Bir dönem Osmanlı'da sevilip değer verilen fakat sonrasında bir kalkışma sebebiyle değeri düşen bir meyve bulunmaktadır. 1720 yılında bu meyvenin yasaklanması ve tüm ağaçlarının yakılması yaşanmıştır.
Hicri 1099 (miladi 1688) yılında Şaban ayında Yanya Mutasarrıfı Kızıl Rıza Paşa’nın üçüncü evladı olarak Molla Kamil Efendi dünyaya teşrif etmiştir.
Çocukken dikkat çeken zekâsı ve merakıyla yaşıtlarından sıyrıldığı söylenir. Birçokları Arnavut kökenli olduklarını öne sürse de, ailenin Karaman göçmeni Türk kökenleri üzerine kuvvetli kanıtlar bulunmaktadır.
Babasının erken vefatı üzerine annesi tarafından yetiştirilmiş. Ailesinin ondan bir din âlimi olmasını beklerken, kendisi müspet ilimlere yönelmiş ve büyüklerinin tüm karşı çıkmalarına rağmen babasının mirasıyla önce Roma'ya, ardından Paris'e giderek eğitimine orada devam etmiştir.
Özellikle nebatiye ve ziraat ilimleri üzerine eğitim aldıktan sonra Kamil Efendi, memleketi olan İstanbul’a dönüş yapmış ve ağabeyinin aracılığı ile sarayda bostancıbaşı olarak göreve başlamıştır. Zaman içerisinde bilgisi, çalışkanlığı ve azmi ile Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa’nın dikkatini çeken Kamil Efendi'nin hayatını köklü bir biçimde değiştiren olay ise 1720 yılında gerçekleşmiştir.
Bu tarihte İstanbul ve çevresindeki lale bahçelerinde aniden baş gösteren bir hastalık, laleleri felakete sürüklemeye başlamıştır. Sadaret tarafından görevlendirilen Kamil Efendi, ilmi ve fenni yöntemleri kullanarak bu hastalığı tespit edip tedavi etmeyi başarmış ve Sultan III. Ahmet tarafından takdirle karşılanmış, “Halaskaran-ı lalezar” lakabı ile saray çevresinde tanınmış bir figür haline gelmiştir.
Kamil Efendi, kendisine mükâfat olarak verilen Yalova’daki topraklarında, bilimsel tarım yöntemleri kullanarak çeşitli denemeler yapmıştır. Bu denemelerin en çarpıcı olanı, Fransa’da görüp hayran kaldığı avokado meyvesini Anadolu'nun iklim şartlarında yetiştirme girişimidir. Uzun çabalar ve melezleştirme denemeleri sonucunda Yalova iklimine dayanıklı avokado yetiştirmeyi başararak, elde ettiği mahsulü bir risale ile saraya sunmuştur:
"Bu ağacın adı avokado olup, bazılarına göre timsah armudu da denir, faydaları saymakla bitmez. Görünümü hoş, tadı enfes ve şifalıdır. Meyvesi adeta cennetten bir lezzettir, her türlü yemekte yakışır, ağızda ferahlık, midede rahatlık verir. Yağı cilde sürüldüğünde bir ışık gibi parıldar. Yaprakları pişirilip içildiğinde böbrek taşına iyi gelir… Meyveyi tadan Damat İbrahim Paşa, düzenlediği ziyafetlerde avokado ikram etmeye başlamış ve bu egzotik lezzet kısa sürede İstanbul elitleri tarafından benimsenerek sofralarında yer bulmuştur. Kamil Efendi, bu yeni nimetin yayılması ve halkın da faydalanması için çaba sarf etmişse de, ileri gelenler bu konuya kayıtsız kalmış ve avokado, saray ve elit kesim dışında tüketilmemiştir.
Ne yazık ki, Molla Kamil Efendi'nin huzurlu günleri ve avokadonun Osmanlı macerası, 1730 yılı Eylül ayında çıkan Patrona Halil isyanı ile son bulmuştur. İsyan liderleri, Damat İbrahim Paşa ile birlikte Kamil Efendi'yi de acımasızca öldürmüş, bir grup isyancının iddiasıyla avokadonun timsah ile ağacın ciması ile oluştuğu söylentisi yayılmış;
Bu durumun mekruh olduğu, Müslüman ülkede yetiştirilmesinin ve yenilmesinin caiz olmadığı hükümleri verilerek Yalova’daki tüm avokado ağaçları yakılarak tahrip edilmiştir. Böylece Türk tarihindeki belki de ilk modern tarım denemesi, bir grup yobazın engellemesiyle son bulmuş ve avokadonun tekrar ülkemize girişi yaklaşık 250 yıl sonra gerçekleşebilmiştir. Belki de bu anlayış avokado ağaçlarına karşı koyabilseydi, ülkemizin bir bölümü bu meşhur meyvenin üretim merkezi olabilirdi.