Tam Netanyahu’ya çakacaktım ki…
Vazgeçtim. Boynunda bayrak dövmesi taşıyan bir Times of Israel yazarı olarak belki de bunu yapmam gerekirdi.
Birkaç yıl önce dünyanın en çok okunan üç haber sitesinden biri olan Huffington Post yazar kadrosuna katılmıştım. Ki bu da bizzat Arianna Huffington aracılığıyla gerçekleşmişti. Gerek Huffington Post’un gerek ise diğer ABD haber sitelerine bakınca en genç köşe yazarı olmak da fena bir şey değildi hani.
Arianna Huffington’u pek emin olmamakla birlikte belki de şu sözümle etkilemişimdir;
“Pulitzer almak istiyorum, o yüzden kadronuzda yer almam gerekiyor”
Sağ olsun Arianna da bana bu yolu açtı. Portakal da vitaminken elin Yunanı gençlerin yolunu böyle açıyor işte. Gerçi hala portakalda vitaminiz ama en azından çoğu gibi ‘hıyar’ değiliz diye de bir not düşeyim şuraya.
Neyse…
Devam edelim.
***
Havadan sudan yazı yazıyordum, fena da gitmiyordu. O sıralar bir önemli derginin yayın yönetmenliğini de yaptığım için aslında HP ile pek de uğraşamadım desem yeridir.
Derken Can Dündar ile ilgili bir yazı yazdım. Birkaç gün önce Can Dündar “Türkiye cehennem gibi bir ülke” tarzında mavra yapmıştı ben de HP’de “Türkiye cehennem değil ama sen şeytansın Can Dündar” başlıklı bir yazı makale ele almıştım.
Aradan yaklaşık yedi-sekiz saat geçti ve yazım durduk yere yayımdan kaldırıldı.
Sonrası malum zaten.
Türkiye’deki çoğu haber sitesi ve gazeteye gün doğdu çünkü ilk kez Batı medyası ile ilgili bir açık yakalamışlardı.
Çaktılar da çaktılar. İşte özgür batı medyası böyle sansürcüdür, küreselcidir falanlar filanlar.
Haklılık payları da az değildi ama.
Can Dündar’ı eleştiren bir yazı neden batı medyasını rahatsız eder hala anlamış değilim. Tıpkı o zamanlar birlikte yargılandığı dönemin Cumhuriyet Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ün bu sıralar canım cicim Adalar’a aday gösterilmesini anlamadığım gibi. Belki de “Can Dündar primin dibine dibine vurdu, sana karşılığını veremedik, Adalar’la idare edersin artık” diye düşünmüşlerdir…
Ya işte Can Dündar’ın nasıl biri olduğunu bir bakıma gözler önüne sermiştim.
Da sonrasında yazdığım bir yazıdan sonra Huffington Post’tan şutlanmıştım.
Sen gel Pulitzer alacam diye bol keseden salla, ülkendeki bir olaydan dolayı oradan şutlan.
Olacak iş değil.
Şunu da belirteyim, ben yazarlığa devam ederken Arianna Huffington, Huffington Post’u satmıştı. Yani onluk bir olay yoktu şutlanma sırasında.
***
Bu olaydan sonra Türkiye’de beni programlara davet edenler mi olmadı, köşe verenler mi olmadı…
Hiç uzatmadım o gün bu mevzuyu. Prim yapmamaya da dikkat ettim.
Uzun uzadıya yazmaya gerek duymuyorum ama Allah’a şükür sonrasında kalemimiz pişti. Yine uluslararası birçok kurumda yazılarım yayımlanmaya devam etti.
Öyle ki şu an tüm dünyadaki yayın organları ile bir iş birliği yapıp, bununla ilgili özel bir şirket bile kurduk. Nijerya’da da, Arjantin’de de yazılar yayımlayabilecek durumdayız ki bu çok özel bir şey.
Tabii Pulitzer alamadık. Sanırım hiç de alamayacağım çünkü o çocuk heyecanımı da günden güne yitirdim sanırım.
Bu yazımın başlığına dönecek olursam, İsrail Başbakanı Netanyahu bu günlerde siyasetçilerin ve medyanın gündeminde. Haklı olarak Netanyahu’ya karşı öfkelerini dile getiriyorlar.
Tabii bazı gazeteciler, çok okunmayan gazetelerinde bunu hamasetle yoğuruyorlar.
Times of Israel yazarı olarak, yazayım diyorum köşemde Netanyahu ile ilgili bir şeyler, gelecekse buradan gelsin.
Aman yok diyorum sonra, tekrire gerek yok. Times of Israel’de etliye sütlüye karışmadan devam edeceğim.
Türkiye’yi kurtarmak bize mi kaldı? Biraz da Cumhurbaşkanı gezilerinden geri gelemeyen, sosyal medyada hamaset yapıp duran kalemşorlar uğraşsın!
Hadi eyvallah.