London School of Economics’de Milliyetçilik ve Kriz Çalışmaları üzerine yüksek lisans yapan Görkem Dirik, Rusya'nın Donbas üzerinden yükselttiği tansiyona mercek tutuyor.
Emperyal geçmişe sahip milletlerin imparatorluklarını kaybettikten sonra oluşan yeni sosyolojik, ekonomik, kültürel ve siyasi gerçeklere adaptasyonları kolay olmayabilir. İmparatorluk fanusunun içindeki sayısız etnik grup ve uçsuz bucaksız topraklar üzerindeki ‘hâkim millet’ statüsünün yitirilişi kendini asli ve kurucu unsur olarak gören milletler ve yitirilen imparatorlukların külleri üzerinde yükselen yeni devletler açısından yüzleşmesi zor olan şu sorunsalı doğurabilir: egemen millet ayrıcalığının yitirilmesi neticesinde kendilerinden koparak devletleşen diğer uluslar ile eşitlenmiş statüyü kabullenebilme. Siyasi literatürde ‘post-emperyal sendrom’ olarak da bilinen bu konsept imparatorlukların çok milletli-heterojen yapılarına rağmen ‘başat’ ve ‘üstün’ millet statüsünün ani kaybının neden olduğu travma ve komplekslerin uzun vadedeki yıkıcı etkilerini açıklamak için kullanılır.
ALTERNATİF TARİH
Tarih bilimi tarihçilere bırakılmalıdır’ söylemini en sık dile getiren siyaset kurumu olmasına karşın tarihi olaylara en fazla başvuru yaparak iç ve dış politikadaki hamlelerine halk nezdinde meşruiyet kazandırmaya çalışanlar da gene siyasetçiler olmuştur. Lakin, siyaset kurumunun tarihi olguları kendi siyasi ajandası için saptırması ve/veya çarpıtması hem toplum içinde hem de toplumlararası ilişkilerde infiallere ve felaketlere yol açabilir. Bu bağlamda da Vladimir Putin’in 2005 yılındaki ‘Ulusa Sesleniş’ programı yakın Rus tarihindeki kırılma noktası olmuştur. Sovyetler Birliğinin dağılmasını kendi kişiselleştirilmiş tarihine dayandırarak ‘20. Yüzyılın en büyük felaketi’ olarak nitelendiren Vladimir Putin ve Rusya açısından bu durum ‘post-emperyal sendrom’ sebebiyle ortaya çıkan komplikasyonların ilk semptomlarıydı. Dahası, bu, yakın zamanda somutlaşacak olan Rus ‘irredantizminin’ de ilk ayak sesleriydi.
Çarpıtılmış tarihin (distorted history) mucizevi bir alternatif gerçeklik yaratabilme gücü vardır. Vladimir Putin ise dünyada bu gücü en etkili şekilde kullanabilen siyasi liderlerden biridir. Yakın dönemde Putin tarafından kişiselleştirilerek çarpıtılmış tarihten ufak bir derleme yaparak örneklendirmek faydalı olabilir. Mesela, SSCB içindeki bütün etnik ve dil grupları arasında tam bir statü eşitliği mevcuttu. SSCB tarihinde herhangi bir ekonomik buhran, işsizlik ve gıda sıkıntı olmamıştı. Hatta 1980’lerden itibaren Moskova’da bile olağanlaşan boş marketler ve kilometrelerce uzanan ekmek kuyrukları da abartıdan ibaretti. Şüphesiz, bütün bu alternatif gerçekliğin merkezinde Rus halkının ‘Sovyetleri oluşturan 14 kardeş cumhuriyetin ihaneti sonucunda’ büyük felakete maruz kaldıkları argümanı yer almaktadır. Dahası, Stalin’in Sovyetlerin bir parçası olmak istemeyen ve bağımsızlık mücadelesi veren Ukraynalıları cezalandırmak amacıyla uyguladığı ve milyonlarca Ukraynalının ölümüyle sonuçlanan 1932-1933 ‘Holodomor-Ukrayna Kırımı’ ya hiç yaşanmadı ya da Rusların ve Ukraynalıların ortak acısı olarak lanse edilmeye çalışıldı. Alternatif tarihe göre Sovyetlerin ünlü ‘Korenizatsiya’ politikası da herhangi bir sınıf ayrımcılığına yol açmamıştı. Üstelik alt etnik kimlikleri üst Sovyet kimliğinde eritebilme stratejisi de uzun vadede başarılı olmuş, hiçbir etnik grubun SSCB içinde ayrıcalıklı konum edinebilmesine olanak verilmemişti. 1960’lı yılların ortalarından itibaren Sovyetler Birliği vatandaşlarının kimliğine eklenen ‘Natsiyonalnost’ yani uyruk ibaresi Sovyet nomenklaturası tarafından birlik içinde bir etnisite taramasına ve birliğin etnik haritasını çıkartma mekanizmasına da dönüşmemiştir.
Alternatif tarih ne olursa olsun, gerçek tarih, okuyucularına, etnik kimliklerin bir sorun teşkil edeceğine ihtimal vermeyen ve bütün milli kimliklerin başarılı bir şekilde nötralize edildiği yanılgısına kapılan Moskova için 1980’lerin sonlarına doğru ortaya çıkan ekonomik krizde ‘ayrılıkçı dalgayı’ tsunamiye dönüştüren etkenin milliyetçilik olduğunu fark ettiklerinde yaşadıkları çaresizliği göstermiştir. Günümüzde, Sovyetler Birliğinin yönetimsel zulmünden kurtulan ve milli kimliklerini Rus hegemonyasındaki Sovyet kimliğinden ayrıştırmayı başaran halkların bunu bir özgürleşme hareketi olarak sahiplenmelerine karşın Rusya tarafından ‘birliğe ihanetle’ suçlanmaları iki blok arasındaki algı farklılıklarını ortaya sermektedir. 1980’lerin sonlarında gerçekleşen toplu ayrılık hareketleri sırasında Moskova’ya karşı birbirlerinden strateji ve yöntem devşirerek dayanışma içinde olan milletler güncel olarak da Rusya’nın post-emperyal komplekslerine karşı bir arada durmaktadırlar. Bütün bu denklemin ortasında ise Ukrayna bulunmaktadır.
MODERN TARİHİN HABİL VE KABİLİ
Rus-Ukrayna ilişkilerini incelediğimizde karşımıza eşit statüye sahip kardeşlik bağlarından ziyade bulanıklaştırılmış bir tarihten beslenen ve açık bir ‘himaye’ arzusu içeren ‘alt-üst’ dinamiği çıkmaktadır. Özellikle Rus zihin kodlamasındaki Ukraynalılara karşı ‘kati üstünlük algısı’ 2014 yılından itibaren bir takıntıya dönüşerek iki halk arasındaki uçurumu daha da derinleştirmiştir. Örneğin, medeniyet ve kültür sınıflandırması üzerinden Ukraynalıları ‘Küçük Rus’ (Malorus) ve bazen de Ukrayna kimliğini küçültücü bir tanımlama olan ‘Hohol’ sıfatlarının kullanılması gibi sosyolojik faktörlerin zehirlediği ‘Rus-Ukrayna kardeşliği’ son olarak siyasetin tarihten meşruiyet devşirme gayretleriyle tam bir zifiri karanlığa bürünmüştür.
Bağımsızlığını kazandığı 1991 yılından 2014’teki Maydan Olaylarına kadar Rusya yanlısı ve Batı yanlısı başkanlar (sırasıyla Kravchuk, Kuchma, Yuschenko, Yanukovych) arasında gidip gelen Ukrayna son ve kesin tercihini Batı lehinde kullanarak Ukrayna kimliğini Rus etki alanından izole etmiştir. Bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi de coğrafi ve kültürel olarak Batı dünyası ile iç içe geçmişliği Rusya’ya kıyasla çok daha derin olan Ukrayna algısındaki Rusya’nın ‘otoriterliğin, yolsuzluğun, oligarşik ve baskıcı yönetimlerin’ kaynağı olarak yer almasıdır. Tarihten miras kalan bütün bu kırılganlıklara rağmen 2014 yılında Ukrayna’ya karşı başlayan Rus saldırganlığına kadar iki halk arasındaki dil, din, sosyal ve kültürel köprüler işlevselliğini sürdürebilmişti. Lakin, ağabeyi tarafından saldırıya uğramanın şokunu atlatan Ukrayna için ‘evden ayrılmak’ artık bir zorunluluk olmuştu. Ukrayna için artık içinde ‘Rus’ ibaresi bulunan dil, din, tarih, kültür, halk ve ülke ile bağlar kopmuştu. Slav dünyasının iki kadim kardeşi modern tarihin yeni Habil ve Kabil’lerine dönüşmüştü.
Ukrayna’nın Rusya’dan bağımsız bir kimlik oluşturabildiğini gören Putin bir kez daha tarihe başvurarak Ukrayna halkı nezdinde kaybolan Rus yumuşak gücünün itibarını ‘sert güç’ ile yeniden tesis etmeye çalıştı. Bu bağlamda, son yıllardaki popüler ve fakat ‘başı sonu’ oldukça muğlak kalan ‘Yeni Osmanlıcılık’ teriminin Rus analojisi olan ‘Yeni Rusya- Rus Dünyası’ (Novorossiya- Russki Mir) Putin tarafından 2014 yılında çarpık bir şekilde siyasete entegre edilerek ‘Rusya’sız bir Ukrayna’nın yaşam şansı olamayacağı’ tezlerine zemin hazırladı. Ortak tarihin Rus versiyonunun bilim dünyasında siyasi propaganda kategorisinden öteye geçemediğini gören Rus lider bu sefer çareyi geçtiğimiz Temmuz ayında kaleme aldığı ve alternatif bir Ukrayna tarihi savı ortaya attığı makalesinde aradı. Ukrayna’nın Batılı dış mihraklar tarafından Rus dünyasını parçalamak için sonradan ‘imal edilmiş bir ülke’ olduğu görüşünü ortaya atan Putin, Rus dünyasından kopuk bir Ukrayna’nın bölgesinde ve dünyada ‘kukla’ olmaktan öteye geçemeyeceğini ve bu duruma Rusya’nın asla göz yummayacağı gibi tehditkâr bir dil kullanmaktan kaçınmamıştı. Aslında, bu makale sonbahar ve kış aylarında yaşanılacakların da ön habercisiydi. Geçtiğimiz hafta Ukraynalı araştırmacı Olga Tokariuk tarafından paylaşılan veriler Rus üstünlük kompleksi ve saldırganlığının Ukraynalı halkı üzerindeki etkileri açısından oldukça şaşırtıcı sonuçlar içermekteydi. Buna göre, bugün Ukrayna’da yaşayan her 10 kişiden sadece 1 tanesi Rus yanlısı siyasi partileri desteklemekte; 2008’e oranla Ukrayna’nın dış politikasını Rusya eksenli görenlerin oranı %51’den %10’a gerilemekte; 2021 yılı itibari ile Ukrayna halkının %58’i ülkelerinin geleceğini AB ve NATO ile tam entegre olmuş şekilde görmektedir.
AVRASYA'DA POKER
Bütün bu faktörler bile Ukrayna’nın ‘Donmuş Krizler’ kategorisinde değerlendirilemeyeceğinin kanıtı olabilir. Patlak verdiği günden itibaren statükonun mütemadiyen değişime uğradığı gerçeği bile Ukrayna krizine ‘kısık ateşte kaynamaya bırakılmış’ bir nitelik kazandırdı denebilir. Peki, güncel olarak değerlendirildiğinde krizin geleceğine dair hangi öngörülerde bulunabiliriz?
Ukraynalıların ‘kalplerinden ve zihinlerinden’ Rusya’yı tamamen çıkardığını kabullenmek zorunda kalan Kremlin, Beyaz Rusya hattında da benzer eğilimlerin ortaya çıktığını fark etmesiyle Beyaz Rusya halkı ve Beyaz Rusya devleti arasında bir tercih yapmak zorunda kaldı. Beyaz Rusya halkını uzun vadede kendine düşmanlaştırma pahasına ‘Avrupa’nın son diktatörü’ lakaplı Lukaşenko’yu ‘entübe’ ederek iktidarda tutmayı başaran Moskova, Avrasya bölgesi üzerinde kurulan bu ‘poker masasında’ dengeleri lehine değiştirebilmek için belki de son kez rest çekti.
Rusya’nın 2021 yılı içerisinde ikinci kez Ukrayna sınırına 100.000’den fazla asker ve yüksek ateş gücüne sahip T-80U tanklarına sahip elit birliklerinden 1. Ve 8. Tank taburlarını konuşlandırması Moskova tarafından iki ayaklı bir strateji benimsendiğini göstermektedir. Birincisi, sahadaki sert güç gösterisi üzerinden masada Ukrayna’nın hamisi olarak gördüğü ABD’ye karşı diplomatik kazanım elde etmeye çalışmak. İkincisi ise ABD ile yapılacak görüşmelerden tatmin edici bir netice alınamama ihtimaline karşılık Rusya’nın Donbas üzerindeki askeri yığınağı üzerinden Ukrayna’yı tahrik ederek bir ‘Casus Belli’ yani savaş nedeni yaratmak.
Ukrayna hattında ise ‘kuşatılma psikolojisi’ üzerinden oluşturulmaya çalışılan ve muhtemel savaş senaryoları üzerine kurgulanan ‘kitlesel paranoya’ halinin canlı tutulmaya çalışıldığı gözlemlenmektedir. Her ne kadar Rusya’nın Ukrayna’ya saldırabilme ihtimali bulunsa da bu durumun topyekûn bir işgale dönüşebilme olasılığı yok denecek kadar zayıf gözükmektedir. Bu denklemde Ukrayna lideri Zelenski’nin önceliği ise kendi evinde kaynayan bu kazanda Rusya ile baş başa kalmayı engellemektir. ABD, Fransa, Almanya, Kanada, Avustralya ve hatta Türkiye’nin de dahil edilebileceği geniş bir cephe kurarak Rusya’nın olası saldırı planı öncesi psikolojik ve müttefik sayısı üstünlüğünü tesis etmeye çalışan Zelenski kendi yaptığı açıklamaların da tonunu sertleştirerek ‘Rusya ile fiziki savaşa hazırız’ mesajını sıkça dile getirmeye başladı.
Geçtiğimiz haftalarda Ukraynalı Bakanlarının kaleme aldığı makalelerdeki satır araları da bir o kadar tehditkâr. Savunma Bakanı Oleksiy Reznikov Ukrayna Ordusunun yükselen savaş kabiliyetine vurgu yaparak olası bir Rus işgalinde ‘ortalığın kan gölüne döneceğini’ gibi cüretkâr bir açıklamada bulundu. NATO standartlarında modernize edilerek 400.000’e ulaşan personeline ve olası işgalin her iki taraf için de doğurabileceği felaketleri açıkça dile getirmesi savaş dahil bütün ihtimallerin göz önünde tutulduğunun bir göstergesi olarak algılanabilir. Dahası, Birleşik Krallık ve Kanada’dan Ukrayna’da konuşlandırılmak üzere asker talep edilmesi Kiev’in NATO dışı mekanizmalar üzerinden de bir dokunulmazlık zırhı arayışında olduğuna kanıt olabilir. Avrupa ve Transatlantik güvenliği dış çeper olan Ukrayna üzerinden sağlayabilmenin önemini kavrayan İngiltere Ukrayna’nın bu talebine olumlu yanıt verebileceğini resmi olarak açıklamış; Almanya olası bir Rus saldırısında Nord Stream-2 için hali hazırda ertelenen sertifikasyon sürecini tamamen askıya alabileceğini beyan etmiş; Fransa ise olası işgal durumunda askeri seçenekleri masaya yatırmaktan kaçınmayacağını vurgulayarak ‘poker masasındaki’ bahisleri arttırmış gözükmektedir. Bu bağlamda, krizin en önemli aktörü olan ABD ise Savunma Bakanlığı tarafından yaptığı açıklamada Ukrayna’nın ABD’den bugüne kadar 3 milyar dolar değerinde askeri yardım teslim aldığını ve Ukrayna’nın Karadeniz’deki askeri varlığını güçlendirebilmek için ek silahların gönderilebileceğini açıklamıştır.
Bütün bu gelişmeler, Batı dünyasının Rusya’ya net bir şekilde ‘gerekirse işini daha da zorlaştırabiliriz’ mesajı olarak algılanabilir. En çarpıcı olanı ise, liderler görüşmesi öncesi Putin’in ‘Ukrayna-NATO yakınlaşması kırmızı çizgimizdir’ açıklamasına Biden’ın ‘Rusya’nın Ukrayna konusundaki hiçbir kırmızı çizgisini tanımıyoruz’ yanıtıyla ‘restine rest’ hamlesi olmuştur. Pokerde blöf yapmak oldukça yaygın bir taktiktir. Ancak blöf yapan oyuncunun riskleri minimize edebilmesi için elini doğru tanıması ve diğer oyuncuların elini iyi analiz etmesi gerekir. Lakin, pokeri ‘Rus Ruleti’ kuralları ile oynamak masanın devrilmesi ile sonuçlanabilir.