Soyadı hikâyeleri
E-Devlet Soyağacı Sorgulama sayfasına gösterilen ilgi doğrusu beni hiç şaşırtmadı. İnsanların nereden geldiklerini, soylarını soplarını öğrenmek istemeleri son derece tabiidir.
Malumunuz, bugün taşıdığımız soyadlarının yüzde doksanının soylarımızla hiçbir alakası yok. Falih Rıfkı Atay, bir yazısında “Biz soyadlarımızı bir sabah kravat gibi taktık!” der. Daha da kötüsü, aynı soydan gelen insanlar, Soyadı Kanunu çıktıktan sonra çeşitli sebeplerle farklı soyadları almak zorunda kaldıkları için zamanla birbirlerini tanımaz hale gelmişlerdir. Üstelik nüfus memurları bazı ailelere öyle tuhaf soyadları dayatmışlardır ki, değiştirme imkânı bulamayanlar hâlâ taşıyorlar.
Beğendikleri soyadları başkaları tarafından alındığı için ceberut nüfus memurlarca verilen soyadlarını kabul etmek zorunda kalanların ve seçtikleri soyadlarıyla sahip olmadıkları meziyetlere bedavadan konmak isteyenlerin komik hikâyeleri derlense bir mizah şaheserine sahip olurduk. Refik Hâlid Karay, Sırmasaç, Açıkgöz, Kulağıdalik gibi soyadlarını seçen bedavacılarla tatlı tatlı alay eder. Cemal Nadir de bir karikatüründe bu tuhaflığa işaret etmişti: Kapkara bir adam, soyadı Akışık; karısından dayak yiyen bir adam, soyadı Kazak vb... “Ak”lı, “soy”lu, “er”li, “öz”lü mözlü soyadları... Sanki “Kendinize bir soyadı bulun denmemiş, övünün!” denilmiştir.
1934 yılında Soyadı Kanunu çıkarıldıktan sonra yaşananlar hakkında herhangi bir çalışma yapılmış mıdır, bilmiyorum. Bunun çok heyecan verici bir konu olduğunu meraklı araştırmacılara hatırlatmak isterim. Ben, izin verirseniz, bazı tanınmış kişilerin soyadı maceralarından söz etmek istiyorum.
***
Nihal Atsız, Soyadı Kanunu’nun yanlış olduğunu düşünüyordu, çünkü Türklerde soyadı isimden sonra değil, önce gelirdi. İlle Avrupalılara benzeyeceğiz diye soyadını sona almak, Atsız’a göre, şuur altına işlenmiş bir aşağılık duygusunun ifadesiydi. Eski Türkçü dergiler taranırsa, Atsız’ın bu görüşünün benimsendiği ve isimlerin başında “oğlu”yla biten soyadlarının kullanıldığı görülür.
Soyadı Kanunu’nun çıkarıldığı tarihte Anadolu Türklerinden yüzde doksan beşinin Çapanoğlu, Kadıoğlu, Göcenoğlu, Mızrakoğlu gibi soyadlarına sahip olduklarını iddia eden Atsız, kendi aile soyadının Çiftçioğlu olduğunu söyler. Kanunun çıktığı tarihte kendisi, babası ve kardeşi ayrı ayrı yerlerdedirler, bu yüzden ortak bir soyadı alamazlar. Kanunun tam metni değil, özeti yayımlandığı için yanlış anlamalar dolayısıyla nüfus memurları “oğlu” ve “zade” ile biten tarihî soyadlarının alınmasını engellemişlerdir. Atsız’ın o sırada askerde olan kardeşi Nejdet “Sançar”, babası ise “Özçiftçi” soyadlarını alırlar. Kendisi Atsız’ı almak isteyince nüfus memuru bunun tarihî bir ad olduğunu söyleyerek kabul etmek istemez. Memuru tarihî olanın Atsız değil Adsız olduğuna güç bela ikna eden Hüseyin Nihal, daha önce mahlas olarak kullandığı Atsız’ı soyadı olarak tescil ettirir.
Bunları anlattığı yazısında, devletin bahşedeceği soyadına muhtaç olmadığını söyledikten sonra “Onu soysuzlar düşünsün,” diyen Atsız, o tarihte devletin CHP demek olduğunu hatırlatmayı da unutmamıştır.
Bir gazete ilanında ilk soyadıyla Münir Nurettin Selçuk
***
Çiftçioğlu ailesinin yaşadığı soyadı macerasının bir benzerini de Müridoğlu ailesi yaşamıştır. Bu yüzden ressam ve heykeltıraş Zühtü Müridoğlu ile hattat, bestekâr, tanburî ve hâfız Kemal Batanay’ın özbeöz kardeş olduklarını bilen azdır. Soyadı Kanunu çıktığında, babaları aile lâkapları olan Müridoğlu’nu soyadı olarak almak istemiş, fakat nüfus memuru, “Şeyh, mürid, derviş devri geçti!” deyince, çaresiz, nüfus kütüğüne “Ulueren” soyadını yazdırmış. Kemal Batanay, bir süre sonra bir sebeple soyadını değiştirmek için Kasımpaşa Nüfus İdaresi’ne gitmiş; kendisinden öncekinin “Doğanay” soyadını aldığını görünce, “Bizimki de ‘Batanay!’ olsun!” demiş. Küçük kardeşi Zühtü, daha sonra mahkeme kararıyla Ulueren soyadını Müridoğlu olarak değiştirmiştir. “Batanay” soyadı, özellikle müzikseverler için özel bir anlam taşımaktadır. Bilindiği gibi, Kemal Bey’in eşi Naime Batanay ve oğlu Ercüment Batanay da tanburî idiler.
Cyrano de Bergerac’ın meşhur mütercimi Sabri Esat Siyavuşgil’in de ilk soyadı Ander’di. Bu soyadını istemeyerek almış olmalı ki, yıllar sonra mahkemeye başvurarak aile soyadını tescil ettirdi. Kabul etmek zorunda kaldıkları soyadlarını sonraları değiştirenler çok olmuştur. Mesele Münir Nureddin Selçuk’un ilk soyadı Gürses’ti. Selçuk soyadının ailede bir geçmişi var mıdır yoksa gelişigüzel mi seçilmiştir, araştırmak lazım.
Ve İbnülemin Mahmud Kemal İnal... Ailesi Selcenoğulları diye tanındığı halde, dediğim dedik nüfus memurlarına dert anlatamayacağını bildiği için gazetelerden yayımlanan listelerden birinde, babasının ismi olan Emin’in öztürkçe karşılığı olarak gösterilen “İnal”ı seçen İbniülemin, “Kendime Dair”de, bu tuhaf durumu “Kendi ismi dururken müstear isim kullananlara benzedik!” diye anlatır.
***
Bazı aydınlar da kendilerine nedense tek heceli soyadları seçmişlerdi. Nâzım Hikmet Ran, Vedat Nedim Tör, Ercüment Behzat Lav, Kemal Salih Sel gibi. Tanburi Cemil Bey’in oğlu ve Nazım Hikmet’in yakın arkadaşı olan Mesut Cemil’in de “Tel” soyadını aldığı söylenir, ama galiba hiç kullanmadığı bir soyadı...
M. Bahaeddin isminde bir sözlük yazarımız vardır, eski harflerle basılmış Yeni Türkçe Lügat’inin bir zamanlar mekteplerde yaygın olarak kullanıldığını sanıyorum. Beethoven’i çok seven bu zat, soyadı kanunu çıktığında Toven soyadını almış ve o günden sonra eserlerinde imzasını B. Toven şeklinde kullanmıştır. Rahmetli Cinuçen Tanrıkorur’un adının ve soyadının macerasını birkaç hafta önce anlatmıştım. Tanrıöver gibi, Atatürk’ün verdiği soyadları ayrı bir yazının konusu olacak kadar önemlidir.
***
Beğenilmeyen soyadlarını mahkemeye müracaat ederek değiştirmek elbette mümkündü. Ama zahmeti göze alamayan aileler saçmasapan soyadlarını taşımak zorunda kalmışlardır. Bu yüzden çocukları soyadları sorulduğu zaman ya söylemek istemiyor yahut kimse duymasın diye fısıltıyla söylüyorlar.
Cemal Nadir’in 15 Aralık 1934 tarihli Akşam gazetesinin birinci sayfasında çıkan bir soyadı karikatürü