Derin mesele...
Bir açıdan bakıldığında görülür ki, cemaatimsi toplum dokusu Türkiye’nin en önemli sosyolojik verisi ve en önemli siyasal sorunudur.
Toplum, iç içe girmiş, bütünlenmiş bir yapıdan çok yan yana duran bir topluluklar serisi olarak karşımızdadır.
Dindarlar, laik-seküler kesim, Kürtler, Aleviler, sol, milliyetçi gruplar, azınlıklar zımni bir milletler düzeni içinde yaşarcasına her biri içine kapalı değer sistemleri içinde varlıklarını sürdürürler.
Güven, siyaset, kolektif değerleri besleyen, ortak sahalar genellikle geride durur.
Böyle bir dokunun temel meselesi doğal olarak bu gruplar arasındaki ilişkiler üzerine oturur.
Demokratik dalga, reform, ekonomik ve siyasi istikrar dönemlerinde gruplar arası temaslar artar.
Özgürlük talebi, çıtası, hamleleri farklı kesimleri kuşattıkça etkileşim kapıları açılır, ortak tanım arayışları artar.
2000’lerin ilk 10 yılını, o günlerin Türkiye’sini böyle düşünmek mümkündür.
İstisna dönemlerdir bunlar.
Buna karşılık iniş dönemlerinde ya da topluluklar arasındaki güç, temsil ve görünürlük dengesinin, hiyerarşisinin bozulduğu ilişkiler kopar ve karşımıza kutuplaşmalar çıkar. Birbirini duymayan, anlamayan, hatta fark etmeyen bloklar oluşur.
Bu durum ise Türkiye’ de genel olarak kaidedir.
Bu tür kutuplaşma ve kopuş dönemlerinin önemli bir özelliği vardır. Toplumun siyasete esir olması siyasetin içinde hapsolmasıdır. Siyasetin toplum, toplumsal ve topluluklar üzerindeki tahakkümü kutuplaşmayla doğar ve ne yazık ki fasit bir daire oluşturarak kutuplaşmayı besler.
Velhasıl kuvvetli bir ‘ötekileşme’ ve ‘ötekileştirme’, yeniden cemaatleşme süreci olarak kutuplaşma kolay ürer, zor gider...
Bugün de bir bakımdan asıl sorunumuz budur, eksik demokrasinin altında yatan asıl meselemiz sorunumuz böyledir.
Yolsuzluk, yozlaşma, tarz-ı siyaset, cemaat meselesi, otoriterleşme, kimlik siyaseti, itiraz siyasallaşması; bunların hemen hepsi en azından iç içe giren birbirini üreten bir bütün olarak, birer besleyici ve birer sonuç olarak bu şemsiyenin altında yer alırlar, alıyorlar.
2010’lardaki dalgayla, sosyolojik alan belki pek çok dönüşüme tanık oldu. Kimlikler kendi içinde yeniden yapılandı, daha özgürlükçü bir istikamet tutturdu.
Ama ana doku, sert zihniyet çekirdeği çok dirençli.
Şöyle bir bakın:
Seçimler yapıldı bitti ve sindirildi.
Bugün Türkiye, iç dengeleri bakımından, aktörleriyle, siyasetçisi ve aktivistiyle, gazetecisiyle, dindarıyla, genciyle, diğer toplumsal unsurlarıyla insansız, hükümran bir siyasete bir siyasete, siyasi kutuplaşmaya esir düşmüş halde.
Hiçbir oyuncu bu ortamdan çıkış arayan, zorlayan ipucu vermiyor, umut ışığı sunmuyor.
Çıkışı, ezilmesi, geriye itilmesi olarak sanma dalgası, daha doğrusu körlüğü her yere hakim.
Basın malum, gençler öfkeli...
Öfke ve kutuplaşma aç bir kurt gibi önüne çıkan her şeyi silip sürüpüyor, yiyip bitiriyor.
Türkiye’nin önemli meselelerden birisi, hala, örtülü öfkeyi dindirmek, kutuplaşmayı azaltmaktır. Başta iktidar tüm aktörlerin ilk hedeflerinden birisi olmalıdır.