Dervişoğlu İYİ Parti'nin yeni çizgisini açıkladı: Merkezde durmak ülkemiz için bir zorunluluk

İYİ Parti lideri Dervişoğlu, yeni yasama döneminin ilk grup toplantısında partisinin çizgisine dair açıklamalarda bulundu. Merkezde durmanın Türkiye için bir zorunluluk olduğunu ifade eden Dervişoğlu, "Geçmişte merkez siyasetin temsil ettiği değerler milletimizin birlik ve beraberlikle ilerlemesini sağladı. Merkezin yeniden inşası makul olanın yeniden makbul hale gelmesiyle mümkündür" dedi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, dün itibarıyla çalışmalarına başladı. İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, TBMM'de yeni yasama döneminin ilk grup toplantısını gerçekleştirdi.

Dervişoğlu, konuşmasında Orta Doğu'daki savaştan bahsederken, iktidarın milli güvenlik için neler yaptığını sordu. Dervişoğlu, bu sorunun sorulması gerektiğini söylerken, "Cumhurbaşkanı Erdoğan dün bu konuyla ilgili devlet ciddiyetine yakışmayan açıklamada bulundu. Türkiye, basit ajitasyonlarla, hamasetle yönlendirilecek bir ülke değildir. Bölgemizde böylesine önemli meseleler söz konusu olduğunda, popülist korku siyasetiyle halkı kandırmaya çalışmak, ülkemizin uluslararası itibarını yerle bir etmekte ve diplomatik alanda bizi ciddiyetsiz bir aktör olarak göstermektedir." dedi.

'Merkezde durmanın Türkiye için bir zorunluluk olduğunu ifade eden Dervişoğlu, "Geçmişte merkez siyasetin temsil ettiği değerler milletimizin birlik ve beraberlikle ilerlemesini sağladı. Merkezin yeniden inşası makul olanın yeniden makbul hale gelmesiyle mümkündür" şeklinde konuştu.

Dervişoğlu'nun cümlelerinin satırbaşları şöyle:

"Yeni yasama yılının ilk grup konuşmasına güzel bir konuda umut dolu mesajlar vererek başlamak isterdim. Ancak coğrafyamız yangın yeri. Bildiğiniz üzere İsrail'in Filistin'de on yıllardır süren kanlı işgali ve sistematik zulmü artık bölgenin sınırlarını aşmış ve bu barbarca saldırılar Lübnan'a kadar yayılmıştır. Bu işgalci terörist devletin saldırıları uluslararası hukukun zerrece umursanmadığı, pervasız bir tutumla yürütülmekte; sivil yerleşim alanları bilerek hedef alınmakta, çocuklar, kadınlar, masum siviller acımasızca katledilmektedir. İsrail, Filistin'de gerçekleştirdiği insanlık dışı politikalara ilaveten Lübnan'da da şehirleri yerle bir etmekte, masum insanları yerlerinden yurtlarından koparıp göçe zorlamaktadır. Bu vahşi saldırılar sadece bölgenin istikrarını değil; tüm Orta Doğu'yu bir ateş çemberine sürüklemekte ve büyük bir yayılmacı stratejinin tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır..

'BİRLEŞMİŞ MİLLETLER VE DÜNYA TOPLUMU BARIŞTAN YANA DURUŞ SERGİLEMİYOR'

Ne var ki Birleşmiş Milletler ve uluslararası toplum insanlık dışı olaylar karşısında sessizliği tercih etmektedir. Bu sessizlik savaş suçuna ortak olan bir tavırdır. Birleşmiş Milletler'in acizliği ve etkisizliği adaletin köküne kibrit suyu dökmekte, insanlık vicdanında derin yaralar açmaktadır.

Eğer Birleşmiş Milletler ve dünya toplumu gerçekten barıştan yana bir duruş sergiliyor olsaydı; İsrail'in bu pervasız saldırıları karşısında cesur ve kararlı adımlar atarlardı.

Dünyada hal böyle. Peki, bizde durum nasıl? Cumhurbaşkanı Erdoğan dün bu konuyla ilgili devlet ciddiyetine yakışmayan açıklamada bulundu. Türkiye, basit ajitasyonlarla, hamasetle yönlendirilecek bir ülke değildir. Bölgemizde böylesine önemli meseleler söz konusu olduğunda, popülist korku siyasetiyle halkı kandırmaya çalışmak, ülkemizin uluslararası itibarını yerle bir etmekte ve diplomatik alanda bizi ciddiyetsiz bir aktör olarak göstermektedir. İsrail’in insanlık dışı politikalarına karşı durmak zaruridir; ancak Türkiye gibi kadim bir devletin, bu meselede akılcı ve stratejik bir diplomasi yürütmesi gerekirken, hamasi söylemlerle dış politika oluşturmaya çalışması kabul edilemez. Türkiye, Orta Doğu’da krizleri abartan bir ülke değil, çözüm üreten, tarihsel misyonuna uygun biçimde barışı savunan güçlü bir aktör olmalıdır. Türkiye, bu coğrafyanın kadim bekçisi olarak tarihsel sorumluluklarını asla unutmamalıdır. Türkiye'nin bölgesel gücü elleri kolları bağlanmış şekilde hareketsiz bırakılmıştır. İktidarın akıl almaz yönetim hataları, Türkiye'yi hem mazlum halkların yanında durma şansını yitirmiş hem de küresel siyasette ağırlığını kaybetmiş bir ülke konumuna sürüklemiştir.

'İKTİDAR MİLLİ GÜVELİĞİMİZ İÇİN NE YAPIYOR?'

İktidar milli güvenliğimiz için ne yapıyor sorusunu da sormak durumundayız. Bana sorarsanız hiçbir şey yapmıyor. Ülkemizin sorunların aşılması yolunda meseleye taraf olduğundan dolayı bir arabuluculuk işlemini yerine getirmesi de imkansız hale gelmiştir. İYİ Parti olarak iktidara çağrımız ‘Sorunun insani boyutunun öne çıkarılarak çabalara öncelik verilmesi, TBMM ve siyasi partileri de gerekli biçimde bilgilendirmeli gerekmektedir. Çatışmaların bir yansıması olarak yeni sığınmacı olasılığının da göz ardı edilmemesi gerektiğine inanıyoruz.

Bölgemizde böylesine önemli meseleler söz konusu olduğunda popülist korku siyasetiyle halkı kandırmaya çalışmak ülkemizin uluslararası itibarını yerle bir etmekte ve bizi diplomatik alanda ciddiyetsiz bir aktör olarak göstermektedir.

İsrail'in insanlık dışı politikalarına karşı durmak mecburiyettir ancak Türkiye gibi kadim bir devletin bu meselede akılcı ve stratejik bir diplomasi yürütmesi gerekirken, hamasi söylemlerle dış politika oluşturmaya çalışması asla kabul edilemez.

Türkiye Orta Doğu'da krizleri abartan bir ülke değil; çözüm üreten, tarihsel misyonuna uygun bir biçimde barışı savunan güçlü bir aktör olmalıdır.

Böyle bir ortamda ve özellikle Hakan Fidan kamuya yaptığı açıklamalarda bir III. Dünya Savaşı riskinden söz ederken Dışişleri Komisyonu’na ve de TBMM Genel Kurulu’na bilgi verilmiyor oluşu kaygı vericidir. Buna bir de Sayın Cumhurbaşkanı’nın 'İsrail’in müteakip hedefinin Türkiye olduğu' yolundaki beyanları eklenince 'iktidar milli güvenliğimiz için ne yapıyor' sorusunu sormak durumundayız. Hiçbir şey yapmıyor gözüktükleri için de, beyanları onlar açısından maalesef inandırıcılığını yitirmektedir.

'MERKEZDE DURMAK ÜLKEMİZ İÇİN BİR ZORUNLULUKTUR'

Siyasi tarihimize baktığımızda hangi ismi verirseniz verin, merkez sağ, milliyetçi sağ anlayışı milletimizin ortak değerleriyle ülkemizi yönetti. Ancak Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında merkez siyasetin dışına itildi. Merkez siyaseti devre dışı bırakarak kendi iktidarlarını kutuplaşma üzerine kurdular. Sürekli olarak toplumu kutuplaştırıp biz ve onlar dediler. Merkezin boşaltılması toplumu birbirine yabancılaştırdı. Merkezde durmak toplumsal barışı yeniden inşa etmek demektir. Bizim çağrımız Adalet ve Kalkınma Partisi'nin yok ettiği sağduyuya geri dönme çağrısıdır. Merkezde durmak ülkemiz için bir zorunluluktur.

'Merkez' dediğimiz kavramın ne anlama geldiğini tanımlamak gerek. 'Merkez' demek 'bu büyük milletin milli ve manevi değerlerinin ve kıymet hükümlerinin buluştuğu noktadır'

'Merkez' demek 'T.C.'nin kurucu felsefesi olan Türk Milliyetçiliğinin Merkez'de bulunduğu bir siyasi anlayışın ve yaklaşımın' adıdır.

'Merkez' demek 'makul' demektir. AK Parti ile birlikte Merkez, siyasetin dışına itildi. AK Parti, Merkez'deki ortak aklı ve toplumsal dengeyi bozarak siyaseti uç noktalara doğru kaydırdı. Merkez siyaseti devre dışı bırakarak, kendi iktidarlarını kutuplaşma üzerine kurmak hep ana stratejileri oldu. Türkiye'yi bir arada tutan o güçlü yapıyı da yok etti.

O yüzden Merkez, ortak akıl ve sağduyunun temsil edildiği yerdir. Bizim çağrımız AK Parti'nin yok ettiği sağ duyuya, aklı selime ve toplumsal barışa geri dönme çağrısıdır. O yüzden merkezde buluşmak ülkemiz için bir sorumluluktur.

Kullanılmadığı gibi yitip gitmeye başlayan bu potansiyelin farkında olarak geçtiğimiz günlerde bir televizyon yayınında çağrıda bulundum. Bu çağrı 'merkezde buluşma' çağrısıydı.

Arap ülkelerinin lakayt davranışı ve mezhepsel yaklaşımlar nedeniyle bu yaranın öngörülebilir bir gelecekte kapanması zor görülmektedir. Birleşmiş Milletleri Güvenlik Konseyi’nin ise veto yetkisine sahip ülkelerin tavrı nedeniyle kendisinden beklenen etkinliği gösteremeyeceği anlaşılmaktadır. Ülkemizin ise sorunların aşılması yolunda, meseleye taraf olmaktan dolayı bir arabuluculuk işlevini yerine getirmesi de imkânsız hale gelmiş bulunmaktadır. İYİ Parti olarak iktidara çağrımız sorunun insani boyutunu öne çıkaracak çabalara öncelik vermeleri, TBMM ve siyasi partileri de gerektiği veçhile bilgilendirmeleri yönündedir.

'KUTUPLAŞTIRICI TUZAKLARI BOZACAĞIZ'

Bu büyük milletin damarına basanlar, halkımızı birbirine düşman edenler bir ateşin üzerine benzin döker gibi bu ülkeyi karıştıranları bizi dikkatle dinlemeye davet ediyorum. Yeter artık! İnsanları ayrıştırarak, kin ve nefret tohumları ekerek bu ülkenin geleceğini karartmaya çalışıyorsunuz. Bu ülkenin geleceğini size teslim etmeyeceğiz! Bu dost düşman tarafından iyi bilinmelidir. Toplumumuzun içinde birliği bozanlara, huzurumuzu kaçıranlara karşı sabrımız kalmadı. Çatışmalarla kavgalara yol açarak iktidarını korumaya çalışanlar bilsin ki Türkiye'nin sarsılmaz birliği karşısında duramayacaklar. Bugün burada Türk milletine yapılan bu çağrı kardeşliğimizi parçalayanlara karşı yükselmiş bir ses ve isyandır. Biz bu ülkeyi parçalara ayırmak isteyenlerin değil, birleştirmek isteyenlerin safında olacağız. Biz taraftar değiliz, Türk milletinden tarafız. Türkiye'nin başına örülen bu kutuplaştırıcı tuzakları bozacağız. Bu milletin hürriyetin ve bağımsızlığına karşı çıkanlara ben de genç teğmenler gibi kılıcımı kaldırıyorum! Bir kendilerine gelsinler inşallah.

Adaletin terazisi eğildi, vicdanı karardı. Adalet hepimizin hayatında karşılık bulması gereken doğuştan sahip olduğumuz bir haktır. Ancak bugün adalet parası olanın cebine, gücü olanın da arkasına saklanıyor. Adaletin terazisi bozuldu terazisi! Artık insanlar hakkını aramaya korkuyor. Bu ülkenin adaleti kimlere hizmet ediyor? Adalet yalnızca zenginlerin ve güçlülerin mi hakkı? İçinde adalet olmayan Adalet Sarayları'nda teselli arıyoruz. Bir cumhurbaşkanlığı sarayımız var, içinde demokrasi yok. Adalet Saraylarımız var içinde adalet yok. Bugün gücü eline alanlar adaleti bir silah gibi kullanıyor. Adaletin yerini bulması gereken yerde baskılar var. İftiralar, tehditler, karalamalar sıradan hale geldi.

KARADENİZ'İN İKİNCİ PANDEMİSİ

Karadenizli için önemli olan fındık bahçelerimiz tehdit altında. Adına kokarca denen bir zararlı musallat oldu onlara miras kalana, gelirlerine ve çocuklarının geleceğine. Konuştuğumuz sorun, Karadeniz’de kök salmış ve fındık üreticisinin hayallerini, geçim kaynaklarını kemiren bir bela. Bu sorunu basit bir böcek sorunu olarak görüp geçmek, Karadeniz’de yaşayan milyonları anlamamak demektir. Bu sorun, adeta Karadeniz'in ikinci pandemisidir. Ama tarım sektörünün asıl pandemisi 2002’den beri Adalet ve Kalkınma Partisi’dir. Göreve başladıklarından beri tarım sektörünü adım adım çökerttiler. Eldeki sayılarla hesabı yapınca hükümetin 2019’dan beri çiftçiye hakkı olmasına rağmen ödemediği desteklemenin birikmiş tutarı bu sene sonunun fiyatlarıyla tam 1 trilyon 236 milyar lira yapıyor. Vergilendirilmemiş alan bırakmayacağız diyerek çıktığı yolda düşük ve orta gelirlinin ümüğüne daha fazla basmaktan fazlasını yapamayan Vergimatik Mehmet de yapsın bu hesabı. Gıda enflasyonunun sebebini arayan Merkez Bankası da yapsın bu hesabı. Market, depo basarak her fiyat indirebileceğini sanan Ticaret Zabıtası da yapsın bu hesabı. Yoksulluğu çözmeye değil yönetmeye and içmiş Cumhurbaşkanı da yapsın bu hesabı. Ancak daha doğru ürün fiyatı belirlemekten bile aciz tarım bakanı bu hesabı yapmasa da olur. Ben onlara yardımcı olmaya çalışayım. Bir an düşünün, Karadeniz’de sadece fındıkla geçimini sağlayan kaç hane var? Ben size söyleyeyim: On binlerce. Bugün, aynı topraklarda, %60’a varan ürün kayıplarıyla karşı karşıya olan bu insanlar, çocuklarının eğitim masraflarını karşılayamıyor. Tarımsal üretim, toplumu bir arada tutan sosyal dokunun bir parçasıdır. Karadeniz’de fındık, Aydın’da incir ve pamuk, Malatya’da kayısı, Şanlıurfa’da Gaziantep’te fıstık, Çukurova'da narenciye sadece bir ürün değil, bir yaşam biçimidir. Yani ortada hızla büyüyen bir yangın var ama benzetmemi mazur görün, tarım bakanlığı Karadeniz yanarken saçını taramakla meşgul.

'BANA DA HEPİMİZE DE YAZIKLAR OLSUN'

Adalet, eşitlik ve hürriyet kavramları yalnızca siyasi söylemlerden ibaret değildir. Bu kavramlar, güçlü bir gelecek inşa etmenin yegâne yoludur ve bizler, bu üç temel değeri siyasetimizin merkezine koyarak Türkiye’yi hak ettiği refaha ve huzura kavuşturacağız. Geldiğimiz noktada ülkemiz gelir eşitsizliğinde Avrupa birincisidir. Peki, hal böyle iken ne diyor Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz? Ülkemizin düzenli göçe ihtiyacı varmış. Çünkü bu hazrete göre “Gençlerimiz iş beğenmiyorlarmış.” Yahu Sayın Yılmaz, o iş beğenmediklerini söylediğin gençlerimiz yurtdışı vizesi kuyruklarındadır. Çünkü onlara hayat hakkı vizesi, mutlu olma vizesi, hayatı tecrübe etme, Dünya’yı tanıma vizesi vermiyorsunuz. Pırıl pırıl gençler; halk ekmek büfelerinde ekmek kuyruğu, şehir hastanesi kapılarında muayene kuyruğu, iş ararken mülakat kuyruğu beklemek yerine, elçilik kapılarında vize kuyruğuna giriyorlar. Benim adım Müsavat. Eşitlik demektir. Eşitsizlikten muzdarip gençlerin, anaların, babaların canhıraş feryadını duymuyorsak, duyup da bütün enerjimizle bu sorunu çözmek için çalışmıyorsak, bana da hepimize de yazıklar olsun.

NARİN GÜRAN, ŞEYDA YILMAZ, SİNAN ATEŞ CİNAYETLERİ

Adalet bir kalkan olmalı, silah değil. Ama bugün, gücü eline alanlar, onu bir silah gibi kullanıyor. İftiralar, tehditler, karalamalar sıradan bir hale geldi. Gerçek adalet peşinde koşanlar ise ya mahkemelerde süründürülüyor ya da susturuluyor. Adaletin olmadığı yerde ne güven vardır ne de huzur. Ülkede artık haklı olmak yetmiyor. İlk derece mahkemelerin aldığı kararların yüzde 67’si istinaf ya da yargıtayda bozuluyor. İşte makul diye dayatmaya çalıştıkları bu düzen yüzdendir ki, küçücük bir kız çocuğunun merhum bedeni üzerinde insanımız bu kadar ihtimamla durmuştur. Peki netice nedir? Aynı hamam, aynı tas. Narin’in katillerinin bulunmasını, Sıla bebeklerin korunmasını, Şehit Şeyda Yılmaz’ı öldürme cesaretini bulan canilerin içeride tutulmasını ve Sinan Ateş’i güpegündüz öldüren kiralık katillerin yakalanmasını sağlayacak gerçek adalet sistemini kurmaktır.

Bugün Türkiye’de insanlar, neyi söyleyip neyi söyleyemeyeceklerini iki kez düşünmek zorunda kalıyorlar. Bir tweet atmadan önce, bir yazı yazmadan önce, hatta bir dost sohbetinde bile acaba söylediklerim beni tehlikeye sokar mı diye düşünür hale geldiler. Gazeteciler, akademisyenler, sanatçılar, yazarlar; özgür düşüncenin temsilcileri baskı altına alınıyor."

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN