Dem Partili Cengiz Çandar 'yeni açılım' sürecini KARAR’a değerlendirdi: “Demirtaş, Erdoğan ve Bahçeli ile görüşülmesinden yana”

Dem Partili Cengiz Çandar 'yeni açılım' sürecini KARAR’a değerlendirdi: “Demirtaş, Erdoğan ve Bahçeli ile görüşülmesinden yana”

DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Cengiz Çandar, son günlerde çokça tartışılan konu başlıklarından “Yeni Çözüm süreci mi başlıyor?” gündemine ilişkin KARAR’a önemli açıklamalarda bulundu. Demirtaş'ın Türkiye'nin geleceği için önemli bir figür olduğunu vurgulayan Çandar, “En son haziran ayında görüştüm, fikrinin değiştiğini sanmıyorum; Demirtaş, Erdoğan ve Bahçeli ile görüşülmesinden yana” ifadelerini kullandı.

SEMA KIZILARSLAN

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli yeni yasama yılının açılışında DEM Partiyi ziyaret edip tokalaşması ve Cumhurbaşkanının ittifak ortağına destek vererek "Cumhur İttifakı'nın uzattığı elin değerinin muhatapları tarafından anlaşılmasını ümit ediyoruz" demesi Türkiye siyasi arenasında dikkat çekici bir hareketlilik oluşturdu.

Bahçeli ve Erdoğan’ın son günlerdeki bu açıklamaları Ankara siyasetini hareketlendirdi.

Peki bu çıkışlar yeni bir çözüm sürecinin başlayacak olmasının bir işareti mi?

2023 seçimlerinde DEM Parti Diyarbakır Milletvekili seçilen Çandar, son günlerde en çok tartışılan konu başlıklarından “Yeni Çözüm süreci mi başlıyor?” gündemine ilişkin konuştuk.

Çandar, yazıları ve müzakerelerdeki etkisi ile 2014’te çözüm sürecinin daha iyi anlaşılmasına ve desteklenmesine katkıda bulunmuş, Türkiye'deki barış ve çözüm arayışlarında önemli bir figür olarak öne çıkmıştı.

Çözüm Süreci, Türkiye'deki Kürt meselesinin barışçıl bir şekilde çözülmesi amacıyla PKK ile yapılan müzakereleri içeriyordu ve bu müzakerelerin temel hedefi, silahlı çatışmaları sona erdirmekti.

Türkiye ve Ortadoğu'da Kürt siyasal aktörlerle uzun süredir ilişkileri bulunan Çandar, çözüm sürecinin ihtiyaç duyduğu diyalog ve anlayışın oluşmasına katkıda bulunmuş ve bu konulardaki tartışmaları derinleştirmişti.

Kürt meselesi ve barışın Türkiye’nin en önemli gündemi olduğunu söyleyen Çandar, çözüm sürecinin yeniden gündeme gelmesi gerektiğini düşündüğünü aktardı.

Çandar, iktidarın Kürt karşıtlığına dayanan bir yapıya sahip olduğunu ve bu partiler için bir "yapıştırıcı" işlevi gördüğünü ifade etti ve “Kürtler, hem sorunun çözülmesini, hem barışın gelmesini, hem de çatışmaların sona ermesini istiyor” dedi.

Çandar, Demirtaş'ın Türkiye'nin geleceği ve toplumsal barışı için önemli bir figür olduğunu vurgulayarak “En son haziran ayında görüştüm. O günden bugüne fikrinin değiştiğini sanmıyorum; Demirtaş, Erdoğan ve Bahçeli ile görüşülmesinden yana” ifadelerini kullandı.

“KÜRT HALKI İÇİN BARIŞ KELİMESİ, KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ ANLAMINA GELİYOR”

Türkiye'de son günlerde yeni bir çözüm süreci mi yoksa uluslararası bir gelişme mi yaşanıyor soruları tartışılıyor. Böyle bir süreç başlayacaksa, partinizin bu duruma dair önceden hazırlık yaptığı bir durum mu bu? Nasıl değerlendiriyorsunuz son gelişmeleri?

Sondan başlayalım. Bir çözüm sürecine yönelik bazı gelişmeler var mı derseniz, şunu söyleyebilirim: Çözüm süreci olarak adlandırılan süreç, en son 2015 yılının Temmuz ayında sona erdi ve çok kanlı bir döneme dönüştü sonrası. Kürt sorunu, Türkiye'nin en önemli sorunu olarak tanımlanıyor ve bu konuda genel bir mutabakat var. Ancak sorun hâlâ 2015'ten 2024'e kadar çözülememiş olarak sürüyor.

Bu bağlamda, her zaman bu sorunun çözümünün gerekli olduğunu düşünen çevrelerde, gün gelecek tekrar bir çözüm süreci arayışı başlayacak algısı var. Bu, aynı zamanda bir beklenti olarak da nitelendirilebilir. Çünkü şartlar siyasi karar vericileri bu konuya tekrar eğilmeye zorlayacak. Bu konu çözülmedikçe Türkiye'nin belini büken bir sorun olarak kalacak. İktidar, güvenlik politikaları açısından ne kadar başarılı görünse de, bu sorunu çözemediği sürece sıkıntılar devam edecek. Dolayısıyla gün gelecek, kim iktidardaysa, bu konuya eğilmeye mecbur kalacak. Bu bakışından kaynaklı bir beklenti hep var.

Özellikle iç ekonomik sıkışma ve dışarıda bölgesel gelişmeler, bu süreci hızlandırabilir. 31 Mart seçimlerinden sonra ülkenin durumu, bu konunun hükümeti ya da rejimi mecbur bırakacağına dair algılar oluşturdu. Ancak, şu anda bir çözüm sürecine dair net bir işaret yok. Türkiye'nin batı bölgelerinde, özellikle Trakya, Marmara, Karadeniz ve Akdeniz'de Kürt sorunu öncelikli bir mesele olarak görülmüyor. Ancak Kürt halkı, doğu ve güneydoğuda bu sorunun çözümüne dair büyük bir beklenti ve arzuya sahip. Ben de Diyarbakır milletvekili olarak sahada bizzat gördüm ki Kürt halkı için barış kelimesi, Kürt sorununun çözümü anlamına geliyor.

Kürt halkında bu konuda büyük bir arzu ve istek var, siyasi temsilcilerde ise bilinçaltında beklenti mevcut. Kendi açımdan baktığımda, mevcut iktidarın Türkiye'nin paradigmal bir değişikliğe uğramadıkça bu yönde bir adım atacağını düşünmüyorum. Çünkü bu iktidar, Kürt karşıtlığı üzerine kurulmuş bir yapıya sahip ve bu, adeta bir yapıştırıcı görevi görüyor.

Kürt karşıtlığı ile ifade edeceğimiz "Yapıştırıcı" ortadan kalkınca Cumhur İttifakı dağılabilir; AK Parti ve MHP gibi partiler kendi içlerinde bile darmadağın hale gelebilir. Kürt karşıtlığı bu partilerin önemli bir yapıştırıcısı. Tabii onlara sorsanız, “Kürtler bizim kardeşimiz, bizim karşı olduğumuz terördür” derler. Ama durum böyle değil. Kürt kelimesiyle ifade edilen aktörlerin çoğu ya terörist olarak algılanmaya müsait ya da potansiyel terörist gibi görülüyor. MHP’li ya da AK Partili olarak sizin beyanınız önemli değil; Kürtlere sorun. Dem Parti Kürtleri temsil ediyor. Elbette bütün Kürtler Dem Partili değil, ama Dem Parti, Kürtlerin Türkiye’deki yasal zemin üzerindeki siyasi temsilcisidir.

Dem Parti sadece Kürtlerden oluşmuş bir parti değil. Ben de Dem Parti milletvekiliyim ve Kürt değilim. Ama Kürt siyasi temsili dediğinizde, akla gelen parti Dem Parti. Örneğin DEM Partiyi var eden Türkiye’deki Kürtlere sorsanız, "Rejimin ya da iktidarın sizinle bir sorunu yok, sizin kardeşiniz, onların derdi teröristlerle" deseniz, onları buna inandıramazsınız. Çünkü öyle bir şey yok.

Kürt halkı, Türkiye’nin en deneyimli, en olgun, en akıllı, siyasi bilinci en yüksek kesimlerin başında geliyor. Dolayısıyla basit cümlelerle, “Biz kardeşiz, yanlış anlamayın, bizim derdimiz teröristlerle” diyerek tek bir Kürt’ü kandıramazsınız. Türkiye’de kandırılabilecek kesimler olabilir ama Kürtler bu söylemi kabul etmez.

Bu yüzden ne dediğiniz önemli değil, muhatabınız bu söyleme inanmıyor. Kürtler hem sorunun çözülmesini, hem barışın gelmesini, hem de çatışmaların sona ermesini istiyor. Ancak mevcut rejimin aktörlerinin davranışlarına ve söylemlerine baktıklarında, Kürtler lehine bir şeyler yapılacağına dair bir inanç taşımıyorlar. Ben de bu yüzden diyorum ki, paradigmal bir değişiklik olmadığı sürece, rejimin Kürt karşıtlığına dayanan yapısının değişeceğini düşünmüyorum. Bu rejim, 2015 yılında kuruldu ve o günden bugüne kadar bu karşıtlık üzerine eklemlenmiş bir yapı olarak devam ediyor.

“ANİDEN ORTAYA ÇIKAN VE ÇÖZÜM SÜRECİNİ BAŞLATAN GELİŞMELERİN ÖRNEKLERİ GEÇMİŞTE VAR”

Son bir yıldır bölgede olup bitenlere bakarak, Bahçeli’nin el uzatması, Cumhurbaşkanı’nın bazı açıklamaları gibi olaylar acaba bu paradigmal değişikliğe işaret ediyor mu?

Evet, bazı yorumlar bu yönde olabilir. Ama hala umut verici bir görüntü yok. Bir merhabayla, bir el sıkışmayla çözüm süreci olmaz diyenler de var ve haksız sayılmazlar.

Ancak bir yandan da Türkiye'de aniden ortaya çıkan ve çözüm sürecini başlatan gelişmelerin örneği var. 2012 yılının sonunda, Aralık ayında Erdoğan’ın televizyon konuşmasında, çözüm sürecinin çok yakında başlayacağını söylediğini hatırlayalım. Bu, hiç beklenmedik bir şekilde Abdullah Öcalan’ın ziyaretiyle başladı. İki BDP’li milletvekili, Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata’nın İmralı’ya yaptığı ile yapılan ziyaretle süreç fiilen başladı. Mart ayında Nevruz’da, 2 milyon kişinin önünde, Abdullah Öcalan’ın Türkçe ve Kürtçe olarak iki milletvekili tarafından okunan açıklamasıyla devam etti. Bu açıklamada Türkiye’nin birliği, beraberliği ve İslami geleneklere referans veren bir çağrı yapıldı. Silahlı unsurların sınır dışına çekilmesi gündeme geldi ve çözüm süreci o dönem büyük bir ivme kazandı.

2012 yılının Aralık ayında büyük bir gerginlik yaşanıyordu. Binlerce kişi hapishanelerde açlık grevlerindeydi. O zaman birine sorsanız, “Çözüm süreci başlıyor mu?” diye, “Sen deli misin, görmüyor musun durumu?” derdi. Ancak birdenbire başladı. Aynı şekilde, Oslo görüşmeleri de yıllar öncesine dayanıyordu, ama o dönem kimse bu temasları bilmiyordu. Dolayısıyla, şu anda eğer bir çözüm süreci varsa ya da başlaması söz konusuysa, bunu bilmiyoruz. “Hayır, kesinlikle yoktur” diyecek bir bilgiye de sahip değiliz.

“DEM PARTİ’YE UZATTIĞIN ELİN ANLAMI NE?”

-Sizin de hatırlattığınız gibi 2015 yılında Cumhurbaşkanı “Beka” söylemi üzerinden milliyetçi politikalara dönmüştü. Şimdi yine “Beka” ve “Güvenlik” söylemi üzerinden bir iç barış inşası söylemi mi kuruyor? Bu kez, bu söylemler dışarıya karşı bir birlik çağrısı olarak mı sunuluyor?

Cumhurbaşkanı’nın “Nil’den Fırat’a kadar vadedilmiş topraklar” söylemi, İsrail’in Türkiye’ye saldıracağına dair bir izlenim yaratıyor. Bu doğru değil. İsrail Devleti, vaat edilmiş topraklar referansına dayanarak kurulmadı. Ayrıca Türkiye’ye saldıramaz. Başka hiçbir neden olmasa bile Türkiye NATO ülkesi olduğu için saldıramaz.

Cumhurbaşkanı'nın söyleminin doğru olmadığını belirttim. Ancak bu söylemin tehlikeli bir ek bölümü var ve mesele burada bitmiyor. Cumhurbaşkanı, İsrail'in saldırganlığının bölgede çok tehlikeli gelişmelere yol açacağını, Irak ve Suriye'deki bazı bölücü terör unsurlarının İsrail tarafından maşa olarak kullanıldığını ve bu unsurlar aracılığıyla federatif veya özerk yapılar kurma niyetinde olduğunu ima ederek dile getiriyor. Bu yapıların özellikle Kürtlerin yaşadığı bölgelerde oluşacağını ima ediyor.

Peki, bu Türkiye'yi neden tehdit ediyor? Çünkü Kürtlerin önemli bir kısmı Türkiye'de yaşıyor. Eğer komşu ülkelerde Kürtler özerklik ya da bağımsızlık ilan ederlerse, bu durum Türkiye için de emsal teşkil eder korkusu var. Bu nedenle, Türkiye'nin böyle gelişmelere karşı tedirginliği büyük.

Cumhurbaşkanı, İsrail'in bu bölgede Kürtleri maşa olarak kullanarak uydu yapılar oluşturmak istediğini iddia ediyor. Uçakta ona eşlik eden kişilere yaptığı açıklamalarda, Suriye'nin toprak bütünlüğünü savunan İran, Suriye ve Rusya'nın, Amerika, İngiltere ve Almanya gibi ülkeler tarafından desteklenen Kürt unsurlarla mücadele ettiğini belirtiyor. Burada dikkat çeken bir nokta, Cumhurbaşkanı'nın saydığı ülkelerin hepsinin NATO üyesi olması. Türkiye de NATO üyesi.

Bu durumda Cumhurbaşkanı, NATO'nun en önemli üyelerinin Kürtleri Türkiye'ye karşı kullandığını mı ima ediyor? Eğer böyle bakarsak, Türkiye'nin NATO'da müttefik olduğu ülkelerle nasıl bir ilişki kurması gerektiği sorusu ortaya çıkıyor.


Cumhurbaşkanı'nın Kürtlere el uzatma söylemiyle ilgili olarak, bu yaklaşımın içeriği dikkatle değerlendirilmeli. İktidar, "Dışarıda tehlikeli bir durum var, milli birlik ve beraberliğimizi güçlendirmeliyiz" diyerek Kürtlere bir çağrı yapıyor. Ancak bu çağrıya nasıl bir karşılık verilmesi bekleniyor? Kürtlere, Suriye'deki ve Irak'taki Kürt oluşumlarına karşı durmaları mı isteniyor? AK Parti ve MHP'nin arkasında saf tutulması mı bekleniyor? Bu, Kürt siyasi hareketi ve Kürt halkı açısından gerçekçi bir talep değil.

AK Parti ve MHP'nin bu şekilde bir birlik beklentisi karşılık bulmaz. Dem Parti’ye uzattığın elin anlamı ne? Dem Parti’den istediğiniz ne? Dem Parti, PKK'nin üst organı değil ve PKK'ye silah bıraktırma yetkisi de yok. PKK'nin lideri İmralı'da bulunuyor ve bu konuda söz geçirebilecek kişi o. Eğer silahlı mücadeleyi sona erdirmek istiyorsanız, gidip PKK ile konuşmalısınız. Onun için 44 aydır Öcalan üzerinde süren tecridi kaldırmalısınız.

“KÜRTLER BAĞIMSIZ BİR DEVLET KURMA TALEBİNDE BULUNMUYOR”

-PYD üzerinden bir anlaşma yapılma ihtimali gündeme gelebilir mi? PYD, uluslararası alanda PKK'ye kıyasla "legal" görülüyor, özellikle Amerika açısından.

İmralı ile Kandil arasında böyle bir görüşme olduysa ve bu görüşmeler organize edilmişse, devletin bu işin içinde olduğu aşikâr. İmralı, devletin denetiminde olduğu için bu tür görüşmelerin devlet bilgisi dışında yapılması mümkün değil. Ancak, bu görüşmelerin olup olmadığını şu an teyit etmek imkânsız. Olaylar ortaya çıktığında herkes öğrenecek. Devlet, İmralı ve Kandil’den biri “vardır” demedikçe bilemeyiz.

Türkiye'deki karar vericiler için PYD ve PKK arasında bir fark yok. Cumhurbaşkanı'nın söylemlerine bakıldığında, Amerika'nın YPG'ye ve PYD'ye verdiği destek, Türkiye'nin Amerika'ya yönelik eleştirilerinin temel sebeplerinden biri olarak öne çıkıyor. Eğer Amerika, Suriye'deki Kürtlere bu desteği sağlamasaydı, Türkiye ile Amerika arasındaki diğer sorunlar çözülmeye daha açık olabilirdi. Ancak şu an Amerika'nın YPG'ye desteği, ilişkilerin en büyük sıkıntısı olarak görülüyor ve bu, ikili ilişkilerin kangrenleşmesine yol açıyor.


Eğer Türkiye'de Kürtler, haklarına tam anlamıyla sahip olsalar ve kendilerini bu devlete entegre hissedebilseler, Türkiye'nin Suriye ya da Irak'taki Kürtlerin özerklik taleplerinden endişe etmesi gerekmezdi. Türkiye'deki Kürtler, ayrılıkçı bir hareket başlatmak ya da bağımsız bir devlet kurma talebinde bulunmuyor. Sadece haklarına saygı duyulmasını ve eşit vatandaşlar olarak kabul edilmeyi talep ediyorlar. Ancak bu noktaya gelinemiyor ve bu nedenle Türkiye'nin iç ve dış politikası, bir labirent gibi karmaşık hale geliyor.

"ABD'NİN DESTEĞİ OLMADAN İSRAİL'İN BU KADAR GENİŞ ÇAPLI BİR ASKERİ HAREKAT YÜRÜTMESİ MÜMKÜN DEĞİL"

-Bölgedeki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz. İsrail’in saldırganlığı ve İran’ın bu hamlelere karşı tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

7 Ekim 2023'ten itibaren gördüğümüz şey, İsrail'in İran'a karşı daha doğrudan ve kararlı bir savaş yürütme isteği. Bu savaş, birçok cephede eş zamanlı olarak devam ediyor ve İsrail, Batı dünyasının desteğiyle bu saldırılarını gerçekleştiriyor.

İsrail'in bu saldırılarına Amerika Birleşik Devletleri'nin desteği oldukça önemli. Amerika olmasa, İsrail'in bu kadar geniş çaplı bir askeri operasyonu sürdürmesi mümkün olamazdı. Trump döneminde bu destek çok daha netti, Şu anda da İsrail’e “sonuna kadar yürü” mesajları veriyor. Biden yönetimi ise İsrail’e hava savunma sistemleri sağlıyor ve binlerce askeri personeli eğitmek için İsrail topraklarına gönderiyor.

Bu durum, İsrail'in bölgedeki saldırganlığını sınırsız bir şekilde devam ettirmesine olanak tanıyor. Güvenlik konseyi gibi uluslararası platformlarda İsrail'e karşı kararlar almak imkansız hale geliyor, çünkü ABD'nin desteği olmadan İsrail'in bu kadar geniş çaplı bir askeri harekat yürütmesi mümkün değil.

Avrupa'da ise Almanya başta olmak üzere, Filistin yanlısı gösteriler bile büyük bir baskıyla karşılaşıyor. Batı'nın bu birleşik desteği, uluslararası sistemin nasıl işlediğini net bir şekilde ortaya koyuyor: Amerika ve Avrupa, İsrail'i destekleyerek bölgedeki güç dengelerini kendi lehlerine çevirmeye çalışıyorlar. Bu destek, aynı zamanda İran'la hesaplaşmanın en uygun zamanı olduğuna inanmalarına dayanıyor ve İsrail aracılığıyla bu hesaplaşmayı yapmaya çalışıyorlar.

İsrail, askeri olarak Hamas'ı ve Hizbullah'ı zayıflatmış olsa da, bu örgütler tümüyle pes etmemiş durumda. Hamas ve Hizbullah’ın askeri yenilgileri, onları temsil ettikleri ideolojiden vazgeçiremedi. Ancak İsrail, bu ideolojilerin cazibesini ve etkisini önemli ölçüde azalttı. Şu an Hamas'ın ve Hizbullah'ın ideolojik söylemiyle yeni bir mücadele inşa etmek neredeyse imkansız hale geldi.

Buna rağmen, İsrail’in askeri üstünlüğü tartışılmaz olsa da, bu durum siyasi bir sonuca dönüşmedi. İsrail’in bir çıkış stratejisi yok. Bu durum, bölgenin geleceğini büyük bir belirsizliğe sürüklüyor. İsrail’in stratejisinin neye evrileceği, hem bölgesel hem de küresel siyaseti ciddi şekilde etkileyecek.

Türkiye'de de iç politika bu gelişmelerden etkileniyor. İsrail'in bölgedeki hamleleri ve Batı'nın desteği, Türkiye’deki siyasilerin daha önce söylemedikleri şeyleri söylemelerine neden oluyor. İç cepheyi güçlendirme ve barışı arama gibi söylemler, bölgedeki bu büyük kaosun bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor.

"DEMİRTAŞ, TAYYİP ERDOĞAN VE DEVLET BAHÇELİ İLE GÖRÜŞMEKTEN YANA"

-Şu anda hem Erdoğan'ın hem de Bahçeli'nin açıklamalarına bakıldığında, Demirtaş’ın bir strateji olarak ortaya çıktığını düşünenler var. Son zamanlarda bu görüşle ilgili bir temasınız oldu mu?

Demirtaş ile son bir yıl içinde en çok görüşen milletvekiliyim. En son görüşmemiz haziran ayındaydı. Ara biraz açıldı. Genellikle 2-3 saat süren açık sözlü ve dostane konuşmalar yapıyoruz. Demirtaş’ı çok seviyorum; onun önemini, Türkiye'nin geleceği açısından çok gerekli buluyorum.

Demirtaş, tıpkı Abdullah Öcalan gibi, Türkiye'nin geleceği ve toplumsal barışı açısından önemli biri. Eğer Demirtaş’ı hapiste tutmaya devam ederseniz ve onun ne düşündüğünü bilmeden, rolünü oynamaktan mahrum bırakırsanız, Türkiye’ye kötülük yapıyorsunuz demektir. Aynı zamanda, Türkiye’de toplumsal barış istemediğiniz anlamına gelir.

Eğer Türkiye'de gerçek bir toplumsal barış oluşturmak istiyorsanız, o zaman Öcalan'ın tecridi ve Demirtaş’ın hapiste tutulması durumu ortadan kaldırılmalıdır. Bu iki isim, Türkiye’nin toplumsal barışı ve Kürt barışı açısından önemli figürlerdir. Eğer bu isimleri hapiste tutmaya devam ederseniz, ya toplumsal barışı güçlendirmek istemiyorsunuz ya da hayal kuruyorsunuz.

Demirtaş hapiste kaldığı sürece, çözüm sürecinin başarılı olabileceğine dair umut beslemek mümkün değil. Anayasa yapma konusunda da bir ilerleme kaydedemeyiz; hangi anayasa Selahattin Demirtaş hapisteyken yapılabilir ki? Ayrıca Öcalan’ın ne düşündüğü, ne yapabileceği bilinmediği sürece, bu sürecin ilerlemesi imkânsız hale gelir.

Demirtaş, Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli ile görüşmekten yana. Son görüşmemizden sonra bu fikrinin değiştiğini sanmıyorum.

Eğer gerçek bir diyalog ve barış süreci istiyorsak, bu figürlerin özgür olması şarttır. Aksi takdirde, Türkiye’deki barış arayışları sadece kelimelerde kalır ve somut bir sonuca ulaşamaz.

Ancak şu anda perde arkasında atılan adımların Demirtaş'ın stratejisiyle ilgili olup olmadığı konusunda net bir şey söyleyemem.

Üç aydır kendisini görmedim. Önümüzdeki birkaç hafta içinde yeniden görüşmeyi umuyorum.

“KÜRT KİMLİĞİNE SAHİP OLMA BİLİNCİ ARTTI”

Bir AK Partili siyasetçiyle yaptığım görüşmede, 2015 sonrasında Kürt milliyetçiliğinin de arttığını söyledi. Bu çok ilginç bir bakış açısı. Sizce, Kürtler gerçekten milliyetçileşti mi?

Bu zor bir soru; çünkü ben yedi yıl boyunca Türkiye dışında yaşadım. Milletvekilliği önerisi geldiğinde Türkiye’ye döndüm ve buraya ayak bastıktan 48 saat sonra Diyarbakır’daydım. Yurt dışında da Kürtlerle yoğun bir ilişkim vardı. Hâlâ sık sık Diyarbakır’a gidiyorum; oraya olan bağlılığım sadece bir milletvekili olarak değil, kalpten bir sevgiyle. Diyarbakır’ın halkına, Hakkari’ye, Mardin’e, Bitlis’e, Van’a ve diğer Kürt bölgelerine derin bir duygusal bağlılığım var.

1976 yılında bıraktığım Kürt halkıyla 2023’te yeniden buluştuğumda arada bir fark hissettim. Sosyal medyadaki yazışmalardan da bu değişimi görebiliyorum. Daha milliyetçi mi oldular? Evet. Ancak bu durumu biraz daha derinlemesine irdelemek gerek. Kürt kimliğine sahip olma bilinci arttı. Artık özgün Kürt kimliklerine sahip olma konusunda daha kararlı ve bilinçliler. Bu durum açıkça görünüyor.

Mesela 2016 yılında Diyarbakır’da kamusal alanda Kürtçe’yi pek duyamazken, şimdi her yerde insanlar Kürtçe konuşuyor. Bu, kimliklerini kendiliğinden ve bilinçli bir şekilde sahiplenmekle ilgili bir durum. Yani, Kürtlerin kimliklerine sahip çıkması ve bunu kararlılıkla ifade etmeleri, onların toplumsal kimlik bilinci açısından önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilir.

Bununla birlikte Türkiye’deki Barzani yanlısı Kürtler arasında belirgin bir Kürt milliyetçiliği vurgusu ve bunun dışa vurumu gözlemleniyor. Esas olarak üstünde durulması gereken Kürtlerin siyasi ve kültürel kimliğinin temsili milliyetçilik üzerinden değil, HDP-Dem Parti üzerinden şekilleniyor ve en sevilen siyasi Kürt şahsiyeti olarak Türkiyeci kimliği ön planda olan Demirtaş sivriliyor.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN