Türkiye, Suriye’de ele geçirdiği toprakları siyasi olarak yeniden inşa ediyor. Etnik grupların nüfustaki oranlarına göre temsil edildiği yerel meclisler, bölgedeki ‘nitelikli’ aşiret mensuplarından oluşuyor.
VOLGA KUŞÇUOĞLU/İSTANBUL
Türk ordusunun, Suriye’de ilk kez sahaya indiği Fırat Kalkanı operasyonunun tamamlanmasının üzerinden bir yıldan fazla zaman geçti. Türkiye, bu süreçte Cerablus, Azez ve El Bab üçgenini kapsayan iki bin kilometrekarelik alanda işbirliği yaptığı yerel unsurlarla beraber yeni bir hükümet inşa etti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen ağustos ayında yaptığı açıklamada Fırat Kalkanı bölgesine ilişkin “Bizim görevlendirdiğimiz bir valiyle beraber orası yönetilmektedir” demişti. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise ocak ayında Türkiye’nin bölgede ‘kaymakamları, emniyet müdürleri, jandarma komutanları’ olduğunu söylemişti.
FIRAT KALKANI BÖLGESİNDE 'TEKNOKRATLAR HÜKÜMETİ'
Peki Türkiye’nin bölgede görevlendirdiği yöneticiler nasıl çalışıyor, yerel unsurlarla koordiasyon nasıl sağlanıyor? Basına açıklama yapma yetkisi olmadığı gerekçesiyle adının belirtilmesini istemeyen bir Türk yetkili, Fırat Kalkanı bölgesinde oluşturulan yönetim yapısına ilişkin ayrıntıları Karar’a anlattı. Buna göre yönetim Cerablus ve Bab’da Gaziantep, Azez ve Mare’de ise Kilis valiliklerinin sorumluluğunda yürütülüyor. Türkiye ayağını Gaziantep ve Kilis’in vali yardımcıları, yerel unsurlardan oluşan ayağını ise şehir meclisleri teşkil ediyor. Bölgedeki etnik unsurların, nüfusları oranında temsil edildiği şehir meclisleri, aşiretlerin Türkiye’ye önerdiği isimlerin arasından seçiliyor. Ortalama 20 kişinin bulunduğu şehir meclislerinden, nüfusu daha kalabalık olan El Bab’da üç tane bulunuyor. Her meclisin olduğu bölgede birer emniyet müdürlüğü ve adliye teşkilatı görev yapıyor. Türk vali yardımcıları, aynı zamanda bölgede faaliyet gösteren Kızılay, AFAD, Maarif Vakfı gibi kuruluşlarla Arap yetkililer arasındaki koordiasyonu sağlıyor. Bölgede eğitim, sağlık, imar gibi hizmetler bu kuruluşların desteğiyle yürütülüyor. Yine her şehir meclisinin olduğu bölgede kolluk ve yargı teşkilatları bulunuyor. Öte yandan El Bab’daki bin kişilik polis gücünün yüz tanesi kadınlardan oluşuyor.
Yetkili, üyelerinin ‘mühendis, hekim, mimar gibi seçkin meslekleri olan kişilerden liyakate dayalı olarak’ seçildiğini belirttiği meclisleri ‘teknokratlar yönetimine’ benzetiyor. Bölgede seçimlerin ne zaman gündeme geleceği şeklindeki sorumuza ise mevcut yönetimin bir ‘geçiş hükümeti’ olduğu yanıtını veriyor. Afrin’in alınmasının ardından burada da Afrin Kurtuluş Konseyi adlı bir oluşum kurulmuştu. Konsey üyeleri, hafta içinde Karar’a yaptıkları açıklamada Kürt, Alevi, Arap ve Ezidi temsilcilerin yer aldığı 30 kişilik bir yerel meclisin kurulacağını ve bir yıl içinde seçim yapılacağını söylemişti.
UFUKTA 'KUZEYBATI SURİYE DEVRİMİ' Mİ VAR?
Türkiye’nin Fırat Kalkanı bölgesinde inşa ettiği, Afrin’de de oluşturmaya başladığı yönetimler, bu bölgedeki uzun vadeli hesapları hakkında da fikir verir nitelikte. Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki gün “Afrin’in devamı var. İdlib var, Menbiç var, Fırat Kalkanı Harekatı bölgesiyle bunun bütünleşmesi var” açıklamasını yaptı. Suriye’de siyasi çözüm henüz çok yakın olmasa da bu bölgelerin Türkiye’nin de desteğiyle muhalif grupların hakim olduğu özerk bir bölgeye dönüşmesi kayda değer bir ihtimal olarak görülüyor. Yani bir anlamda, yedi yıl önce Suriye’nin tamamı için öngörülen ‘devrim’ senaryosunun, ülkenin bir bölümünde gerçekleşmesi söz konusu. Yakın zamanda bir ÖSO komutanı, “Türkiye Suriye için hayal ettiğimiz şeyi Fırat Kalkanı’yla bize verdi” demişti. Konuyu Karar’a değerlendiren El Şark Forum Direktörü Galip Dalay, Menbiç ve İdlib’in de dahil olması halinde kuzeybatı Suriye’deki bir alanın ‘direkt ya da dolaylı olarak Türkiye’nin nüfuz alanı içine girmesinin söz konusu olduğunu’ ifade ediyor. Ancak Dalay, Türkiye’nin elde ettiği kazanımların ‘altının oyulmaması için’ güçlü bir oyun planı ortaya koyması gerektiği görüşünde. Böyle bir planın üç unsuru yerine getirmesinin gerekli olduğunu belirten Dalay, bunlardan ilkini bölgede işleyen, hizmetlerin düzgün yapıldığı bir sistemin tesis edilmesi olarak belirtiyor. Dalay’a göre ikinci olarak ‘demografik meşruiyet’ sağlanmalı, yani bölgedeki nüfus yapısını dikkate alan bir sistem kurulmalı. Özellikle PYD dışındaki Kürtlerin yönetime katılımı sağlanmalı. Üçüncüsü ise inşa edilen sistemin dışarıda ‘işgal yönetimi’ olarak algılanmasının önüne geçmek için yerel aktörlerin daha görünür kılınması gerekiyor. Dalay, “Suriyeliler sistemin hem sahibi, hem de yüzü haline getirilmeli” diyor.
Peki Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Afrin operasyonlarına yeşil ışık yakan Rusya, kuzeybatı Suriye’de Türkiye’nin nüfuz alanındaki bir özerk bölge için nasıl tavır alır? Moskova Devlet Üniversitesi’nden Dr. Kerim Has, Rusya’nın bu tür bir plana belirli şartlar altında olumlu yaklaşacağı kanısında: “Birincisi, belli bir takvim sonunda bu bölgelerin Şam yönetimine devri şartı. İkincisi, Türkiye kontrolündeki bu bölgelerin Suriye’de ‘masaya oturabilir’ muhalifleri önemli ölçüde absorbe etmesi ve ülkenin farklı bölgelerinde bu grupların Şam yönetimine tehdit olmaktan çıkması. Üçüncüsü, bölgedeki etnik-mezhebi dengenin korunması ve farklı grupların yönetimde temsilinin sağlanması. Dördüncüsü, adına ‘özerklik’ denecekse bunun Şam’la anlaşılarak yapılması. Ancak bu durum siyasi çözüm süreci içinde uzun bir zaman alacağı gibi Ankara-Şam diyaloğunun yeniden tesisini de zorunlu kılar.”
TÜRKİYE 'KAYBEDEN' OLMAKTAN NASIL ÇIKTI?
Peki bu noktaya nasıl gelindi? Bundan bir buçuk yıl kadar önce, Türkiye, Suriye’deki savaşın ‘kaybedenleri’ arasında yer alıyordu. Ekim 2015’te başlayan doğrudan Rus müdahalesi, çeşitli muhalif gruplar ve Suriye rejimi arasında ‘pat’ durumunda olan savaşı Şam’ın lehine çevirmişti. Suriye’nin kuzeyi ve doğusunda ise YPG, ABD’nin desteğiyle IŞİD hakimiyetindeki toprakları ele geçirmeye devam ediyordu. Ankara’nın, PYD’ye verilen destek nedeniyle Washington’la ilişkileri bozukken, uçak krizinin ardından Moskova ile ilişkiler kopmuştu. Yani Suriye rejimini yıkma hedefi gerçekleşmeyen Türkiye, ‘PKK devleti’ sorununu da kucağında bulmuş, üstüne üstlük iki büyük güçle de işbirliği yapamaz duruma gelmişti.
Ankara, bu noktada beş yıldır sürdürdüğü Suriye politikasında radikal bir değişikliğe gitti. Suriye’deki temel hedef olarak Esad rejiminin yıkılmasından vazgeçilip, PKK/PYD tehdidinin bertaraf edilmesi belirlendi. Rejim ve dolayısıyla İran’ın ‘direniş ekseni’ hedef olmaktan çıkınca, Moskova ve Tahran’la işbirliğinin de önü açıldı. Öte yandan işbirliğinde sadece Türkiye’nin değil, Rusya’nın ihtiyaçlarının da payı var. Moskova Devlet Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Kerim Has, Rusya’nın üç sebepten dolayı Türkiye’yle birlikte çalıştığını söylüyor: 1. Rejimle savaşan silahlı muhalif grupların İdlib, Doğu Guta gibi bölgelerde etkisinin azaltılması ve radikal gruplarla ‘masaya oturabilir’ unsurların ayrıştırılması için Moskova’nın Ankara’ya ihtiyaç duyması; 2. Suriye’nin siyasi çözüm sürecinde Kürtlerin, merkezi yönetime bağlı olacak şekilde önemli bir rol almasını öngören Rusya’nın, PYD/YPG’yi ‘terbiye etmek’ için Türkiye’ye duyduğu ihtiyaç; 3. Stratejik planda Rusya’nın Türkiye üzerinden NATO’da çatlaklar oluşturabilme potansiyelini görmüş olması.