Eskilerin Gümenüz demeyi sürdürdüğü Yakakent, Samsun’da şirin bir sahil kasabası. Meysun Batı’nın Yakakent Belediyesi’nin katkılarıyla çıkan ‘Bir Zamanlar Gümenüz’ kitabını görünce metruk bir zamanda kaybolur gibi oldum. Bir yerin gelenek, görenek ve şenliklerine ilişkin kitaplara bayılıyorum. Unutmuştum, Batı’dan okuyunca anımsadım.
Çocukluğumda ağabeylerimizin ‘Helesa yelesa / Heyemola yusa / Yusa hop!’ şeklinde bir şarkıyla kapı kapı dolaştıkları aklıma geldi. Meğerse Sinop’tan Gümenüz’e geçme Helesa Şenliği’ne ait ayrıntılarmış bunlar.
TANER AY
Anne tarafımdan Gümenüz’denim. ’63 yılında ismi Yakakent olarak değiştirilmesine karşın, eskiler Gümenüz demeyi sürdürürler. Alaçam’a yedi dakika, Gerze’ye ise yirmi dakika mesafede, şirin mi şirin bir sahil yerleşimidir. ‘60’lı yıllarda her yaz mutlaka bir ayımızı Gümenüz’de geçirirdik. ’70 ile ’76 arasında ise kış tatillerinde bile on beş günlüğüne Gümenüz’e gittiğimiz çok olmuştur. Geçen gün rahmetli Gülsel teyzemin oğlu Ali Fuat Karabacak bana Meysun Batı’nın Yakakent Belediyesi’nin katkılarıyla çıkan ‘Bir Zamanlar Gümenüz’ isimli kitabını gönderince, metruk bir zamanda kaybolur gibi oldum.
Örneğin, kitabın otuz üçüncü sayfasındaki posta müdürü Rıza Süzük, otuz dördüncü sayfadaki Musa Buharalı, nahiyenin bildiğim tanıdığım ayrıksı tipleriydi. Gülsel teyzemin evindeki ‘Hayat’ ve ‘Resimli Roman’ ciltlerini, dayımın oğlu Salih ağabeyimin tavan arasında sakladığı ‘Mayk Hammer’ kitaplarını, anneannemin kedisi Mestan’ı ve bahçenin deniz tarafındaki berhanayı, üzümlü nokulu ve sabah kahvaltılarına hazırlanan kıymalı pideyi hiç unutamadım. Güven Turan da o yıllarda lise öğrencisiydi, yazları karşı sıramızdaki halasına gelir, bizim berhananın önünden denize girerdi. Meysun Batı emekli öğretmenmiş, teyze oğlumun söylediğine göre rahmetli annemin de öğrencisi olmuş.
Bir yerin gelenek, görenek ve şenliklerine ilişkin kitaplara bayılıyorum. Unutmuştum, Meysun Batı’dan okuyunca anımsadım. Çocukluğumuzda ağabeylerimize yağ tenekelerini kestirip, yetmiş seksen santim boyunda gemiler yaptırırdık. Gençlerin o gemilerin içine mum dikip yaktıkları ve ‘Gemim gelir duydunuz mu / Selam verdim aldınız mı / Helesadan memnun kaldınız mı / Helesa yelesa / Heyemola yusa / Yusa hop!’ şeklinde bir şarkıyla kapı kapı dolaştıkları aklıma geldi. Meğerse Sinop’tan Gümenüz’e geçme Helesa Şenliği’ne ait ayrıntılarmış bunlar. ‘60’lı yıllarda ‘sini çıkarma’ ve ‘gelin alma’ geleneğine epeyce tanık olmuştum, biri de rahmetli teyzeminkiydi. Davul zurna ve kilitli sandık tamam da, teyzem ‘Kedim benimle gelmezse çıkmam!’ diye diretince, rahmetli Necmi eniştem çaresiz kabul edivermişti. Kalemine sağlık Meysun Batı, beni o güzel günlere yeniden döndürdüğün için...
KİTAPÇINIZA MONOGRAFİ’NİN YAYINLARINI SORUN
Kadıköyü’nde ne kadar kitapçı varsa, hemen hepsine girmişliğim vardır ama, nedense Monografi Yayınları’ndan bir kitaba rastladığımı anımsamıyorum. Oysa bu yıl içinde Monografi Yayınları’ndan Corinne Bonnet-Laurent Bricault imzalı Antik Akdeniz’deki tanrılara ve efsanelere ilişkin muhteşem ‘Tanrıların Seyahati’ ile Irene Melikoff’un ‘Ebu Müslim Destanı’ yayımlandı. Monografi, daha önce de Melikoff’un ‘Hacı Bektaş, Efsaneden Gerçeğe’ ve Türk sufizminin izlerine ilişkin ‘Uyur İdik Uyardılar’ kitaplarını basmıştı. Peki, Monografi’nden metacoğrafyanın eleştirisi olan ‘Kıtalar Miti’ ve (Martin W. Lewis-Karen E. Wigen) ve ‘İmparatorluklar ve Mutfaklar’(Rachel Laudan) gibi iki nefis eserden haberdar mısınız? Benden söylemesi, girdiğiniz her kitapçıya Monografi’nin kitaplarını sorun. Belki de bir dağıtım ve tanıtım sorunu vardır. Siz sorarsanız, getirip raflara koyarlar.
KIZILAY’DAN BALKANLAR DİZİSİ
‘Bilinmeyen’ ve edebiyat pazarındaki simsarların tanıtmaktan bilhassa kaçındıkları bir diğer yayınevi de, Kızılay Kültür Sanat Yayınları’dır. KARAR okurları Prof. Dr. Ahmet Kanlıdere’nin Kızılay Kültür Sanat’tan çıkan ‘Yusuf Akçura’sına değindiğimi anımsayacaklardır. Enis Batur’un ‘Sanat Bakacından Savaş’ı da Kızılay’dan çıktı. Ama, ben sizlere bugün yayınevinin ‘Balkanlar’ dizisini önereceğim: H. Yıldırım Ağanoğlu’ndan ‘Balkanlar’da Yetim Türkler’ ve ‘Balkanlar’dan Türkiye’ye Göçler’, Mary Edith Durham’ın ‘Balkanlar’ın Yükü’. Charles S. Ryan’ın ‘Plevne’den Erzurum’a, Kızılay’ın Emri Altında’sını da ıskalamayayım.
HER AYDININ KİTAPLIĞINDA BULUNMALI
‘VakıfBank Kültür Yayınları’ndan çıkan Kaşgarlı Mahmud’un ‘Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü her aydının kitaplığında bulunması gereken bir eser. Dilimizin bu ilk sözlüğünün çevirilerinde iki ekol bulunduğu söylenebilir. Birinci ekol için Besim Atalay ve onun çevirisini izleyen yayınlardır. Bu yayınlarda Türkçe’ye özgü ve Arapça’da bulunmayan, p, ç, g, n seslerinin gerektiği gibi okunmadığı bilinmektedir. İkinci ekoldekiler ise Robert Dankoff -James Kelly çevirisi esaslıdır. Bizde Besim Atalay’ın yayınından sonra ikinci ve özgün çeviri Ahmet B. Ercilasun-Ziyat Akkoyunlu çevirisidir. VakıfBank Kültür’den çıkan ‘Dîvânu Lugâti’t- Türk’ü ise Mustafa S. Kaçalin Türkçeleştirmiş, harika dizinini de Mehmet Ölmez hazırlamış. Eseri çok beğendim, emeği geçen herkesi kutlarım.
AĞUSTOS SAYISINI KAÇIRMAYIN
‘Ayarsız’ dergisinin Ağustos sayısı herkesin ilgisini çekecek yazılarla bir ‘hazine sandığı’. Ben önce yine Oğuzhan Murat Öztürk’ü okudum, ardındansa Ömer Faruk’u. Said Coşar’ın, A. Serkan Selay’ın ve M. Hayati Özkaya’nın yazıları da ilgimi çekti. Acaba, Göktürk Ömer Çakır’ın ve Volkan Ekiz’in ‘makara’ yazılarını okuyan kaç kişi, kimlerin Hacı Pintoros’a kavuştuğunu fark edecek, merak içindeyim. Benim yazım ise ‘Edebiyatın Suriçi’ dizisinden. Gedikpaşa’nın lahanayı gül diye yutturan Ermeni kızlarını yanıma alıp, Kadırga’nın tulumbacı kahvehânelerini ve hepsi birer edebiyat mahfili olan Çemberlitaş meyhânelerini dolaşmaya çıktım…