Görüşler

Oryantalizme karşı içimizden bir aydın portresi

Oryantalizme karşı içimizden bir aydın portresi

Geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz Kemal Karpat üzerine Türk akademilerinde yapılmış sadece bir çalışma var. Kutlu Kağan Dalkılıç, Karpat’ın tarih okumasının oryantalist gözlükle değil tam tersine içerden olmasının onun Türk akademik dünyasında ‘ötekileştilirmesine’ neden olduğunu savunarak büyük tarihçinin çalışmalarına mercek tutuyor.

Kutlu Kağan Dalkılıç 

Kemal Haşim Karpat, 1925’te Romanya’da doğdu, 1948’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Yüksek lisans çalışmalarını Washington Üniversitesi’nde, doktorasını New York Üniversitesi’nde tamamladı. Akademik çalışmalarının merkezi Wisconsin Üniversitesi oldu. 1970 yılında burada Ortadoğu Çalışmaları Bölümü’nü kurdu. Türkiye’de Ankara Üniversitesi, ODTÜ ve Bilkent gibi farklı üniversitelerde dersler verdi. ABD’de Türk Araştırmaları Derneği’nin kuruculuğunu ve başkanlığını yaptı. Türk Tarih Kurumu onur üyeliği, TBMM Onur Ödülü ve Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü sahibidir.  

Karpat’ı meslektaşlarından ayıran en önemli özellik hukuk, tarih, siyaset bilimi ve sosyal bilimleri bir arada kullanabilme ve bu disiplinleri kullanırken, meseleleri harici etkenlerle değil, dâhili bir gözle değerlendirebilmesidir. Onun akademik hayatında yüzlerce makale, onlarca eser bulunmasına rağmen,  Türk akademi hayatı içerisinde gereken önem ona bir türlü verilmemiştir. Karpat toplumsal yapı, sosyal değişimler ve modernleşme gibi konularda içerden ve kendi dinamiklerimizden bir bakış açısı geliştirmiş; bu durum akademide ‘Türk modernleşmesine’ hâkim bakış açısının ekseriyetle Batı referanslı ve harici tahlillerle gelişmesinden dolayı Karpat’ı ötekileştirmiştir. Türkiye’de Karpat hakkında yazılmış tek bir tez bulunmaktadır; Fahri Yetim’in “Osmanlı Modernleşme Tarihçisi Kemal Karpat” isimli bu tez, literatürdeki yalnızlığın acı bir örneğidir.  

Karpat’ın ötekileştirilmesi birkaç sebeple meydana gelmiştir diyebiliriz. Karpat’ın yayınlarının çok sonra Türkçeye çevrilmesi, Karpat’ın sosyal disiplinleri birleştiren çalışma anlayışı, Karpat’ın modernleşme konusunda Kemalist ideolojiye aykırı biçimde Osmanlı ile Cumhuriyet arasında süreklilik olduğu tezini işlemesi başlıca sebeplerdir. Neredeyse 80’li yıllara kadar hâkim akademi anlayışının Kemalist modernleşmeci ve ilerlemeci sol eksende gelişmesine rağmen Karpat’ın gelenekten yeniliğe, muhafazakârlıktan modernliğe iç dinamikleri öne çıkaran “süreklilik” anlayışı, onun göz ardı edilmesinin önemli sebeplerindendir. 

Karpat’ın ayrıca ideolojik olarak tek parti ve otoriter siyaset ikliminde demokrasi yanlısı tutumu, partizanlığa mesafeli tavrı bu ayrışmada dikkate değerdir. Yine Kemalist modernleşme serüveninde, İttihat Terakki döneminden itibaren devam eden bürokratik ve askeri merkezileşme ve otoriterleşmenin, toplumsal düzenin yeniden güçlü bir şekilde oluşmasına imkân vermediğini vurgulaması önemlidir. Yukardan aşağı doğru toplumu tanzim edici bakışa karşı; toplumsal yapıdaki aşağıdan yukarı doğru gelişen değişimleri öne çıkarması, onun modernleşmeye bakış açısının dönemin aydınlarıyla ayrıştığı temel noktadır. 

Karpat’ı yalnızca bir tarihçi veya yalnızca bir siyaset bilimci olarak değerlendiremeyiz. Sosyal bilimler ve saha çalışmalarına verdiği önemle “ampirik temelli” ve “istatistik” üzerine bir çalışma modeline sahip olan Karpat, modern tarihçi tezlere karşı toplumun içine girmiş ve birçok organik araştırma yapmıştır.  

Karpat’ın onlarca çeşitli konuyu eserlerinde işlemesine rağmen en önemli akademik çalışma alanı Osmanlı modernleşmesidir. Kendisi bunu ifade ederken “Benim ana alanım: Osmanlı Devleti’nin değişmesi ve yeni bir topluluk yaratarak, bugünkü Türkiye’nin meydana çıkmasına yol açması meselesidir” diyecektir. 

Yine Karpat’ın sözleriyle, “Resmi tarihte Osmanlı’yla Cumhuriyet tarihinin birbirinden tamamıyla kopmuş olması” ona “çok yapay” gelecektir ve çalışmalarının pek çoğu “bu bağlantıyı kurmakla” geçmiştir. Tüm bu konuları “Osmanlı Modernleşmesi” eserinde detaylı biçimde okuyucuya sunar. 

Bu eserde dikkat çeken belli başlı şeyler; Karpat’ın Osmanlı modernleşmesinde toplumun sosyal dokusundan geleneğine; hukuk sisteminden sanatına varan bir kültür çerçevesi oluşturmasıdır. Bu durum okuyucuya modernleşmenin arka planını sunar ve onu yüzeysel tahlillerden kurtararak toplum iç dinamiğini anlamaya sevk eder.  

Karpat’ın bu eserde Türk modernleşmesinin iç dinamiği olarak ısrarla vurguladığı şey “göç ve demografik hareketlilik”tir. Lütfi Sunar “Kemal Karpat Neden Göz Ardı Edildi?” başlıklı, yazımızın temel direğini oluşturan makalesinde, “Karpat, kurumsal değişim, göç, nüfus ve tabakalaşma gibi etkenler etrafında, modernleşmeye dair geliştirilmiş tek boyutlu ve yalınkat bakışları sorgulamaktadır” diyecektir.  

Karpat, Osmanlı toplumunda şehirleşmenin başlangıcı olarak gösterdiği, göç hareketleri ve demografik değişimin, 19. yüzyılın sonlarına doğru giderek hızlanan temposuyla; Osmanlı toplumunu, siyaset bilimi terminolojisindeki ifadesiyle, bir Türk toplumuna dönüştürmek sûretiyle “ulus devlet” zemini hazırladığını vurgular. Karpat, esas olarak 19. yüzyılda göç ile başlayıp 1950’lerde gecekondulaşma ile uzun bir seyir izleyen demografik değişimin, toplumun modernleşme arayışı veya modernleşmeye uyum çabası olduğunu belirtir. Bu durum toplumsal değişme arzusunun iç dinamiklerinden birisidir. 

Karpat, Osmanlı klasik toplumsal yapısına dair analizlerde yaygın görüş olarak benimsenen Şerif Mardin’in merkez-çevre ayrımını yetersiz bulur. Mardin, modernleşme sürecini Weberyan patrimonyalizm eksenli, Osmanlı ve Cumhuriyet toplumunda sivil toplumun gelişmemesi üzerinden değerlendirir. Batı’daki sosyal güç merkezleri arasında çatışma ve uzlaşmanın sonucunda sivil toplumun gelişmesi, Osmanlı’da ise merkez-çevre arasında böyle bir geçişliliğin olmaması onun tezinin dayanağıdır. Mardin’e göre bu durum modernleşme sürecini sekteye uğratmıştır. Bu görüş Aristo’dan Weber’e kadar uzanan “klasik şark despotizmi” anlayışını işaret eder. Yönetici ve yönetilen arasındaki bu keskin ayrım ve bunların arasındaki taşıyıcı ikincil yapıların oluşmaması; devlet-millet kopukluğunu Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kronik bir problem olarak taşımıştır. 

Karpat bu görüşe katılmaz hatta akademide yaygın referans bulan merkez-çevre temelli bu tezi “Amerika’da yayımlanan kitaplara dayanan ve Osmanlı’ya uygulanan bir kalıptır” diyerek harici bir tez olarak değerlendirir. Karpat’a göre bu tez “şark despotizmi” temelli “durağan toplum” fikrine dayanmaktadır. 

Karpat, buna karşın Osmanlı klasik toplum modelinde ihmal edilen “hareketliliği” ortaya çıkaracak olan “toplumsal tabakalaşma” tezini savunur. Ona göre toplum, dini ve etnik sınırları aşan 4 tabakalı bir yapıdır. Askerler, bürokratlar, zanaatkâr ve tüccarlar, reaya yani köylü ve çiftçiler bu tabakaları hiyerarşik biçimde oluşturur. Bu yapı içerisinde her bir zümre bir görev üstlenmiş ve bir optimum denge sağlanmıştır. Ancak 17. yüzyıldan itibaren bu denge bozulmaya başlamış; tüccar ve zanaatkârlar ile köylü ve çiftçilerin sosyal dokusunda değişimler yaşanmıştır. Bu değişimler askeriye ve bürokrasinin dengelerini de sarsmış; onların merkezileşme eğilimini şiddetlendirmiştir. 

Toplumsal dengelerin yeni bir zümre olarak “unvan sahibi ayanları” ve “toplumda saygın eşrafları” ortaya çıkarmasıyla birlikte; ayanlar ve eşraf zümreleri, merkezi askeri bürokrasi ile girdiği güç savaşını kaybetmişlerdir. Böylece devlet ve kurumsal yapıya karşı ortaya çıkan cılız da olsa “ilk burjuvazi hareketlenme” bastırılmış; merkezileşme giderek güç kazanmış, asker ve bürokrasinin toplum üzerindeki tahakkümü giderek artmıştır. Sonuçta, merkezileşme “Osmanlı orta sınıf teşebbüslerini” bastırmıştır.  

Karpat’a göre “merkezi bir orta sınıf oluşturma çabası” Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devreden en önemli gündemlerden biridir. Osmanlı yönetici zümresi, uzun vadede toplumsal dengenin tekrar oluşması adına güçlü bir orta sınıfın önemini anlamış; ancak modernleşmeci bürokrasinin otoriterleşmesi arzusu, ayanların çöküşüyle kaçan bu fırsatı bir daha hiçbir dönem yakalayamamıştır. 

Karpat’ın “Osmanlı’da Milliyetçiliğin Toplumsal Temelleri” isimli kitapta vurguladığı, iç göçler ve demografik değişimle birlikte yeniden bir orta sınıf oluşmaya başlamış, Türk-Müslüman unsurların göçü Türk milliyetçiliğinin de uzun vadeli dayanağı olmuştur. Ulus devlet, yeniden ortaya çıkan zayıf karakterde bu milli burjuvazi ve orta sınıfla eski dengesini bulamasa da önemli bir toplumsal zemin kazanmıştır. 

Karpat, milliyetçilik ile din arasında önemli bir etkileşim olduğunu savunarak, ulus devletin merkezi Batılılaşma programına rağmen sekülerleşme gibi görünen değişimin altında güçlü ve derin bir dini motivasyon olduğunu vurgular. Dinin toplumsal yapıdaki derin, uzun soluklu ve kurucu rolü milliyetçilik-din ilişkisinin çözümlenmesinde anahtar konumdadır. 

Karpat, İslâm’ın taşıyıcı gücünün modernleşmedeki sürekliliğin kaynağı olduğunu belirtir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e toplumsal hayat ve kültürün süreklilik taşıdığını, bunun esas kaynağının dinin toplumsal konumu olduğunu vurgular. Modernleşme sürecimiz içerisinde kurucu kadroda dinin ihmal edildiğini belirten yaklaşımı ve agresif laiklik uygulamalarını eleştirmesiyle; modernleşme sürecinde devlet ile toplum arasındaki gerilimin kaynağına işaret etmektedir. 

Karpat, İslâm’ı hem toplumun vazgeçilmez kimliği olarak görmekte hem de İslâm’ın modernleşme sürecini teşvik edici rolü itibariyle sosyal bir aktör olduğunu vurgulamaktadır. Bu anlamda Karpat’ta “Türk İslâm’ı” vurgusu öne çıkmaktadır. 

The Politicization of Islam, Türkçesiyle “İslam’ın Siyasallaşması” eserinde Sultan Abdulhamid dönemi ve siyasetini eleştirmekte, yaygın anlayışı ciddi biçimde sorgulamaktadır. Arap coğrafyasındaki siyasallaşan din modeliyle, modern tarikatlardaki siyasal İslâm motiflerine kadar geniş kapsamlı tespit ve tenkitleri bulunmaktadır. 

Karpat’ın en çok okunan eseri sanırım “Türk Demokrasi Tarihi”dir. Bu eserde Türkiye’nin geleceğini demokrasinin gelişimine bağlayan Karpat, modernleşmede üretken milliyetçi bir dönüşümün demokrasinin olgunlaşmasıyla gelişeceğini vurgular. 

Sonuç olarak; Karpat’ın temel meselesinin, Türk milletinin modernleşme çabasını Osmanlı toplum modelinin kendi içinde araması olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca Osmanlı toplum modelinin İslâm ile şekillendiğini ve modernleşme serüvenimizin en büyük hatasının bu toplumsal kodlarla çatışması olduğunu vurgular ve çözümlerinin tamamı milletin değerleriyle birlikte yenileşmek üzerine kurulmuştur. Karpat, her şeyden evvel içeriden yani dâhili bir bakıştır, ona hak ettiği değeri vermek ancak onu okumak, kavramak ve geleceğe taşımakla mümkündür. 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir