruz.
Bu basit ve haklı isteklerimizin çarpıtılmasından, karalanmasından çok yorulduk. Bu gürültü artık bitsin istiyoruz.
Bize sürekli kapının gösterilmesine gerek yok. Kapının nerede olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz.
Ama şimdi pencerede durmakta ısrar ediyoruz. Bu bayramda şeker reklamlarındaki dedeler gibi yorgun ve umutlu gözlerle bekliyoruz. Bu defa da yaşlıların bizi dinlemesini istiyoruz.
Bir gözümüz pencerede, bir gözümüz kapıda. İnsanca yaşamanın imkanını arıyoruz.