Buna kim kafa yoracak?
Bayramın dördüncü günüydü. Nihal Bengisu Karaca’nın Habertürk sitesindeki yazısını okuyordum. Bayram sofrasındaki büyük aile yemeğindeki siyasi farklılaşmadan giriyor, ardından da bayramlarda bile gerçekleşemeyen “Biz”i sorguluyordu. “Biz” var mıydı gerçekten, “Biz”in içine kimler nasıl girerlerdi?
Böyle akan yazıda “Haşa” diye başlayan iki cümleyi okuduğumda irkildim.
Yazar “Haşa” ile başlamıştı, çünkü altta yazdıkları neredeyse düşünülmemesi gereken şeylerden oluşmaktaydı. Bakın işte şu iki cümle:
“Haşa, Allah’ı ‘AKP’li zannettiği için Allah’tan soğuyanlar mı?
-Haşa, Allah’ı ‘AK Parti’li zannettiği için Allah adına konuşur gibi davrananlar mı?”
Çok sarsıcı değil mi? Gerçekten “Haşa” ile başlanası değil mi?
Nihal Hanımın ifadeleri benim zaman zaman yazılarımda ve farklı ortamlarda seslendirdiğim, doğrusu, okuyanı ya da dinleyeni irkiltmesini beklediğim “Türkiye’de Müslümanlık oranını yüzde 50 artı 1’e indirdik” cümlesine benziyordu.
Siyasette ideolojik kamplaşma, siyasi iktidarın İslam’ın en görünür boyutunu temsil ediyor gözükmesi, iktidar karşıtlarının da iktidara öfke duyarken, islami aidiyet konusunda da sorgulamalara gitmesi, bunun sonucu, -yüzde 99’u Müslüman- diye tanımlanan Türkiyenin islami aidiyet oranının aşağılara doğru inmesi…. Beni tedirgin ediyordu.
Ben ki, yine aynı aidiyet ilişkisi sebebiyle Diyanet’e olan güvenin puan puan aşınmasını kaygı sebebi olarak gören birisiyim.
Nihal Hanımın iki cümlesine yakından bakıldığında ne kadar sarsıcı bir içerik taşıdığını anlamamak mümkün değil.
“-Allah’ı Ak Partili zannettiği için Allah’tan soğuyanlar
-Allah’ı Ak partili zannettiği için Allah adına konuşur gibi davrananlar.”
Dinin ya da Allah’ın -haşa diyeyim- bir siyasi meta haline getirildiği durumlarda bu ikili gruplaşmanın oluşması kaçınılmaz. Ya da şöyle söylemek lazım: Birileri her yaptıkları işi Din ya da Allah adına yaptığını söylediği zaman, o fiilden rahatsız olanların kendilerini Din ya da Allah ile mesafeli hissetmesinin yolu açılır. Onun için Dinin siyasi malzeme olarak kullanılmasının en büyük zararının Din’e olduğu kabul edilir. Bu, dini siyaset dışına itelim derken, -”izde katı laik - kemalist uygulamalar döneminde olduğu gibi” Din ile bütün münasebetleri kesmek, Dini hayat dışına itmek anlamına gelmiyor, gelmemeli.
Son dönemde, siyasi iktidarın “din istismarına karşı olduğunu söylemesine rağmen” kendisini halk nezdinde Din dili ile meşrulaştırma sürecine girmesi, siyasi parti ekseninde olmasa bile, kimi toplumsal zeminlerde, “Dine mesafeli” bir muhalefet yönelişinin oluşmasına yol açtı.
Ben, bende böyle bir kaygı oluştuğundan bu yana, Türkiyede bu meselelerekimin kafa yoracağını merak etmekteyim. Ben, -Türkiyede Müslümanlık oranı yüzdeç 50 artı 1e indirildi- diye yazdığımda kim irkilmeliydi mesela?
Ya da Nihal Bengisu Karaca, “Haşa” diye başlayan cümleleri kurduğunda kim alarm durumuna geçmeliydi?
Hocalar? Cemaatler? Kim?
Cemaat olarak yola çıkan bir yapının deformasyonu sonucu büyük sarsıntılar yaşandığında, bunun kitlelerde dini aidiyetlerde nasıl hasara yol açtığı yazıldı, çizildi. O yapıya siyasi kadrolar da karşı olduğu için, bu tepkiler olağan karşılandı.
Ama soru siyasi kadrolarla ve hele iktidarın dili ile ilgili olarak ortaya konduğunda, aynı hassasiyet sergilenmiyor. Hocalardan da ses yok, Cemaatlerden de…
Hiç olmazsa birilerimiz çıkıp, Nihal Hanıma, “Nereden çıkarıyorsun bunları?” diye sorsa ya… Sorulmuyor, çünkü bir yerlerde böyle bir hasar sürecinin işlediği biliniyor. Sorulmuyor çünkü, iktidarı böyle bir olgudan dolayı uyarmak, bir tür zülfiyare dokunmak anlamına geliyor.
Bu da bizim, zülfiyarimizin önceliğinin ne olduğunu ortaya koyuyor.
Ne diyeyim, herkes kendisinin zülfiyarinin hangi alanda olduğuna baksın bir.
BİR SÜRE İZİN: Bir süre izin istiyorum. Dinlenmiş ve kendimize yeniden bakmış olarak buluşmak dileğiyle.