Kimse emin değil
Devir değişti. Gerçekten hiçbir şey ‘eskisi gibi’ değil.
‘Gerçek’le ‘sanal’ın arasındaki sınır gitgide kayboluyor.
Biz, gerçek dünyadaki biz miyiz, sanal dünyadaki biz miyiz?
Hangisi olarak bilinmeyi tercih ederiz?
Sanal alemdeki dürüst, ahlaklı, vicdanlı, duyarlı, delikanlı ‘biz’ olarak mı, yoksa kendi hayatımızdaki mızmız, pejmürde, bencil, ilkesiz, korkak, terbiyesiz, üçkağıtçı ‘biz’ olarak mı?
Bazen iki ‘biz’ de aynı evsafa sahip olabilir.
Öyle bile olsa, biz hangisiyiz?
Daha çok hangi tarafta varız? Hangi tarafta yaşıyoruz?
Sanal alemde mi gerçek alemde mi?
Ya da hangisi bizim için daha gerçek?
Ara sıra ‘sanal alem’e mi girip çıkıyoruz? Yoksa ara sıra ‘gerçek alem’e mi?
Görebildiğim kadarıyla Amerikalılar yeni bir hayat icat etti.
Yeni bir ‘varoluş’ biçimi.
‘Şeş cihet’imizi Twitter, Facebook, Instagram, YouTube, WhatsApp vesaireyle doldurdu.
Biz de bu varoluş biçimine çok zorlanmadan adapte olduk.
Karşımızdaki insanla konuşmanın acemisi olduk. Sanal alemdeki sanal muhataplarımızla konuşmak bize daha kolay geliyor.
Her zaman söylediğim gibi bu şirketlerin personeli olarak kimimiz çok yoğun, kimimiz az yoğun çalışıyoruz.
Mutluyuz.
Çünkü bu şirketler kendi şemsiyeleri altında istersek milliyetçilik, istersek Kemalistlik, istersek İslamcılık, istersek yerlilik, hatta istersek anti-emperyalizm yapmamıza müsaade ediyorlar.
Böylece, Twitter’a karşı olduğumuzu Twitter’ın şefkatli kucağına yaslanarak söyleyebiliyoruz.
Onlar da, bizim sırtımızdan her sene milyarlarca dolar kazanıyorlar.
Tabii ki sırtlarımız onlara amade.
Altımıza ve üstümüze döşenen bu vasıtaları hava gibi, su gibi, hayatın vazgeçilmez unsurları olarak görüyoruz.
Onlarsız bir hayat düşünemiyoruz bile...
Doğal olarak, bu alanlara dair bir kısıtlama, bir düzenleme ihtimali belirince, bir çok insan, yaşam tarzına müdahale tepkisi veriyor.
Devlet de meraklı. Müdahaleyi seviyor.
İyi de, sanal alemde bazı pis, sapık, hastalıklı, manyak karakterler var.
Amerikalıların sağladığı mucizevi altyapı onlara da geniş bir faaliyet alanı sağlıyor.
Küfrediyorlar.
Aileyi hedef alacak kadar alçalıyorlar.
Kime küfrediyorlar?
Kendileri gibi düşünmeyenlere.
‘Öteki’ne.
İftira atıyorlar.
Hangi görüşe mensup oldukları çok önemli değil. Sağcı, solcu, iktidar yanlısı, muhalif... Hepsinden var.
Ne söylesen gidiyor.
Ellerinde yaftalar. Alçak, vatan haini, işbirlikçi, terörist, işbirlikçi, fetöcü, istediğin herkesin boynuna as.
Vazifesi sövmek olan troller, tetikçiler besleniyor, itler istihdam ediliyor.
Sen söyle, serbestsin, o aksini iddia etsin.
Olağanüstü bir özgürlük alanı.
Özgürlük değil de, namussuzluk alanı.
Böyle bir namussuzluğa maruz kaldığın zaman derdini kime anlatacaksın?
Eh, bazı resmi makamlar var. Savcılığa şikayet edersin, takip edilir.
Bütün şikayetlerin aynı titizlikle takip edildiğini/edileceğini söyleyebilir miyiz?
Söylemekte zorlanırız.
Devletin reflekslerinin her istikamette aynı hızda çalışmadığına dair kanaat yaygın.
‘Bizden’ olana biraz yavaş, ‘öteki’ne biraz hızlı.
Bu kanaati izale edecek bir düzenleme yapılabilir mi?
Teorik olarak mümkün.
Pratikten emin değilim.
Bu ‘küresel’ şirketlerin, bizim sırtımızdan elde ettiği kazançların vergisini ödemelerini sağlamak mümkün olur mu?
Bundan da emin değilim.
Tartışmaların sebebi de bu.
‘Ben eminim’ diyenler dahil, kimse emin değil.