Beceri yoksunu
Beceri, elinden iş gelmek, maharet anlamına; becerikli ise elinden iş gelen, işi yapmaya yatkın, maharetli demektir. Beceri kelimesinin maarif dünyamızdaki yerini arayalım.
Kalemin aynasını biraz geçmişe tutalım. Cumhuriyet öncesi Osmanlı’da malumunuz mektep, medrese, azınlık, askeri, tıp, mühendishane ve sanat okulları. Her kültürden okul. Mektepler ve teknik okullar Batı ile atbaşı gitmese de dönemin şartlarına göre donanımlı ve yetkin okullardı. Osmanlı, Batı tarzı mekteplerin gelişimine öncelik verince uzun süre yenilemeye karşı direnen medreseler işlevlerinin gerisinde kaldı.
Cumhuriyet kuruldu. İlk yıllar Osmanlı’daki mevcut eğitime devam edildi. Cumhuriyet’in ayakları yere sağlam basıp iktidar kavgalarında Kemalistler güçlü çıkınca eğitimde sil baştan kavgası başladı. Tükiye’nin eğitim suları Batı’ya entegre vadisine akıtıldı. Sanayi ve akıl devrimiyle dünyanın iktidar kılıcını elinde bulunduran Batı ülkelerine imrenme ve bu imrenmeye uygun bir eğitim inşa etmek.
İstikbalin rotası: Batılılaşma.
1925 Tevhidi Tedrisat Kanunu’yla okullar MEB çatısı altında birleştirildi. Medreseler kapatıldı.
Sil baştan bir eğitim için mazinin lağvedilmesi elzemdi. Eğitimde inkılabın öznesi, alfabe değişimi oldu. Cumhuriyet’in mimarları, Arap alfabesine teşne olan bir nesil yerine promote ateşini almaya soyunan bir nesil inşa etmeyi eğitimin olmazsa olmaz hale getirdiler. Padişahım çok yaşa yerine Cumhuriyet çok yaşa.
Dünya üniversitelerini aratmayacak tarzda eğitim veren Darülfünun 1933'te kapatılıp İstanbul Üniversitesine dönüştürüldü. Dönüşümün akıl hocası İsviçre’den getirilen Albert Malche.
Mevcut iktidarı, İnkılap zihniyetini eğitimde önceliğe almayan bilim adamları Üniversiteden alındı. Cumhuriyet çok yaşa, nidasını önceliğe alan zevat fakülteye atandı. Eğitimde hamaset, ilk öğretimden üniversiteye kadar eğitimin tüm damarlarına zerk edildi.
Cumhuriyet’in temel amacı: Avrupa’nın 17. yüzyılda Aydınlanma Çağı’yla başlattığı eğitimi kilise ve tanrıdan alıkoyma fikrini Cumhuriyet Türkiye’sinde gerçekleştirmekti.
Çiçeği burnunda Cumhuriyet, olağanüstü hal ilanı gözetiminde inkılaplar ve ilkeler ışığı altında maarifi metafizikten arındırdı. Eğitim; aklın, bilimin, demir ağların ve daha birçok türedi tanrıların yüce boyunduruğu altına alındı.
Her devrim önce kendi çocuklarını yer, temel gerçeği Cumhuriyet için de geçerliydi. Cumhuriyet’in ilk yıllarında başlayan tek tip insan yetiştirme şiarı tek parti döneminde zamanla dayatmaya dönüştü. “Cumhuriyet Çok Yaşa” siftahından sonra eğitimin, okulun kapıları öğrencilere açılır hale geldi.
1940-1948 yılları arasında eğitim veren Köy Enstitüleri; eğitim ve zanaatı bir arada yürüttü. İlk yıllarında başarılı bir ivme yakaladı. Dönemin etik değerleri gözetilmeyip hamaset enstitülerde de ön plana çıkınca olan oldu.
“Memleketin o kadar derdi varken Almanca satranç dergisine abone olmak” ile bugünlerde Özgür Özel Bey’in gündeme getirdiği İsmet İnönü her buluttan nem kapan mizacıyla 22 Köy Enstitüsü’nün kapısına kilidi vurdu.
CHP’den ayrılıp parti kuran Menderes 1950’de iktidar oldu. Devrim yorgunu İnönü dinlenme koltuğuna çekildi.
Cumhuriyet, kapattığı medreseler karşılığında açtığı 29 İmam Hatip Mektebi’ni 1932 yılında kapatmıştı. 1951 yılında Celalettin Ökten Hoca’nın projesiyle açılan İmam Hatip Okulları devrimin kabzası altında din adamı yetiştime amacıyla açıldı. Zamanla MEB’e bağlı pozitif eğitim veren okullara dönüştürüldü.
İlk ve orta öğretim okulları MEB’in çatısı altında birleştirilip eşitlendi. Ancak George Orwell’in Hayvan Çiftliği’nde dediği gibi bazı okullar daha eşit kaldı.
Türkiye’de hangi parti iktidar olursa olsun eğitimin önceliği: Aklın ve bilimin rehberliğinde Atatürk’ün yaydığı çağdaş ışığa, ilke ve inkılaplara sadık bekçiler yetiştirmek.
Sağ ve muhafazakar partiler zaman zaman aykırı sesler çıkarsa da hitap ettiği kitlelerin yüreğine su serpmek işlevini yerine getirmenin ötesine geçmediler. Ak Parti’yi bunun dışında tutabiliriz. Ak Parti, maarifi çok budadı ama çekirdeğindeki tanrıları yerinden alıkoyamadı.
Her askeri darbe sonrası el atılan ilk kurum okullar oldu. Darbe dipçiği “çağdaş muassır medeniyetler” seviyesine ulaşmanın ışığını okullarda eğitim öğretim fer’ini köreltecek kadar arttırmayı ihmal etmedi.
Okulların merkezden taşraya yayılması zaman aldı. 1950’li yıllarda başlayan yaygınlaşma her on yılda bir ivmesini arttırarak devam etti. Cumhuriyet kurulduktan yarım asır sonra dahi okul görmeyen köyler vardı. 1980’lerden sonra cuma göndere çekilen pazartesi gönderden indirilen bayraklarla, okulla, latin alfabesiyle tanışmayan köy neredeyse kalmadı.
Eğitim; kalabalık sınıflar, bazılarının üniversite dahi görmediği öğretmenler (bunun yanında öğretmenliği adanmışlık hissiyle yapan karşısında düğme iliklenilecek nitelikli öğretmenlerin varlığını da not edelim),
kısıtlı sayıda bulunan kitaplardan ibaretti. Edirne’den Hakkari’ye coğrafya ve ekonominin ihtiyacına bakılmadan tek merkezden yazılıp çizilen kitapların, müfredatın dayatılması eğitimde kan kaybının güçlü damarıydı.
Eğitimde nitelik ve liyakat eksikliği günümüze kadar olageldi.
Hal böyle olunca 23 yıllık Ak Parti iktidarında hiç olmadığı kadar siyasi polemiklerle gündemde kalmayı önemseyen Milli Eğitim Bakanımızla Türkiye’nin PISA’daki sıralaması nasıl yükseldi?
Eğitimde çağ atlamadık. Temel beceri atölyeleri kurulmadı. Öğrenci başına düşen öğretmen sayısı, sınıfların durumu, müfredatın niteliği, okullaşma oranı, öğretmenlerin niteliği, ebeveynlik yapısı gibi eğitimi besleyen birçok nitelik bir önceki PISA sınavına göre aynı olmasına rağmen ne oldu da son PISA sıralamamız ilk onların üstüne çıktı?
Bunu bir sonraki yazımızda konuşup tartışalım.