Hiç bitmeyen enflasyon gerçeğimiz
Türkiye’nin de içinde bulunduğu OECD ülkelerinde 2024 yılında gerçekleşen enflasyon rakamları, ekonomimizin karşı karşıya bulunduğu yapısal sorunları ve yetersizlikleri gayet açık bir şekilde ortaya koyuyor:
39 ülke arasında en yüksek enflasyon oranı %49,4 ile Türkiye’de… Kaldı ki bu, %80’lerden düşürülerek geldiği nokta…
Oran o kadar yüksek ki, inmiş haliyle bile listede ikinci sırada gelen ve sürekli ekonomik krizle boğuşan Kolombiya’daki %5.8 enflasyon oranının neredeyse 9 katı…
Tablodan da görüleceği üzere, Türkiye’de enflasyon oranının açık ara tüm ülkelerden farklılaşarak, OECD ortalamasının neredeyse 12 katı kadar yüksek bir düzeye çıkması, başımızı öne eğdirecek kadar ağır bir sonuç maalesef.
Bir başka çarpıcı sonuç, enflasyon oranımızın tablodaki toplam 39 ülke içinde en düşükten yukarıya doğru 28 ülkenin enflasyon oranlarının toplamına eşit olması…
Türkiye’de yaşı kemale eren, 60’larının üzerindeki hemen herkes, çocukluklarından itibaren yüksek enflasyonlu bir ekonomide ve sürekli artan hayat pahalılığı gerçeğiyle iç içe yaşıyor.
“Kronik yüksek enflasyon,” ekonomimizin temel karakteristiği haline geldi..
Artık bütünüyle benimsediğimiz bu olumsuz gerçekliği, zihnimizde, iş hayatımızda ve ekonomi politikalarında temel bir veri ve dayanak noktası alacak kadar normalleştirdik.
Bu neden böyle?
Hiç bir bahane üretmemize, meseleyi sağa sola çekerek tevil etme gayretine girmemize gerek yok.
Enflasyon;
-Tembel ve çalışmayı sevmeyen,
-Kaynaklarını verimli ve etkili kullanmayan,
-Yeterince ve gerekli nitelikte üretim yapmayan,
-Düşük katma değerli üretim ve ihracat alışkanlığından bir türlü vazgeçmeyen,
-Yeterince tasarruf etmeyen ve sürekli sermaye yetersizliği çeken,
-Kıt kaynaklarını, ithalata bağımlılığı arttıran, iç piyasaya dönük ve döviz girdisi sağlamayan inşaat emlak gibi alanlarda heba eden,
-Üretmeden tüketen,
-Bilim ve teknolojideki gelişmeleri ve yenilikleri izlemeyen, AR-GE faaliyetlerine önem vermeyen,
-Yeterli geliri olmadığı halde borç parayla zengin hayatı yaşayan,
-Kamu kaynaklarını ölçüsüz ve hovardaca değer üretmeyen gösterişli yatırımlara harcayan,
-Cari açığı patlatma pahasına lüks ve gösterişli ithal malı tüketim alışkanlıklarından vazgeçmeyen,
-Ehliyet ve liyakati takdir etmediği için yetişmiş beyinlerini yurt dışına kaçıran,
-Siyasi popülizm gereği, sürekli icat ettiği kamu görevi pozisyonlarıyla, hiç bir şey üretmeyen milyonlarca kişiyi devlet kadrolarına doldurarak kamu personel giderlerini ve cari harcamaları arttıran,
-Çalışabilir şartlardaki geniş bir halk kesimini, seçmen desteği kazanma amaçlı sosyal yardım ve transfer harcamalarıyla, hazır yardımla geçinmeye bağımlı hale getirerek miskinleştiren,
-Gereksiz ve kullanılamayacak büyüklükte ulaştırma ve altyapı yatırımları, kamu hizmet binaları ve tesislerini yapmaktan bir türlü vazgeçmeyen,
-Sürekli bütçe açığı veren ve açığı para basarak ve yeni vergiler salarak kapatma yoluna giden ülkelerin uğrayacağı kaçınılmaz akıbettir.
Ülkemizde, bildik bileli tüm siyasi iktidarların ekonomi politikalarının başlıca hedefi, yüksek enflasyon oranını makul seviyelere çekmek, çift haneli rakamlardan tek haneli rakama indirmektir.
Sanırsın ki paramızın itibarını yerlere düşüren, halkımızın Türk Lirasından ve üretimden kaçmasına neden olan, toplumda ahlaksızlığı yaygınlaştıran ve güven kaybını derinleştiren bu enflasyon belasını başımıza yabancı güçler sarıyor. Birey, toplum ve devlet olarak bizim hiç bir hatamız yok, üzerimize düşen her şeyi doğru yapmışız da buna rağmen bu kadar yüksek enflasyonla boğuşuyoruz.
Bu konuda ortaya çıkan olumsuz tablodan tüm bireyler, ekonomik aktörler, girişimciler, siyasi iktidarlar ve devlet yöneticileri hep birlikte sorumludurlar.
Enflasyon olgusunun kangrenleşmesinde ve sürekli hale gelmesinde en fazla pay sahibi olan siyasi iktidarlardır ve güç ellerine geçtiğinde fırsatçı, popülist, çıkarcı, hesapsız ve israfçı davranma konusunda birbirlerinden hiç farkları yoktur.
İşbaşındaki her iktidar, eğer enflasyonu acilen indirme gereğinden söz ediyorsa, bunu bu kadar yüksek bir orana tırmandıran, ya kendinden önceki iktidardır ya da kendisidir.
İstismar ilişkisinin bir tarafında sistemsizlikten, kuralsızlıktan, keyfi uygulamalardan çıkar sağlayan, politik geleceklerini garantiye almak üzere sermaye çevrelerine rant dağıtan ve seçmen kitlelerine kamu kaynaklarını hesapsızca transfer eden siyasi iktidarlar bulunuyor.
Diğer tarafında ise, uyanıklık, bedavacılık, avantadan geçinme ve akşamdan sabaha köşe dönme arayışlarıyla hareket eden ve sistemin doğurduğu boşluklardan yararlanarak kendisine sağlanan haksız çıkarları kovalayan bireyler ve girişimciler yer alıyor.
Bu sonuç, tencerenin yuvarlanıp kapağını bulması gibi, karşılıklı çıkar ilişkilerinin birbirini tamamladığı ve dengelediği; kollektif ilkesizlik, tutarsızlık ve samimiyetsizliğin sistemleşmiş bir hali ve ekonomiye yansımasıdır.
Bir ekonominin sürekli çift haneli bir enflasyon tablosuna bir ömür boyu katlanması mümkün müdür?
Değildir, elbette…
Neden?
Sürekli “yüksek enflasyonla” yaşayan bir ekonomi, sürekli “yüksek tansiyonla” yaşayan bir insana benzer.
Her iki durumda da sistem (vücut ya da ekonomi) anormal bir yük altında çalışır ve bu yük, uzun vadede yapısal bozulmalara yol açar. Bu analojiyi, somut dayanakları, işleyiş mekanizması ve sonuçlarıyla şöyle açıklayabiliriz:
-Yüksek tansiyon, damar duvarlarında kalıcı baskı oluşturarak kalp kaslarının kalınlaşmasına, esneklik kaybına uğramasına ve zamanla yeterli kanı pompalama görevini yerine getirememesine neden olur.
Yüksek enflasyon, ekonomik sistemdeki tüm aktörlerin (üreticiler, tüketiciler, işletmeler) üzerinde maliyet artışları ve fiyat belirsizliği yaratarak kaynakların verimli kullanımını ve üretici potansiyelin gelişmesini engeller. Paranın hızlı değer kaybetmesi nedeniyle kendilerini güvenli limana almak için bireyler tasarruf etmekten, işletmeler de yeni girişimlerden kaçınarak kaynaklarını dövize, altına ve üretici niteliği olmayan alanlara yöneltirler.
-Her iki durumda, kısa vadede şartlara uyum sağlansa da uzun vadede sistem sürdürülemez hale gelir ve kısır döngüler oluşur.
Vücutta yüksek tansiyon, genel sağlık sisteminin işleyişini bozan damar sertleşmesi, damar tıkanıklığı, kalp krizi, böbrekler ve beyin gibi organlarda yetmezlik, organların iflası, felç ve ölüme kadar varan ciddi sağlık sorunlarına neden olur.
Yüksek enflasyon ise, toplumda gelir dağılımı adaletinin bozulması, zenginlerin daha zengin ve yoksulların daha yoksul olması, paranın değerinin ve satınalma gücünün hızla düşmesi, işsizlik, toplumsal refahın ve yatırımların azalması, döviz darboğazına girilmesi, büyümenin yavaşlaması ve genel ekonomik istikrarsızlığın sürekli hale gelmesine neden olur.
Çözüm, kısa vadeli semptomları gidermekten çok, kök nedenleri anlamak ve uzun vadeli yapısal çözümler üretmekten geçer.
Kısa ve orta vadeli çözüm:
-Yüksek tansiyon tedavisinde yaşam tarzı değişiklikleri, zararlı alışkanlıkları terk etme, ilaç tedavisi ve düzenli kontroller gerekir.
-Yüksek enflasyonla mücadele için “makroekonomik reformlar,” “bağımsız bir merkez bankası” ve “disiplinli mali politikalar” uygulamak gerekir. Buna, kısaca “para, maliye ve yapısal politikaların” birlikte yürütülmesi diyebiliriz.
Uzun Vadeli ve Kalıcı Çözüm:
-Yüksek tansiyonun kalıcı olarak düşürülmesi için; yüksek tansiyona yol açan olumsuz faktörlerin ve yaşam tarzının tamamen değiştirilmesi, sağlıklı beslenme, egzersiz ve stres yönetimi gereklidir.
-Enflasyonu kalıcı olarak düşürmek için; güçlü ve sağlıklı bir sistem altyapısı, tutarlı ekonomi ve kalkınma politikaları, üretim odaklı büyüme, katma değerli üretime geçiş ve istikrarlı bir fiyat politikası izlenmesi gerekir.
Enflasyonu sürekli tekrarlanan döngülerle hiper boyutlara, neredeyse üç haneli rakamlara çıkarıp, toplumu derin bir işsizliğe ve durgunluğu sürükleme pahasına faiz yükseltme ve kemer sıkma politikaları uygulayarak aşağıya düşürmek matah bir durum ve alkışlanacak bir başarı değildir.
Esas yapılması gereken, enflasyonda keskin çıkış ve düşüşlere meydan vermeden, güçlü ve dengeli bir ekonominin gerektirdiği düzenli ve istikrarlı kalkınma ivmesinin yakalanmasıdır.
Özetle, sorun tamamen kendimizden kaynaklanmaktadır ve çözümü de bizdedir.