Eski Yargıtay Birinci Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, TİP milletvekili Can Atalay’ın tutukluluk süreci ve AYM'nin verdiği “hak ihlali” kararını değerlendirdi. Selçuk, mevcut durumda hakimlerin hiçbir gerekçe göstermeksizin ve hiçbir değerlendirme yargısında bulunmaksızın Anayasa’nın 153/son madde ve fıkrası gereğince AYM’nin kararına uymaları gerektiğini ve Atalay'ı salıvermeleri gerektiğini ifade etti.
BUSE YILMAZ | KARAR
Gezi Parkı davasında 18 yıl hapis cezası aldıktan sonra Türkiye İşçi Partisi'nden (TİP) milletvekili seçilen ancak serbest bırakılmayan avukat Can Atalay’ın bireysel başvurusunu değerlendiren Anayasa Mahkemesi (AYM), Atalay'ın "seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı" ve "kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının" ihlal edildiğine karar verdi. AYM, söz konusu kararı İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderirken, henüz tahliye kararı çıkmadı.
Eski Yargıtay Birinci Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, Can Atalay’ın tutukluluk süreci ve AYMnin verdiği karara ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Selçuk, AYM kararının ardından Atalay’ın hemen salıverilmesi gerektiği belirterek “Anayasa Mahkemesi yargıçları etkin özneler olarak “hak ihlali” olgusunu belirlemişlerdir. Bu belirlemenin ışığında ilk mahkeme yargıçları da, kararın gereğini yerine getirerek milletvekilini hemen salıvermek zorundadırlar” dedi.
Eski Yargıtay Birinci Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk
'O MİLLETVEKİLİNİ HEMEN SALACAKLAR'
Prof. Dr. Sami Selçuk, değerlendirmesinde şu hususlara yer verdi:
“Tutuklanmış, ancak milletvekili seçildiği halde cezaevinde tutulan bir yurttaşımız hakkında Anayasa Mahkememiz “hak ihlali”ni belirlediği, karar Resmi Gazete'de yayımlandığı ve bu ihlalin sona erdirilmesi için kararını kendisine ulaştırdığı halde, ilk mahkeme şu ana değin o milletvekilini salıvermemiştir.
Bilindiği üzere hukuk, etkin ve edilgin özneler arasında kurulan “hukuksal ilişki”ler (rapporto giuridico, rapport juridique) bütünüdür. Hukukun kaba güçten çıkarak hukuk olması ve kalması, kuşkusuz bu hukuksal ilişkilerin sağlıklı olmasına bağlıdır.
Bu ilişkiler içinde yer alan etkin (aktif) öznelerin “erk”leri (iktidar, güç, pouvoir, potere); edilgin (pasif) öznelerin ise ödevleri (vazife, devoir, dovere) vardır. Bütün bunları hukuk ve yasalar belirlemiştir. Tartışılan olayda Anayasa Mahkemesi yargıçları etkin özneler olarak “HAK İHLALİ” olgusunu belirlemişlerdir.
Bu belirlemenin ışığında ilk mahkeme yargıçları da, edilgin özne olarak bu belirlemenin gereğini yerine getirmek, yani o milletvekilini hemen salıvermek zorundadırlar.
Zira Anayasa, bu konuda tartışmaya yer vermeyecek biçimde son sözünü söylemektedir, o da şudur:
“Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” (madde, 153/son).
'KANUNA GÖRE DEĞERLENDİRME YETKİSİ KULLANAMAZLAR'
Dikkat edilsin. Bu, fıkra “emir kipi”yle kaleme alınmıştır, ilkokul çocuklarının bile anlayacağı kadar açık, kesin, tartışılamaz bir buyruktur (emir); dolayısıyla hem yoruma ve hem de “değerlendirme yetkisi”ne (pouvoir d’appréciation libre, potere di libero apprezzamento) kapalıdır.
Demek, ilk mahkeme yargıçları, asla hiçbir bahane aramaksızın ve gerekçe göstermeksizin ve dahi kesinlikle hiçbir değerlendirme yargısında bulunmaksızın Anayasa’nın 153/son madde ve fıkrası gereğince AYM’nin kararına uyacak ve milletvekilini salıvereceklerdir. O kadar.
Eğer ilk mahkeme yargıçları, “değerlendirme yetkisi”nin olduğunu düşünerek milletvekilini salıvermez ve “yetki aşımı”yla (excès de puvoir, eccesso di potere) sakat bir karar verirlerse ve kişi özgürlüğünü kısıtlarlarsa bu kısıtlamadan sorumlu olurlar. Hakimler ve Savcılar Kurulunun buna göz yumacağını sanmıyorum.
Bu konuda Fransa’dan bir örnek vereyim. Arazi kiralanmasıyla ilgili bir Yasa’yı doğru uygulayan ilk mahkeme, gerekçede bu Yasa’yı eleştirmiş, yetkisini aşımıyla (excès de puvoir, eccesso di potere) sakat bir karar vermişti. Doğru olduğu halde ilk mahkemenin bu kararının kesinleşmesine Fransız Yargıtayı izin vermemiş, yetki aşımı yüzünden yerinde olarak bu kararı 1965 yılında bozmuştur.
Özetle olayımızda AYM’nin verdiği karar, “zorunlu/mecburi yetki”nin (pouvoir obligatoire) ürünüdür: Yerel mahkemenin yapacağı işlem ise, “zorunlu/mecburi ödev”in (devoir bligatoire) ürünü olacaktır, olmalıdır da.”
YÜKSEK YARGI SİSTEMİ NASIL İŞLER?
Selçuk, Türkiye’deki yüksek yargı sistemine de değinerek şunları söyledi:
“Görev ayrılığı dolayısıyla hak ve özgürlüklerin ihlale uğrayıp uğramadığını sorununu Kara Avrupa’sı hukuk sisteminde Anayasa Mahkemeleri çözmekte; bir tüzüğün yasaya aykırı olup olmadığını Danıştay çözmekte, bir hırsızı cezalandırmak gerekip gerekmediğini de asliye ceza mahkemesi çözmekte ve bu son durum İstinaf ve Yargıtayca denetlenmektedir. Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi görev alanları farklı, ancak eşit düzeyde kendi konularıyla ilgili olarak son sözü söyleyen eşit düzeyde mahkemelerdir. Türkiye’de Anglo-Sakson hukuk sistemindeki gibi yüksek mahkeme yoktur. Nitekim 1961 Anayasa’sı, Yargıtay'a en başta; 1982 Anayasa’sı ise AYM’ye en başta yer vermiştir. Bu ise, elbette onların eşit düzeyde oldukları kuralını bozamaz, bozmamaktadır.”