Timaş Yayınları, Konstantinapolis’in kuşatılması ve fethi hakkındaki birincil kayıtlardan biri olan ‘Nestor İskender’in Gözünden İstanbul’un Fethi’ ve İsmail E. Erünsal’ın ‘Fatih’in Entelektüel Portresi’ kitaplarını okura sundu. Osmanlı arşiv kayıtlarındaki çıplak hakikatının her kesim tarafından çarpıtılması sonucunda Fatih Sultan Mehmet maalesef âdeta bir ‘tanınmayan’ hâline gelmişti.
En fazla sorun da ‘entelektüel portresi’nde çıkıyordu. Ancak, Erünsal’ın yazdıklarından hiç kimse ‘sofu’ bir Fatih portesi de çıkarmasın...
TANER AY
Şehrimizin fethi hakkındaki Türkçe kitapların hepsini okudum desem, yalan olmaz. Ancak, Nestor İskender’in ‘İstanbul’un 1453 yılında Türkler Tarafından Fethi Hakkındaki Hikâye’si, sadece külliyattaki en tartışmalı kitap değildir, aynı zamanda elli dört gün süren mücadelenin en ‘edebî’ tanıklığıdır da. Skripil, Sobolevskiy ve Smirnov gibi önemli tarihçilerin, eserin birinci ağızdan bir tanıklık olup olmadığına ilişkin şüpheleri elbette dikkate alınmalıdır ama, Nestor İskender’in son bölüme eklediği kısacık ‘özgeçmiş’, yazarın kuşatma sırasında Konstantinapolis’te bulunduğunu doğrular mahiyettedir. Yazdığına göre, çocukluğunda esir alınıp sünnet edilmiş ve büyüyünce savaş seferlerine çıkarılmış. Slav kökenli olduğu muhakkaksa da, nereden devşirildiği veya esir alındığı bir muammadır. Savaş seferlerine çıktığını söylediğine göre, devşirme olmalıdır. Aklı eren bir yaşta devşirildiği için, asıl dinini hiç unutmadığı anlaşılıyor. Yaşamı boyunca İslâmiyeti ‘yabancı din’ olarak gördüğü ve asıl dinine bağlılığını gizlice sürdürdüğü kendi ifâdesidir. Kaçmak, kurtulmak istemişse de, başarılı olamamıştır. Bununla birlikte, eserdeki bazı vurguların, Nestor İskender kimliğiyle birlikte yazıcının kuşatma sırasında nerede bulunduğu hususlarında okurun kafasını karıştıracağını düşünüyorum. Bana da biraz ‘manastır işi’ tarih yazıcılığı gibi gelen bu çok önemli eser, geçtiğimiz hafta içinde Timaş Yayınları’ndan çıktı. Kitabı yayına hazırlayan Emine İnanır’ı ve Timaş Yayınları’nı kutlarım. Konstantinapolis’in kuşatılması ve fethi hakkındaki birincil kayıtlardan biri olan ‘Nestor İskender’in Gözünden İstanbul’un Fethi’ mutlaka her aydının kitaplığına girmelidir.
Timaş Yayınları’nın ‘Nestor İskender’in Gözünden İstanbul’un Fethi’ ile birlikte aynı hafta içinde İsmail E. Erünsal’ın ‘Fatih’in Entelektüel Portresi’ni çıkarması, çok hoş bir sürpriz oldu. 12 Eylül darbesi sonrasında inşâ edilen kültürel mahfillerde, önce İttihat ve Terakki’nin ‘idelojik yapısı’nın, ardından da Fatih Sultan Mehmet’in ‘entelektüel portesi’nin, nasıl ‘sol’ ve ‘sağ’ aydınlar arasında ‘moda tartışma’ konularına dönüştürüldüğünü anımsayacaksınızdır. Fatih konusundaki asıl ‘çılgınlık’ ise, sanırım Yalçın Küçük’ün ’87 yılında Tekin Yayınları’ndan çıkan ’21 Yaşında Bir Çocuk Fatih Sultan Mehmet’iyle başlamıştı. Hasan Kazankaya’nın ’90 yılında kendi imkânlarıyla iki cilt olarak bastırdığı ‘İstanbul’un Fethi ve Fethin Karanlık Noktaları’ hayli ilginç bir kitap olmasına karşın, çok kişi onu bulup da okuyamamıştı. Bir süre sonraysa, Osmanlı arşiv kayıtlarındaki Mehmet’in çıplak hakikatının her kesim tarafından çarpıtılması sonucunda, Fatih Sultan Mehmet maalesef âdeta bir ‘tanınmayan’ hâline geldi. En fazla sorun da Fatih’in ‘entelektüel portresi’nde çıkıyordu.
Fatih’in şiirleri için, Faruk Kadri Timurtaş’ın, ‘Onun yeri birinci sınıf şâirlerin yanı değil, ikinci, üçüncü derecede bir yerdir’ şeklindeki görüşüne bugüne kadar hiç itibar etmediğimi belirtmeliyim.Celâl Şengör’ün 18’inci asrın ilk yarısında vefât eden Raşid Efendi’ye izafeten söylediklerinin sıhhatindeyse tereddüt içindeyim. İsmail E. Erünsal haklı olabilir. Ancak, Erünsal’ın yazdıklarından hiç kimse ‘sofu’’ bir Fatih portesi de çıkarmasın. Erünsal’ın dedikleri böyle bir anlama gelmiyor. Kanımca, Fatih ‘sofu’ bir sultan değildi, her konuda olduğu gibi bir okuma alanı olarak dine de çok meraklıydı ve onu şartlardan ve ubûdiyyetten fazla dinin felsefeyle olan bağlantıları ilgilendiriyordu. Taşköprizâde’nin ‘Şekâ’ik’i bu konuda esaslı bir kaynaktır. Kitabın, ‘Fatih’in Saray Kütüphânesi’nde Bir Gezinti’, ‘Latince ve Grekçe Kitaplar Arasında’ ve ‘Külliyedeki Kütüphâne’ bölümlerini sizler de benim gibi Dan Brown romanları kadar sürükleyici bulabilirsiniz. Belki, bir bakarsınız, Batılılara fazlasıyla ‘gizemli’ gelen o ikinci kütüphâne, yerli bir ‘Gülün Adı’ için birilerine fikir bile verebilir.
GREKÇE, LATİNCE VE İTALYANCA BİLİYOR MUYDU?
Fatih’in entelektüel portresi konusunda örneğin, Celâl Şengör’ün yazdığını görmedim, ama çıktığı televizyon programlarında söylediklerini çok iyi anımsıyorum. Fatih’in, Arapça, Farsça, Grekçe, Latince ve İtayanca bildiği, aslında bir müşterek düşünce gibidir. Arapça ve Farsça için bir şey demeyeceğim, ama Grekçe, Latince ve İtalyanca konusunda şüphelerim var. Büyük ihtimalle bu dilleri çat pat konuşabiliyordu, hatta okuyabiliyor ve yazabiliyor da olabilir, ama o dillerde düşünebildiğini hiç sanmıyorum. Bir insan bir dilde düşünebiliyorsa, o dili gerçekten biliyordur. Fatih, Grekçe’yi ve Latince’yi düşünebilecek seviyede bilseydi, Grekçe ve Latince eserleri bilenlerine okutup dinlemeyi tercih etmezdi. Fatih’in, babası gibi, kitaplara, kütüphânelere, haritalara, tarihe ve edebiyata çok düşkün olduğu muhakkaktır. Ayrıca, resimi ve musîkîyi de çok sevmektedir.
MÜGE CEYHAN’DAN PİTORESK HİKAYELER
Edebiyatımıza yaşları küçük ama kalemleri büyük yeni bir ‘kadın hikâyeciler’ kuşağının geldiğini sık sık dile getiriyorum. Dergâh Yayınları’nın ’92 doğumlu Dilara Ayşe Akdeniz’i, Sözcükler Yayınları’nın ’92 doğumlu Tuğçe Yaşar’ı ve ’84 doğumlu Sena Keskin’i haklarında yazdıklarımı KARAR okurları anımsayacaktır. Geçtiğimiz hafta da Ötüken Neşriyât’tan ’84 doğumlu Müge Ceyhan’ın ‘Letafetsiz ama Evladiyelik Öğütler’ isimli hikâye kitabı çıktı. Bir gece uyku tutmayınca okumaya başladım ve sabahı ettim. Kitapta on yedi hikâye var ve çoğu gerçekten fevkalâdenin fevkindeler. Bazı eserler için ‘sinematografik’ deriz ya, Müge Ceyhan’ın hikâyelerini de ‘pitoresk’, yani ‘tablo gibi’ veya ‘resimsi’ bulduğumu belirtmeliyim. Ceyhan’ın bir ressam olduğunu öğrendiğimdeyse hiç şaşırmadım. Onun tablolarını görmedim ama, edebiyatın resimlerine nüfuzunun derecesini çok da merak etmeye başladım. Kitabın kapak görseline, bayıldım. Oradaki ‘indigo mor’ gerçekten bir rüyâ efekti yaratıyor. Yazarınmış. Bu kitap elbette daha ayrıntılı bir değerlendirmeyi hak ediyor. Benden söylemesi, bekleyin...