Görüşler

İran’ın Hürmüz Boğazı’ndaki anlatılmayan hikâyesi

İran’ın Hürmüz Boğazı’ndaki anlatılmayan hikâyesi

İran uzmanı Cemalettin Tasken “İran yaptırımlara direnmek adına ABD’li demokratlardan destek arayışını sürdürüyor. Trump ise Cevat Zarif’i yaptırım listesine ekleyerek İran iç siyasetine etki etme niyetinde” diyor.

CEMALETTİN TASKEN

Ortadoğu coğrafyası, dünyanın en sıcak bölgelerinden biri olmaya devam ediyor. Kaosun yakıcı ateşi bölgenin kadim surlarını döverken haritaların yeniden çizildiği bir dönem yaşanıyor. İran ve ABD arasındaki siyasi kriz ise her gün yeni bir gelişme sayesinde güncelliğini koruyor.  

Bilindiği üzere, Obama döneminde sağlanan nükleer barış, Mayıs 2018’de Trump yönetiminin, Ortak Kapsamlı Eylem Planı’ndan (JCPOA) çekilmesiyle yerini yeniden gerilime bıraktı. Ancak bölgedeki kaos, yeni fırsatları da beraberinde getirmekte. ABD’nin anlaşmadan tek taraflı çekilmesi, İran’a; bölgesel politikalarını yeniden dizayn etme adına tam olarak ihtiyaç duyduğu fırsatı verdi. Tahran’ın siyasi ajandasında nükleer anlaşmayla ilgili her ihtimale dair bir planı mevcut. Anlaşma sağlandığı dönemde Tahran, anlaşmanın bozulma olasılığını da akılda tutarak hesap yaptı. Hürmüz’de yaşanan saldırılar, Tahran’ın anlaşmanın gidişatına göre hazırda tuttuğu planının bir tezahürü niteliğinde. 

İran ve Batı arasında sağlanan anlaşmanın devamı, Tahran’ın Yemen, Suriye ve Irak gibi ülkelerdeki tahakkümünü arttırması demek. Anlaşmanın bozulması ise İran’ın Hizbullah aracılığı ile İsrail’e yönelik söylem ve eylemlerinin artması anlamına geliyor. Trump yönetimi’nin JCPOA’dan çekilmesiyle İran’a uygulanan yaptırımların başa dönmesi, Tahran’ın stratejik hesaplarını yeniden gözden geçirmesi anlamına geliyor. Yaptırımlar, İran ekonomisini ciddi anlamda sarsmış olsa da Tahran’ın seçenekleri henüz tükenmiş değil.  

Yaptırımların gevşetilmesi, İran siyasetindeki hâkim siyasi söylemin otoritesini zayıflatırken halkın tükenen umutlarını yeniden yeşertmişti. Anlaşmanın sağlandığı 2015 yılının ardından 2016 yılında İran ekonomisi yüzde 12,3 oranında bir büyüme gösterdi. Buna karşılık, ABD’nin JCPOA’dan çekilmesi ve 2018’de uygulanan kısmi yaptırımlar sonrasında İran’ın ekonomisi yüzde 3,9 oranında daraldı. Bu yıl yüzde 6 daha da küçülmesi öngörülüyor. İran’ın en büyük gelir kaynağı olan petrol ihracatı yarı yarıya azaldı. 2017 yılında yüzde 9 olan enflasyon 2018’de yüzde 31’e yükseldi. Ekmek, süt, sebze ve diğer temel gıda maddelerinin maliyeti yüzde 40’tan yüzde 60’a yükselirken, temel tıbbi bakım ve konut maliyetleri yüzde 20 artmış durumda. Bu artışlara İran toplumu sessiz kalmadı. Getirilen yaptırımlar sonrasında yaşanan ekonomik çıkmaz/daralma, geçtiğimiz yıl içinde birçok grev ve protestolara neden oldu.  

İran’daki protestolar sadece İranlı yöneticilere yönelik değil elbette. Devletin yönetim anlayışını besleyen ABD karşıtlığı, protestoları diri tutan bir diğer etken. Tahran yönetimi, bu karşıtlığı 2011 yılından beri süregelen Suriye krizinde kullandı ve fırsata çevirdi. İran; Irak, Suriye ve Lübnan’daki varlığı aracılığıyla Tahran’ı Akdeniz’e bağlayan ve adına “Şii Hilali” verilen ideolojik hattı daha da güçlendirdi. İran’ın İslam dünyasının lideri olma adına bir sıçrama tahtası olarak gördüğü bu ideolojik hattın korunması için Tahran’a maddi kaynak gerek. Ayrıca bu hattın devamı için bölgesel gerilimin alanının genişletilmesi de Tahran için hayati önemde. Dolayısıyla Hürmüz Boğazı’nda yaşanan gerilim, öncelikle ABD’nin bölgedeki gücünü dağıtarak –“direniş hattı”na en çok desteği sağlayan- Hizbullah’a alan açma amacını taşımakta. Son dönemde Hizbullah’ın, -Esed rejiminin onayıyla- İsrail sınırındaki varlığını güçlendirmesi bunu göstermekte. 

Hizbullah’a yönelik desteğin, İran dış politikasında önemli bir karşılığı var. Tahran’da siyasi elitlerin üzerinde fikir birliğine vardığı karara göre, stratejik bir tehdit olan İsrail siyasi anlamda etkisiz hale getirilmeli. Suudi Arabistan ile Körfez İşbirliği Konseyi üyeleriyle -bölgedeki uzantılar aracılığıyla- hesaplaşılmalı. Tahran’ı tehdit olarak gören Körfez ülkelerindeki muhalefet desteklenmeli. Bunları yaparken de Rusya ile ortak çıkarlar ihlal edilmemeli. Tüm bunları gerçekleştirmek için Tahran’ın ihtiyacı olan şey, bölgeden ayrılmaya niyeti olmayan ABD’nin dikkatini dağıtmak ve müttefiki İsrail’i saldırılara açık hale getirmek. İran’ın Mayıs ayının başından bu yana yaptığı eylemler, özellikle de Haziran ayındaki Japonya ve Norveç’e ait petrol tankerlerine yapılan saldırılar ve bir İngiliz tankerinin Temmuz ayında ele geçirilmesi, bu stratejinin uygulandığı anlamına geliyor.  

Yaptırımların gevşetildiği dönemde JCPOA, İran ve Avrupa Birliği’nin ticari ilişkisini sürdürmesine izin vermişti. Ayrıca, Tahran’ın, bazı AB üyesi ülkelerinin yanı sıra ABD’nin Japonya ve Asya’daki diğer ortaklarıyla da petrol ticareti devam etmekteydi. ABD’nin son yaptırım kararıyla İran’ın Asya ile olan petrol ticaretini azaltması, Japon Başbakanı Şinzo Abe’nin İran’ı ziyareti sırasında Japon bir tankere saldırması ve İngiltere’ye ait ticaret gemilerini taciz etmesi Tahran’ın; ABD’nin, Ortadoğu ve Asya’daki tüm ortaklarının ticari geçiş güzergâhlarına ulaşabileceği mesajını içermekte.  

İran’ın; yalnızca ABD’yi hedeflemek yerine, krizin cezasını tecrübe etmeleri adına ABD ile ekonomik ve ticari müttefiklerini zorlaması, nükleer anlaşmanın gidişatına göre belirlediği planlardan. Ancak hem Japonya hem de AB ülkeleri, İran’ın cezalandırılması kararının bir takım bölgesel maliyetlerinin olacağının farkındalar. Dolayısıyla özellikle Japonya, Haziran 2019’daki tanker saldırılarının ardında İran’ın olduğuna dair suçlamalara dâhil olma konusunda istekli değildi. Hatta ABD’nin Körfez’deki gemilerin güvenliğini korumak adına organize etmek istediği bir koalisyona katılmayı reddetti. Yeni İngiliz hükümeti ise önceki kararının tersine Körfez’deki ticaret gemilerin güvenliğini sağlamak üzere ABD’nin önerdiği uluslararası koalisyona dâhil oldu. 

Bölgede uluslararası deniz taşımacılığına yönelik tacizler, Oval Ofis’in bölgedeki planlarının işleyişine yeni zorluklar getirmekte. Saldırıların arkasında İran olsun ya da olmasın, gemilere yönelik müdahaleler, Hürmüz Boğazı’nın stratejik öneminin; hem Körfez ülkeleri hem de Asya ülkelerine hatırlatılması adına Tahran’ın önünü açıyor. Hürmüz Boğazı’ndaki saldırı ve alıkoymalar, nükleer anlaşmanın olumlu ve olumsuz senaryoların neleri kapsadığına dair kamuoyuna yeni fikirler sunuyor. Boğazdaki saldırılar, Tahran açısından kısa vadede yaptırımların devam etmesine bir tepki olarak okunsa da uzun vadede Hizbullah’ı silahlandırmaya devam etmeyi ve Suriye’deki varlığını tahakküm ederek İsrail’i bastırmayı hedefliyor. Gelinen bu aşama, bölgesel politikalarının zeminini kaybetmeme adına İran’a önemli bir getiri sağlıyor. 

Tahran’daki karar alıcılara göre, bölgedeki politikaların önündeki en büyük tehdidi İsrail oluşturmakta. İslam dünyası için liderlik amacına sahip olan Tahran, başta Türkiye olmak üzere diğer Müslüman ülkeler ile rekabet halinde. Tahran’ın, Suriye ve Irak’taki ideolojik varlığı, rekabetin iletişim yerine gerilim üzerinden devam etmesine neden olmakta. Diğer taraftan İsrail’in, İran’ın nükleer programının detaylarını elde edebilecek istihbarî kapasiteye sahip olması, her iki tarafı da daha tehditkâr bir hale getiriyor. Ayrıca Akdeniz kıyı şeridi, Tel Aviv’i, Levant bölgesindeki rekabetin bir parçası olmasını sağlıyor. 1979 İran Devrimi’nin mantığının önemli parçalarından olan Yahudi Devleti karşıtlığı, -İran iç siyasetindeki tüm problemlere rağmen- dış siyasette dirençli olma gerekliliğini öne çıkarıyor. 

Nükleer anlaşmanın bozulması, bölgedeki anlaşma kültürünün de giderek kaybolması anlamına geliyor. Diplomasi diline her zamankinden daha çok ihtiyaç duyulan bir dönemde yaşanan gerilim, tarafları daha da saldırgan bir pozisyon almaya itiyor. İran, daha önce olduğu gibi Hizbullah’ı İsrail’e karşı daha etkin bir biçimde kullanma yoluna gidiyor. Özellikle Moskova’nın açık desteği ile Suriye’deki varlığını giderek güçlendiren Beşşar Esed, Hizbullah’ın İran aracılığı ile İsrail sınırına yeniden yerleştirmesinde önemli bir rol oynamakta. İran’ın Suriye’deki varlığı, silah ve füzelerin doğrudan Hizbullah’a taşınması anlamına geliyor. Zira geçtiğimiz Nisan ayında, Hizbullah, Beyrut’ta İran’ın desteğiyle yeni bir füze fabrikası inşa etti. Hizbullah, İsrail’e karşı cephesini genişletmek amacıyla Suriye’nin güneyindeki Golan Tepeleri’ndeki varlığını güçlendirmiş vaziyette. Ayrıca, siyasi büro müdür yardımcısı Salih el-Arûri başkanlığındaki üst düzey bir Hamas heyeti, 21-25 Temmuz tarihlerinde İran’ı ziyaret ederek Gazze merkezli Filistinli örgüt ile Tahran arasında yenilenen bir ortaklığa girişmiş vaziyette. İran’ın ABD güçlerini Arap Körfezi’ne sabitlemedeki kararlılığı, İsrail’i aynı anda Lübnan ve Gazze’deki başka bir çatışmaya çekiyor. Bu durum, ABD’nin İsrail’in kendisini savunmasına yardımcı olma kapasitesini kısıtlayabilir. 

ABD yönetiminin de bildiği üzere Hizbullah yalnızca İsrail’i tehdit etmiyor, aynı zamanda Beyaz Saray’ın da bölgedeki çıkarlarını doğrudan hedefine koyan bir örgüt. Washington, 1983 yılında Beyrut’daki Hizbullah’a yönelik operasyonlarda, 241 askerini kaybetti. Bölgedeki enerji havzasında etkin olma isteğinin yanı sıra İran destekli örgütün bölgede güçlenen varlığı, İsrail’in Akdeniz’e yönelik politikalarında ısrarcı olmasını beraberinde getirmekte. Hem ABD hem de İsrail, Hizbullah’ı askeri bir tehdit olmaktan çıkarma amacında. Bu amaç Trump’ın göreve gelmesinin ardından daha da belirgin hale geldi. Bunun farkında olan İran, Trump yönetimini, Hürmüz Boğazı’ndaki bir çatışmaya çekerek ABD ve İsrail’in Hizbullah üzerindeki etkisini sınırlandırma amacında. 

Nihayetinde, her iki taraf da yukarıda bahsedilen askeri manevraların yanı sıra siyasi manevralarla pozisyonlarını ve kazanımlarını koruma niyetinde. İran yaptırımlara direnmek ve eski anlaşmanın yeniden gözden geçirilmesi adına ABD’li demokratlardan destek arayışını sürdürüyor. Trump ise İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif’i yaptırım listesine ekleyerek İran iç siyasetine etki etme niyetinde. Beyaz Saray’ın, ABD vatandaşlığı da bulunan İranlı bakan Zarif’e yönelik yaptırım kararının sembolik bir anlamı var. ABD, özellikle kadınlar ve gençler arasında popülaritesi giderek artan Cevat Zarif’i İran iç siyasetinde daha da görünür kılmayı hedefliyor. Zira bu karar, muhalefetin Zarif’i daha çok sahiplenmesini sağlamış görünüyor. Gerilimli bir süreçte İran’daki muhalefetin güç kaybetmesini istemeyen Washington’ın bu girişimi, önümüzdeki yılın Mart ayında yapılacak olan İran Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Zarif’in daha güçlü bir şekilde öne çıkmasına kapı aralıyor.  

 

İlgili Haberler
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir