Irak'ta doğan ve çeşitli dönüm noktalarıyla kendisini geliştiren terör örgütü DAEŞ günümüzde Irak ve Suriye toprakları üzerinde stratejik bir terör üssü durumuna geldi. DAEŞ, gerek işgal ettiği topraklardaki konumu ve saldırılarıyla gerekse de ideolojik yapısı ve terör yöntemleriyle İslamofobi malzemesi üreten bir fabrika gibi çalışıyor.
DAEŞ terör örgütünün temeli, Irak’ı 2003'te işgal eden Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ordusuna karşı silahlı mücadele vermek için Irak El Kaidesi Lideri Ebu Musab Zerkavi tarafından “Tevhid ve Cihad Cemaati”nin kurulmasıyla atıldı.
Zerkavi, 2006’da tüm Iraklı Sünni silahlı grupları birleştirmek için “Mücahitler Şurası Konseyi” kurulduğunu ilan etti. Zerkavi, aynı yıl ABD güçleri tarafından öldürülünce örgütün başına Ebu Ömer el-Bağdadi geçti. Örgütün yeni yönetimi, Mücahitler Şurası Konseyi’nin “Irak İslam Devleti”ne dönüştüğünü açıklayarak, biat çağrısı yapmış, çağrıya olumsuz cevap veren diğer Iraklı sünni gruplarla çatışmıştı.
İşgal karşıtı grupların tepkisini çekmişti
Örgüt çizgisinin katı ve intikamcı yöntemleri arasında bulunan Irak ordu ve polis gücü mensubu herkesi hedef seçmesi, çarşı ve pazar yerlerindeki sivilleri katleden canlı bomba eylemleri düzenlemesi, sadece ABD işgaline karşı silahlı direnişi benimseyen diğer grupların tepkisini çekmişti.
2006 sonrası gelişen örgütün kendisini diğer gruplara dayatma ve çatışma süreci, “Irak İslam Devleti” örgütünün zayıflamasıyla sonuçlanmıştı. 2010’da Ömer el-Bağdadi’nin ABD güçleri tarafından öldürülmesinden sonra örgütün başına geçen Ebubekir el-Bağdadi de aynı çizgiyi sürdürdü.
Suriye’deki krizin iç savaşa dönüşmesinin ardından Bağdadi’nin eski yardımcısı Ebu Muhammed el-Culani, kendisi gibi Suriyeli bir grup militanla örgütten ayrılarak, Suriye’ye geçmiş ve kurdukları Nusra Cephesi ile iç savaşa dahil olmuştu.
Eski elemanlarının başarılarına kondu
Nusra Cephesi, süreç içerisinde Esed rejimine karşı önemli kazanımlar elde edince, faaliyet alanını başta Irak’la sınırlı tutan “Irak İslam Devleti” örgütü eski elemanlarının Suriye’deki başarısını kendisine mal etmek için, örgütün adını Nisan 2013’te "Devle İslamiyye fi'l Irak ve'ş-Şam" (Irak ve Şam İslam Devleti, DAEŞ) olarak değiştirdi. Örgütün adının değiştirilmesi, Nusra’nın yeni adı DAEŞ olan yapıya dahil edilme girişimiydi. Ancak el-Culani buna karşı çıktı.
Kureyş kabilesi soyundan olduğunu öne sürerek soyadını el-Kureyşi şeklinde değiştiren Bağdadi de "İtaat edilmesi farz halife" olduğunu iddia ederek, Suriye’deki Nusra Cephesi’ne biat çağrısı yaptı. Nusra Cephesi’nden 2013’ün başlarında ayrılan bir grup militan Bağdadi’ye bağlılığını açıkladı ve DAEŞ, ayrı bir yapı olarak Suriye’deki eylemlerine hız verdi.
IŞİD'in "başkenti" Rakka'da bir trafik polisi.
Esed'in elini güçlendirdi
DAEŞ’in Esed güçleriyle çatışmak yerine kurtarılmış bölgeleri kontrol etmek için Suriye’nin kuzeyindeki muhalif gruplarla çatışması Esed'in elini güçlendirirken, muhaliflerin zayıflatılması işlevi görüyor.
Daha sonra DAEŞ’in, El Kaide Lideri Eymen ez-Zevahiri’nin sorunun giderilmesi için aracı tayin ettiği Halid es-Suri’yi, 23 Şubat 2014’te suikastla öldürmesinin ardından Nusra Cephesi ve DAEŞ fiilen çatışmalı bir sürece girdi. Nusra Cephesi Lideri Culani, yayınladığı ses kaydında DAEŞ’i tehdit ederek, örgüte karşı ilk operasyonunu Irak sınırında bulunan Deyru’z-Zor’da gerçekleştirdi. DAEŞ bu süreçte sadece Nusra Cephesi ile savaşmakla kalmadı, diğer silahlı muhalif gruplara da saldırarak, cepheyi genişletti.
Musul'daki eğitimde bir militan köprüden iple iniyor.
Ilımlı muhalif komutanlara ilk suikastler
Temmuz 2013'te Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) komutanlarından Ebu Basir El-Ceblavi, DAEŞ tarafından Lazkiye'de konvoyu durdurulup öldürüldü. Eylül 2013'te Ahraru’ş-Şam komutanı Ebu Ubeyde el-Binnişi, Malezyalı İslami bir derneğe üye elemanların korunması olayına karıştığı için kaçırılıp öldürüldü.
DAEŞ, 2014 Mayıs’ında, rejim güçlerine karşı büyük saldırı düzenleyip, birçok bölgeyi ele geçirmede görev alan Ahraru’ş-Şam Topçu Tugayı komutanı Ebu Mikdat‘ı öldürdü. DAEŞ’in Hristiyan din adamlarına yönelik infazları da hem Batı kamuoyunda muhalifler hakkında olumsuz bir izlenim bırakıyor hem de Suriyeli Hristiyanları Esed’e yaklaştırıyordu.
Suriye'de Rakka, Halep ve İdlib'de stratejik noktaları ele geçiren DAEŞ’in mücadelesi sırasında dikkati çeken nokta ise muhalifleri püskürtüp, kazandıkları bölgelerin 24 saat içerisinde Esed rejiminin kontrolüne geçmesiydi.
Ebu Gureyb baskını bir dönüm noktası
DAEŞ'in güçlenmesindeki dönüm noktalarından biri de Temmuz 2013'te Irak'ta yaşanan Ebu Gureyb Hapishanesi baskınıydı. 2003'te dünya kamuoyuna yansıyan işkence fotoğraflarıyla gündeme gelen hapishaneye düzenlenen canlı bomba eylemleri ile bine yakın mahkum firar etmeyi başardı. Mahkumlar arasında ileride DAEŞ yöneticisi olacak örgüt mensupları ve "Saddamcılar" da bulunuyordu.
Ebu Gureyb'in kapılarının DAEŞ'i güçlendirmek için kasten açıldığı, böylelikle cezaevinde İran istihbaratıyla iş birliğini kabul eden bazı eski El Kaide militanlarının DAEŞ'e katıldığına yönelik iddialar ise ülke kamuoyunda dillendirilmişti.
Rakka'da gündelik hayat.
Bağdat yönetiminin mezhepçiliğinden beslendi
Irak'ta dönemin başbakanı Nuri el-Maliki yönetiminin, ABD ve İran rekabetinden de faydalanarak, Irak'ta Şii mezhepçiliği ekseninde Sünni Araplara uyguladığı baskı politikaları 2014'te Sünni Arapların ayaklanmasına yol açtı. ABD, İran ve Maliki yönetimine karşı patlayan kitlesel öfkeyi yönlendirmeyi hedefleyen DAEŞ, terör propagandasında "Sünnilerin intikamını alma" temasını kullandı.
Bu toplumsal psikolojiyi kullanan terör örgütü, Irak ordusunun savaşmadan geri çekilmesi üzerine Haziran 2014’te Musul’un kontrolünü ele geçirdi. Musul’un ardından başkent Bağdat’a doğru ilerleyen DAEŞ, Felluce, Diyala, Tikrit’te de kontrolü sağladı.
BAAS subayları akıl hocalığı yaptı
Terör örgütünün kendi lehine çevirmeye çalıştığı toplumsal öfkenin yanı sıra devrik lider Saddam Hüseyin'in subayları da DAEŞ içerisinde yer alarak, örgütün askeri akıl hocalığını yaptı.
Bir anda dünyanın gündemine oturan DAEŞ, 29 Haziran 2014’te Irak’ta "hilafet devleti" kurduğunu ve örgütün lideri Ebubekir el-Bağdadi’yi de halife ilan ettiğini duyurdu.
Herkes "düşman"
İçerisinde Saddam yönetimine bağlı milis unsurları ve dini eğitimleri bulunmayan yabancı uyruklu militanları barındıran DAEŞ, düşmanlarını 2 sınıfa ayırıyor. Batılı devletlerde ve bölgede yaşayan tüm gayrimüslimleri sivil-asker ayrımı yapmadan düşman kabul eden örgüt, kendi ideolojisine katılmayan ve örgüte itaat etmeyen Müslümanları mürted kabul ediyor.
Savaşçılarının çoğu yabancı uyruklu kişilerden oluşan DAEŞ'in ideolojisi, Batıya karşı savunma döneminin bittiği, artık devlet sürecinin başladığını ileri süren kıyamet öncesi kurulacak "ütopya toplumunu" vaat ediyor. Batılı kentlerin banliyölerinde yaşayan yoksul gençlerin örgütün vaatkar ve intikamcı söylemini kolaylıkla kabul etmesinin ardında yeterli ve sahih İslami eğitime sahip olmamaları yatıyor.
"Düşmanlarını" acımasızca cezalandırarak, korku ve sindirme politikası yürüten terör örgütü, aynı zamanda tarihi eserleri tahrip ederek, bölgenin tarihi ve kültürel birikimini de yok etmeye çalışıyor.
Rus müdahalesine bahane
Muhaliflerin Türkiye sınır kapısıyla bağlantısını kesmek isteyen, yardım koridorları, petrol kuyuları, sınır kapıları gibi stratejik noktaları ele geçirmek üzerine yoğunlaşan ve perde arkasında rejimle gizli bir ortaklık yürüten DAEŞ’in en etkin olduğu kent, aynı zamanda "hillafetin başkenti" olarak ilan ettiği ülkenin petrol bölgesi Rakka oldu.
Çekildiği bölgelerde toplu mezarlar bırakan, gazetecileri kaçıran, ibadethaneleri bombalayan, "put ve şirk olduğu" iddiasıyla tarihi eserleri ve türbeleri tarumar eden, çocuk kadın demeden katliam yapan DAEŞ militanlarından kaçan Suriyeli Türkmenler ve Kürtler ile Iraklı Yezidiler sınır hattını geçerek Türkiye’ye sığındı.
İstihbarat odakları tarafından mı yönlendiriliyor?
DAEŞ'in izlediği stratejinin aynı zamanda Suriye ve Irak'ı dizayn etmek isteyen güçlerin müdahalede bulunduğu yerlerle örtüşmesi, DAEŞ'in istihbarat odakları tarafından yönlendirildiği şüphelerini de güçlendirdi. Terör örgütünün her iki ülkenin başkentleri Bağdat ve Şam yerine Irak'ta Yezidi bölgesi Sincar ve Suriye'nin kuzeyindeki Aynu'l Arab'a (Kobani) saldırması, buna mukabil Esed kontrolündeki Deyru'z-Zor'da rejim güçleriyle çatışmaya girmemesi de örgütün stratejik bir aklın güdümünde hareket ettiği tezini destekliyor. Bu çerçevede ele alınabilecek diğer bir husus da DAEŞ'in saldırdığı ılımlı muhalif grupların, Suriye'ye askeri müdahalede bulunan Rusya tarafından da öncelikli hedef olarak belirlenmesi.
Batı'da aşırı sağa hizmet ediyor
El Kaide'den devraldığı küresel şiddet ağını yönetmeye başlayan DAEŞ, uluslararası arenada İslamofobi dalgasının yükselmesine yol açan figür ve söylemler üretiyor. İnsanların tüyler ürperten işkence yöntemleriyle öldürülmesi, infazların profesyonel prodüksiyon filmleriyle dünyaya yayılması ve bunların İslam adına yapıldığı izlenimi verilmesi ise gerek Filistin'de birçok savaş suçu işleyen İsrail yönetiminin gerekse insan hakları ihlallerinde bulunan diğer otoriter rejimlerin DAEŞ gerekçesiyle hukuksuzluklarını "meşrulaştırmasını" da beraberinde getiriyor. Terör örgütü ve uzantılarının Fransa, ABD gibi Batılı ülkelerde sivillere yönelik düzenlediği terör eylemleri de Batı'da aşırı sağ, İslam karşıtı parti ve akımların daha da güçlenmesine yol açıyor.
İSTANBUL/AA