Rahip Brunson gerekçesiyle Türkiye’ye yaptırım uygulayan Trump yönetiminin bu adımı iki ülkenin ilişkilerinde yakın tarihteki en büyük krizlerinden birine de kapı araladı. “Son yaşanan krizin daha iyi anlaşılmasında Trump Amerika’sının dış muhataplarına bakışı ve dış politikasında ekonomik enstrümanlar başta olmak üzere zorlayıcı araçları benimsemesi etkili oluyor.” Antalya Bilim Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Prof. Dr.Tarık Oğuzlu, ABD yönetiminden Türkiye’ye yönelik yaptırım tehditlerini değerlendiriyor.
Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti’nin Türkiye Cumhuriyeti İçişleri ve Adalet Bakanlarına yönelik aldığı yaptırım kararı son yıllarda çalkantılı bir seyir izleyen Türkiye-ABD ilişkilerini olumsuz etkileyecek bir gelişme. Her ne kadar iki Türk bakanın Amerikan toprakları üzerindeki ekonomik faaliyetinin engellenmesi fiiliyatta bir anlam ifade etmeyecekse de kararın kendisi ortaya çıkarabileceği sonuçlar bağlamında önemli. Kararın hemen ertesinde Türk lirasının Amerikan doları karşısında değer kaybetmesi not edilmeli. İki ülke arasındaki krizin Türkiye’nin güvenli bir yatırım iklimine sahip olmadığı yönündeki algıyı körüklemesi de ihtimal dahilinde. Bu kararın Türkiye’nin karşı hamleleri neticesinde daha ileri düzeyde Amerikan yaptırımlarına zemin hazırlama olasılığı da var. Rusya ve İran’la sıkı ekonomik ilişkileri olan Türkiye’nin ABD’nin bu iki ülkeye karşı uygulamakta olduğu ekonomik yaptırımların kapsama alanına dahil edilmesi krizi daha da içinden çıkılmaz hale getirebilir.
İki NATO müttefikinin uzun yıllara dayanın stratejik ilişkileri son yıllarda Ortadoğu bölgesine yönelik bakış açılarındaki farklılıklar, Türkiye’nin basta Rusya olmak üzere yükselen Batı dışı ülkelerle geliştirmekte olduğu ilişkiler ve Obama’yla başlayıp Trump’la devem eden Amerika’nın goreceli içine kapanma ve ölçek küçültme stratejisi yüzünden gergin bir seyir izliyor.
Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma silahları almak istemesi, Türkiye ile Rusya arasındaki enerji işbirliğinin Türk akımı projesiyle daha ileri bir seviyeye taşınması, nükleer enerji elde etme yönündeki çabalarında Ankara’nın Moskova’yla önemli anlaşmalar imzalaması, Suriye sorununun çözümü ve ulusal güvenlik çıkarlarını elde etme noktasında Türkiye’nin Rusya ve İran’la daha sıkı bir işbirliğine yönelmesi Amerika tarafında Türkiye’nin stratejik rotasını Batıdan Doğuya çevirmekte olduğu algısını güçlendiriyor. Burada ‘Amerika tarafı’yla kastedilen Vaşington’daki yerleşik güvenlik ve dış politika eliti, zira Trump, Rusya’yla arayı düzeltip iktidarını Rusya’nın 2016 yılındaki seçimlere müdahalesine borçlu olduğu yönündeki algıyı yıkmak istiyor.
Trump’ı Türkiye’ye karşı zorlayıcı kararlar almaya yönelten çeşitli sebepler olabilir. Başkan Yardımcısı Pence’in aşırı Evanjelist gruplara olan yakınlığı ve Rahip Brunson’un serbest bırakılmasını yaklaşan Kongre ara seçimlerinde artı puan getirecek bir hamle olarak görmesi Trump’ı bu kararı almaya sevk etmiş olabilir. İç politik kaygıların Trump yönetiminin dış politikasına yön verdiği açık. Aslında Trump için her şey iç politikada elde edilecek başarılardan ibaret görünüyor. Dış politikanın gerektirdiği incelik, sabır, empati, stratejik düşünüş ve planlama Trump’un kitabında yazmayan hasletler olduğundan Türkiye’ye karşı benimsenen hoyrat tutuma çok şaşırmamak gerekiyor.
Son yaptırım kararıyla Amerika’nın Türkiye’deki demokratikleşme sürecinin seyrinden rahatsızlığını göstermeye çalıştığını ileri sürmek de pek doğru olmaz. İktidara geldiği günden bu yana bireysel olarak Türkiye yönetimiyle iyi ilişkiler kurmak istediğini gösteren Trump, diğer taraftan kendi ülkesinin liberal demokrasi imajının aşınmasında züccaciye dükkanına girmiş fil rolünü oynuyor. Liberal temsili demokrasinin Amerika’da hiç olmadığı kadar tehdit altında olduğu algısı Trump’la birlikte daha da güçlendi. Trump’ın liberal dünya düzenine inanmaması ve Amerikan dış politikasında etkili olan evrensel insan hakları ve demokratikleşme vurgularını arka plana atması da not edilmeli.
FETO darbe girişimi bağlamında Türkiye’nin müttefiki ABD’den umduğu desteği bir türlü görememesi ve Trump’ın Obama dönemi politikalarını sürdürüp Suriye’de PKK uzantısı PYD güçleriyle işbirliğini devam ettiriyor olması Ankara’yı en çok rahatsız eden konuların başında geliyor. İlave olarak, Trump yönetiminin aşırı İsrail yanlısı bir tutum takınarak ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması, İran’la 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmadan imzasını çekip İran üzerindeki baskılarını artırması, Ortadoğu’nun güvenliğini sağlamak adına otoriter ve baskıcı Arap rejimleriyle askeri ve stratejik işbirliğini geliştirmesi ve bu bağlamda İran karşıtlığı temelinde bir Arap NATO’su oluşturma çabaları Ankara tarafından endişeyle izleniyor. Ankara’nın canını sıkan bir diğer gelişme de daha önceden parasını ödediği halde Amerikan Kongresi’nin çabaları sonucu son nesil F-35 savaş uçaklarının Türkiye’ye teslim edilmeme ihtimalinin olması.
Rahip Brunson’un tutukluluk durumunun sona ermesi yönündeki Amerikan beklentisinin boşa çıkmasında FETO darbe girişiminin elebaşının hala Amerika Birleşik Devletleri’nde ikamet ediyor olması ve bazı Türk bürokratlarına yönelik Amerikan mahkemelerinin almış oldukları olumsuz kararlar etkili oldu. Adalet mekanizmasının yürütmeden bağımsız şekilde işlemekte olduğu her iki ülke liderleri tarafından dile getiriliyorsa da, iki ülke ilişiklerini geren adli konular arasında bir karşılıklılık ilişkisi olduğunu ileri sürmek yanlış olmaz. Tarafların bir büyük pazarlık neticesince orta noktaya ulaşmaları, konular her ne kadar adli içerikli olsa da, dış politikanın doğasıyla uyumlu olacaktır. Burada Türkiye tarafında rahatsızlık yaratan durum Amerika’nın Türkiye’nin taleplerini görmezden gelirken, Türkiye’yi yaptırımlar ve zorlamalar yoluyla dize getirebileceğine inanmasıdır.
Son yaşanan krizin daha iyi anlaşılmasında Trump Amerika’sının dış muhataplarına bakışı ve dış politikasında ekonomik enstrümanlar başta olmak üzere zorlayıcı araçları benimsemesi etkili oluyor. Trump, ABD’nin ikili düzeyde her ülkeyi yola getirebileceğine yürekten inanıyor ve bu yüzden egemenlik ve manevra alanının çok-taraflı uluslararası örgütler tarafından sınırlandırılmasını istemiyor. Gerek potansiyel düşman ve rakipleri gerekse de geleneksel müttefikleri Trump’ın gözünde birbirlerinden faklı değil. Her biri Amerika’nın elinde tuttuğu devasa imkanlar karşısında yola getirilebilecek aktörler olarak görülüyor. Trump’a göre, Amerikan iç pazarına erişmek, Amerikan yatırımlarını çekmek ve Amerika’nın dostluğunu kazanmak dost düşman bütün ülkelerin ortak arzusu. Hal böyleyken Trump dış politikada pervasız ve özensiz davranabiliyor. Vahim olan Trump’ın böyle davranmaya hakkı olduğuna inanması. Bundan dolayıdır ki Trump ülkesinin daha önce imzaladığı anlaşmalardan çekilebiliyor ve korumacı ticaret politikaları izleyerek ülkesinin devasa ticaret açıklarını kapatmayı düşünebiliyor. İkili düzeyde liderler zirveleri düzenleyip ülkesinin çıkarlarını daha iyi koruyabileceğine inanıyor.
Liberal dünya düzeninin kurulmasında ve sürdürülmesinde ülkesinin oynamış olduğu liderlik rolünü önemsemeyen Trump bu düzenin Amerika’dan çok başka ülkelerin çıkarlarına hizmet ettiğine inanıyor. ‘Önce Amerika’ şiarı çerçevesinde kaba bir kovboy politikası benimseyen Trump küreselleşmenin zararlarını öne çıkarıyor ve serbest ticaret temelli politikaları şiddetle sorguluyor. Evrensel barış ve ortak dünya topluluğu vurguları Trump için kuramsal fanteziler olmanın ötesine geçemiyor.
Trump’ın liberal dünya düzeninin geleceğine dair benimsediği sorgulayıcı ve yıkıcı tutumun paralelinde Türkiye’nin AB üyeliğine yönelik geleneksel Amerikan desteğini sorguluyor olması da altı çizilmesi gereken bir gelişme. Türkiye’nin Batı yönlü dış ve güvenlik politikaları takip etmesi ve geleceğini Batı uluslararası topluluğunun içinde görmesi İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana bütün Amerikan hükûmetlerinin benimsediği bir stratejik çıkar olmuştur. Hal böyleyken, Trump Amerika’sının Türkiye’nin Batıdan uzaklaşıp Batı dışı küresel ve bölgesel aktörlere yakınlaşma sürecini hızlandıracağı kesin olan politikalar benimsemesi oldukça manidar. Ekonomik refahını ve stratejik bekasını Batıdan ziyade Doğuda arayabilecek bir Türkiye hiç de ihtimal dışı değildir artık. Bunun doğruluğu ve rasyonalitesi tabi ki sorgulanabilir. AB ve ABD ile geliştirilen uzun dönemli ekonomik ve stratejik ilişkiler hala önemlidir. Türkiye’nin AB çıpası olmadan ekonomik refah ve demokratikleşmesini, ABD/NATO çıpası olmadan da güvenlik çıkarlarını gerçekleştiremeyeceğini dile getiren ciddi bir külliyat var. Bu külliyat çok önemli ve ciddiyetle üzerinde düşünülmeli. Ama bir o kadar önemli olan, ne Türkiye’nin eskiden olduğu gibi kendi geleceğini Batıda görmeye devam ettiği ne Batının Türkiye’nin politikalarını etkileme gücüne eski düzeyde sahip olduğu ne de Türkiye’nin stratejik düzlemde alternatifsiz olduğu. Bu pencereden bakıldığında Türk bakanlar üzerine konan müeyyideler devede kulak gibi kalıyor.