Abdülaziz Bey’in Osmanlı’nın son dönemindeki İstanbul kültürüne ait deyimlere, destanlara, vezinli sözlere ve manzumelere yer verdiği defterlerinden yayıma hazırlanan ‘Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri’ kitabını Ötüken Neşriyat okura sundu. Defterlerinde 1880 sonrasının İstanbul’unu kaydeden Abdülaziz Bey’in tanıklıkları İstanbul’a dair yazılan mesnedsiz bilgileri de tashih ediyor. Örneğin, ‘Susamcı Kadınlar’, ‘Kıptî Kadınlar’ ve ‘Âlüfteler’ bölümlerinde çok sayıda yeni bilgi yer alıyor.
TANER AY
Bir ‘mecânîn-i kütüp’ olduğum doğrudur ama, okumada İstanbul kitaplarına ve hatıratlara hep öncelik verdim. Örneğin, bir Ahmed Rasim veya bir Sermet Muhtar kitabı görmeyeyim, hemen elimdekileri bırakıp, onlara başlarım. Ama, Ahmed Rasim’in bütün ‘Şehir Mektupları’ baskıları da merhumun kemiklerini sızlatacak sefillikte... Kimi istediği bölümleri kitaplaştırıyor, kimisi de ‘Türkçeleştirmek’ denen bir saçmalıkla üstadın dilini ve üslûbunu katlediyor. Geçtiğimiz günlerdeyse Büyüyenay Yayınları Sermet Muhtar’ın ‘İstanbul Kitaplığı’ dizisine başladı. Dizinin ilk kitabı, Mustafa Kirenci’nin ve Eren Yavuz’un yayına hazırladıkları ‘İstanbul Sözlüğü’ oldu. Üstadın Reşad Ekrem’in ‘İstanbul Ansiklopedisi’ için kaleme aldığı maddelerden ve notlardan oluşan ‘İstanbul Sözlüğü’nü iki gün boyunca elimden bırakamadım.
‘İstanbul Sözlüğü’nün ardından Ötüken Neşriyât’tan Abdülaziz Bey’in ‘Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri’nin çıkmasıysa benim için büyük bir sürprizdir. Her ne kadar kitabın isminde ‘Osmanlı’ ibaresi bulunuyorsa da, bence doğrusu ‘İstanbul Âdet, Merasim ve Tabirleri’olmalıdır. Çünkü, kitap baştan sona 19’uncu yüzyılın sonları ile 20’nci yüzyılın başları arasındaki İstanbul’a dairdir. Ancak, Abdülaziz Bey on dört defteri ‘Âdât ve Merâsim-i Kadîme, Tabîrât ve Muâmelât-ı Kavmiyye-i Osmâniye’ şeklinde etiketlediğinden, bir değişiklik yapılmamıştır. 1918 yılında vefât eden Abdülaziz Bey’in defterlerini 20’nci yüzyılın başlarında doldurmaya başladığı ve esas olarak da 1880 sonrasının İstanbul’unu kaydettiği muhakkaktır. Defterler 1912 yılında tamamlanmış gibi görünse de, Abdülaziz Bey eserini bastıramamıştır. Defterler oğlu Nurullah Pertev’den sırasıyla Emine Cemile Enhaz’a, Kazım Çeçen’e ve Kazım Arısan’a geçiyor. Ancak, Arısan da defterlerin kitaplaştığını göremeden yaşama vedâ edecektir.
‘ABDÜZAZİZ BEY’İ İBNÜ’L EMİN’İN SON ASIR TÜRK ŞAİRLERİ’NDEN BİLİYORUZ’
Abdülaziz Bey’i biz İbnü’l Emin’in ‘Son Asır Türk Şâirleri’nden biliyoruz. Yazdığına göre, defterlerin bir kısmını da kendisine Abdülaziz Bey’in 1894 doğumlu oğlu Nurullah Bey göstermiştir. Abdülaziz Bey’in defterlerindeki tanıklıkların bazıları aslında İstanbul’a dair yazılan mesnedsiz bilgileri tashih ediyor. Örneğin, ‘Susamcı Kadınlar’, ‘Kıptî Kadınlar’ ve ‘Âlüfteler’ bölümlerinde çok sayıda yeni bilgi buldum. İstanbul’daki fuhuşa dair ‘zeybek’ deyimiyle ise ilk defa Abdülaziz Bey’de karşılaştım. Abdülaziz Bey’deki anlamının A. Fikrî’nin 1887 tarihli ‘Lugat-ı Garibe’sindeki anlamından farklı olduğuysa muhakkaktır. Filiz Bingölçe’nin ‘Kadın Argosu Sözlüğü’ndeyse ‘zeybek’ deyimi yok. ‘Musahibe ve Nedime Hanımlar’ bölümündeki ‘unutulmuş’ ayrıntılar çok önemli. Sahilhâne bahçelerinde yetiştirilen çiçek türleri, ‘Afyon ve Esrar Tiryakileri’ ve ‘Koltuk Denen Yerler’ müthiş kaynaklar. Abdülaziz Bey’in sadece İstanbul kültürüne ait olan kelimelere, deyimlere, destanlara, vezinli sözlere ve manzumelere yer vermesiyse beni çok eğlendirdi. Konaklardaki ‘Kitapçı Efendi’ geleneğini eminim siz de ilginç bulacaksınız. Edebiyatımızda ‘Onikiler’ denen kabadayıların rakıya ve kadına düşkünlükleri fazlasıyla işlenmiştir ama, peki Abdülaziz Bey’in onlar hakkkındaki ‘ayık ve aklı başında olmak için içki içmezlerdi’ yorumuna ne diyeceğiz?
Abdülaziz Bey’in İstanbul’unu, şakayıklarıyla, kırmızı püskülüne çıngırak takılmış konak kedileriyle, dökme şalvarlı Çingene kızlarıyla, Kaymaktabağı’nın hânesinden âlüfteleriye, hâneberduş musahibe kadınlarıyla ve Gümüş Halkalı’nın ehl-î îşret müdavimleriyle, kitaplıklarımıza soktuğu için, başta kitabın editörü Oğuzhan Murat Öztürk ve Ötüken Neşriyât’ın ileri görüşlü patronu Ertuğrul Alpay olmak üzere, emeği geçen herkesi kutlarım. Ayrıca, ‘Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabileri’nin, bu yılın en değerli birkaç kitabından biri olacağından da eminim. İstanbul’a her kim âşıksa, Abdülaziz Bey’i hep elinin altında bulundurmalıdır...
UMUR-I MÜLKİYE NAZIRI PERTEV PAŞA’NIN TORUNU
Konuşmayı çok seven ama dinlemekten nefret eden Abdülaziz Bey 1850 yılında İstanbul’da doğmuştur. Atalarının Antakya’dan Kırım’a göçtüğü, uzun yıllar Bahçesaray’da yaşadıktan sonra Sulltan I’inci Abdülhamid döneminde İstanbul’a gelerek Darıca civarına yerleşmiştir. Umur-ı Mülkiye Nazırı olacak Pertev Paşa da orada dünyaya gelmiştir. Abdülaziz Bey’in pederi Ahmed Celaeddin, Pertev Paşa’nın oğludur. Abdülaziz Bey 1918 yılında muhtemelen damar sertliğine ve prostata bağlı bir nedenle yaşamını kaybederek, Selimiye Tekkesi’nin haziresinde pederinin kabrine defnedilmiştir. Tekkenin cümle kapısının üstündeki kitâbedeki manzum metin Pertev Paşa’ya, ta’lik hattıysa Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi’ye aittir. Tekkedeki kütüphâne Pertev Paşa’nın hayır eseridir. Bugün Çiçekçi Camii’nin meşrutası olarak kulanılan kütüphânenin kitapları Süleymaniye’de Pertev Paşa bölümündedir. Tekkke nedeniyle ailenin Nakşibendî-Mevlevî terkibinde bir tasavvuf anlayışını temsil ettiği anlaşılıyor.