Görüşler

Ukrayna: Savaş mı barış mı?

Ukrayna: Savaş mı barış mı?

İngiliz Lordlar Kamarası Üyesi ve Warwick Üniversitesi Profesörü Robert Skidelsky, KARAR için yazdı: ‘’Trump’ın seçilmesinden önce bile senaryo, Ukrayna’ya Rusya ile barış görüşmelerinde mümkün olan en iyi pazarlık pozisyonunu vermek için “ne gerekiyorsa yapmak” şeklinde değişmişti. Trump’ın ikinci dönemi pasif savaş politikasını aktif barış diplomasisiyle değiştirmeyi vaat ediyor.’’

YENİ DİNAMİK

Donald Trump’ın Kasım 2024’teki ABD başkanlık seçimlerindeki zaferi, Ukrayna savaşını sona erdirmeye yönelik liberal senaryoyu yırtıp attı. Bu senaryo, Ukrayna’ya işgal altındaki Kırım ve Donbass topraklarını geri almak olarak belirtilen zafere ulaşana kadar koşulsuz maddi ve manevi destek sunmaktı.

Trump’ın seçilmesinden önce bile senaryo, Ukrayna’ya Rusya ile barış görüşmelerinde mümkün olan en iyi pazarlık pozisyonunu vermek için “ne gerekiyorsa yapmak” şeklinde değişmişti. Bu değişim, Batı’nın desteği büyük ölçüde artırmadığı takdirde Ukrayna’nın yenileceğini kabul ediyordu. Askeri gerilemeler karşısında ve Biden yönetiminden ek askeri yardım beklentisi olmadan, Ukrayna lideri Zelenskiy de maksimalist pozisyonunu terk etti ve şimdi umutlarını Rusya’yı müzakereye ikna etmek için diplomatik baskıya bağlıyor.

Trump’ın ikinci dönemi pasif savaş politikasını aktif barış diplomasisiyle değiştirmeyi vaat ediyor. İlkbahara kadar bir ateşkes sağlaması muhtemel. Barış şartlarının muğlak olması, ölümleri durduracak olması kadar önemli değil. Ölüm makinesi bir kez durdurulduğunda, yeniden çalıştırmak daha zor olacaktır.

Birleşik Krallık’ta müzakere edilen bir barışın bir avuç savunucusundan biri oldum. 3 Mart 2022’de Financial Times’a eski İngiltere Dışişleri Bakanı David Owen ile birlikte NATO’yu Rusya ile yeni bir güvenlik anlaşması için ayrıntılı öneriler sunmaya çağıran bir mektup imzaladım. Lordlar Kamarası’nda 19 Mayıs 2022’de Rusya ve Ukrayna arasında savaşın başlamasından kısa bir süre sonra gerçekleşen ve başarısızlıkla sonuçlanan ‘Ankara Barış Süreci’nin yeniden başlatılması çağrısında bulundum. 10 Temmuz 2024’te Financial Times’a yazdığım bir mektupta bana katılan yedi imzacı, “Ukrayna’daki güçlerin kabaca mevcut bölünmesine dayalı bir barış kaçınılmazsa, bunu şimdi denememek ahlaksızlık olur” görüşünü savundu. Bu görüş saldırıya uğramadı ya da sansürlenmedi, sadece ‘görmezden gelindi’ ve tartışmaların dışında bırakıldı. İngiltere’de barış müzakerelerinin ön saflardaki tek siyasi savunucusu İngiliz Reform Partisi lideri Nigel Farage oldu.

Acı veren soru hala ortada duruyor: Uzlaşmacı bir barışı mümkün kılmak için yüz binlerce ölü, yaralı ve sakat mı gerekiyordu? Diplomasi neden daha önce devreye girmedi? Tüm ulusların kendileri hakkında anlatacakları kendi hikayeleri vardır. Bu hikayelerin çatışması savaşlara neden olabilir ya da savaşları alevlendirebilir. Ülkelerin barış içinde yaşayabilmeleri için çatışan çıkarları ayarlamak diplomasinin geleneksel görevidir. Diplomasi, savaş öncesinde bunu yapmakta başarısız oldu ve savaşta da neredeyse sessiz kaldı.

Neden böyle oldu? Bunun nedeni, diplomasinin ortak değerler çerçevesinde çıkar farklılıklarını ayarlamada iyi olmasına karşın, değerler çatışması karşısında çaresiz kalmasıdır. İşte bu noktada, savaşın neden başladığını, neden bu kadar uzun sürdüğünü ve ortaya çıkardığı devlet davranışı sorunlarının neden hala çözülemediğinin derinine iniyoruz. Basitçe söylemek gerekirse, Ukrayna birbiriyle çatışan iki ahlaki hikayenin savaş alanı olmuştur. Ufukta barışın gözükmesi için çok acı çekilmesi gerekti.

RUS HİKAYESİ

Putin Ukrayna’yı işgal etmek için farklı zamanlarda farklı vurgularla iki neden öne sürdü: NATO’nun doğuya doğru genişlemesini önlemek ve Ukrayna’daki Rus nüfusunu 2014’te Kiev’de kurulan ‘Nazi’ Ukrayna diktatörlüğünden kurtarmak. Batılı politika ve kanaat önderleri bu gerekçelerin düzmece olduğuna, Rusya’nın Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle kaybettiği toprakları geri almak için bir bahane olduğuna inanıyor. Ancak bu çok basit bir yaklaşım.

Öncelikle, Rus politikacılar için ulusal güvenliğin Ukrayna, Belarus ve Gürcistan gibi tampon devletlerin varlığından ayrılamaz olduğu gerçeğini göz ardı ediliyor. Çünkü Moskova’ya giden tarihi istila yolları üzerinde hiçbir doğal engel -okyanus, dağ- bulunmamaktadır. Eski Sovyet coğrafyasına yönelik her türlü askeri hamle, Rusya’nın güvenliğine yönelik bir ihlaldir.

Sovyetler Birliği’nin çöküşü Rusya’nın ulusal güvenlik düşüncesini imparatorluğun varlığından ayırma fırsatı verdi. Ancak bu, eski NATO-Varşova Paktı bölünmesinin yerini alacak yeni bir güvenlik sistemi anlamına gelecekti. Bu hiçbir zaman gerçekleşmedi.

Bunun nedeni, sadece 1991’de Sovyetler Birliği’nin çöküşünü takip eden süreçte Batı’nın zafer sarhoşluğu değil, aynı zamanda Batı’nın NATO’yu Sovyet saldırganlığını caydırmak için kurulmuş bir savunma ittifakı olarak algılamasıydı. Çoğumuz NATO’da, Borodin’in Prens Igor’unda tasvir edilen işgalcilerin ‘kuşatıcı pençeleri’ne karşı duyulan geleneksel Rus korkusunun herhangi bir türünü göremiyoruz. Bu nedenle NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin yanı sıra 1999’da Sırbistan’ın bombalanması ve 2003’te Irak’ın ABD öncülüğünde işgali gibi belirli “alan dışı” eylemlerin harekete geçirdiği tarihsel reflekse karşı büyük ölçüde duyarsız kaldık. NATO’nun 2008 Bükreş Deklarasyonu’ndaki “Ukrayna ve Gürcistan NATO’da olacak” ifadesini Ruslar için dehşet ve endişe verici kılan da bu saldırgan eylemlerdi. George Kennan ve Henry Kissinger gibi diplomatlar haricinde Batı’da bizler, Rusya’nın gücünü yeniden kazandığında güvenlik dengesini lehine düzeltmek için şu ya da bu şekilde harekete geçeceğini nasıl anlayamadık?

Putin’in işgal için gösterdiği ikinci neden, Ukrayna’nın Rus nüfusunu Kiev’in ‘Nazi’ yönetiminden kurtarmak, çoğu Batılıyı daha da sahte, Ukrayna’nın bazı bölgelerini yasadışı bir şekilde ilhak etmek için basit bir bahane olarak gösteriyor. Propagandasının bu yönünün Rusya’da neden bu kadar güçlü yankı bulduğunu anlamak için Ukrayna’nın Rus yanlısı Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’i deviren 2014 Maidan Ayaklanması’nın Ruslar tarafından nasıl yorumlandığını aklımızda tutmalıyız. Bizim yozlaşmış bir despota karşı bir halk ayaklanması olarak anladığımız şey, Ruslar tarafından seçilmiş bir lidere karşı Amerika’nın organize ettiği bir darbe olarak yorumlandı ve Kiev’de Ukrayna’nın Rusya ile olan tarihi bağını yıkmaya niyetli aşırı Ukraynalı milliyetçileri iktidara getirdi. Putin’in Ukrayna milliyetçiliğinin yapay olduğu iddiası, Ukrayna’nın bağımsız bir tarihi olmadığı ve dolayısıyla Rusya’dan ayrı bir varoluş hakkı bulunmadığı yönündeki yaygın Rus görüşünü yansıtıyordu.

Rusya’nın hikayesindeki önemli boşluk ortada: Rusya’nın kendi tarihi ‘alanı’ dışında herhangi bir milliyetçiliği geçerli kabul etmemesi. Ruslar, Ukrayna’yı Rusya’dan koparmaya yönelik Batılı ve özellikle de ABD liderliğindeki bir komployu görmekte haksız değillerdi. Ancak Kiev sokaklarındaki halk desteğini açıklayamadılar.

İNGİLİZ HİKAYESİ

İngiltere, Ukrayna politikasında Amerika’nın amigosu olmuş, hatta ABD’den bile daha kavgacı bir tutum sergilemiştir. Tarihin buna bir açıklaması bulunuyor.

Modern Britanya hiçbir zaman ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’na kadar olduğu anlamda ‘izolasyonist’ olmamıştır, çünkü 20. yüzyılın başlarına kadar savunulması gereken bir dünya imparatorluğuna sahipti. 1852 yılında Dışişleri Bakanı Lord Granville İngiliz dış politika ilkelerini şu şekilde özetlemiştir: “Tüm dünyaya yayılmış mülkleri olan ve ileri uygarlık düzeyiyle gurur duyan bu ülkenin görevi ve çıkarı, diğer tüm uluslar arasında ahlaki, entelektüel ve fiziksel ilerlemeyi teşvik etmektir.”

İngiltere Başbakanı Tony Blair, 1999 yılında “Değerlerimizin yayılması bizi daha güvenli kılar” dediğinde, Lord Granville’yi yineliyordu. İmparatorluk gitmişti ama artık Amerikan gücüyle desteklenen ve İngiltere’nin hala mütevazı bir katkıda bulunmayı umabileceği, dünyanın iyiliği için sorumluluk duygusu gitmemişti.

Napolyon’un 1815’te yenilgiye uğratılmasıyla birlikte, İngiltere’nin gözünde rahatsız edici büyük güç olarak Fransa’nın yerini Rusya aldı ve Rus emellerinin engellenmesi İngiliz dış politikasının temel amacı haline geldi. Bu, esas olarak stratejik Çanakkale Boğazı’nı kontrol eden yıkılma sürecindeki Osmanlı İmparatorluğu’nu desteklemeyi ve aynı zamanda çeşitli zamanlarda Rusya’yı İran ve Afganistan’dan uzak tutmaktan oluşuyordu. Ancak 19. yüzyılın sonunda Almanya’nın yükselişi, İngiltere ve Rusya arasındaki ‘Büyük Oyun’un askıya alınmasını gerektirdi. Ancak Büyük Oyun sadece bir güç dengesi oyunu değildi: Rusya’dan duyulan korku aynı zamanda Çarlık otokrasisine duyulan nefretten de kaynaklanıyordu. 19. yüzyıldaki bu klişelerde, demokrasinin barışçıl, despotluğun ise savaşçı devlet biçimi olduğu şeklindeki modern Batı görüşünün embriyosunu görebiliriz.

İngiliz ve Rus dünya görüşlerinin çatışması, Soğuk Savaş’ın askeri ve siyasi yapılarına taşındı; ABD, İngiltere’nin dünya polisi ve ahlaki yol gösterici olarak yerini devralırken, Sovyetler Birliği kendi güvenliğini Doğu Avrupa’nın toprak kontrolü ve komünizmin ihracında aradı. İngiltere’nin İşçi Partili Dışişleri Bakanı Ernest Bevin, 1949 yılında NATO ittifakının kurulmasında önemli bir rol oynadı; bu ittifak, İngiltere’nin ABD ile savaş zamanındaki ‘özel ilişkisine’ dayanarak, Amerikan cumhuriyetini potansiyel Sovyet saldırganlığına karşı Batı Avrupa’nın savunmasına bağladı. ABD ve Rusya arasındaki nükleer savaş 1962 Küba füze krizinde kıl payı önlenmiştir.

Mevcut İngiliz politikasının bir diğer önemli nedeni de Putin ve Hitler denklemidir. İngiliz dış politikasına hala, İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain’in Çekoslovakya’nın Sudetenland bölgesini Hitler’e bıraktığı ve böylece İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine yardımcı olduğu 1938 Münih Anlaşması’nın utancı hakimdir. Mısır lideri Nasır 1956’da Süveyş Kanalı’nı millileştirdiğinde, Başbakan Anthony Eden muhalefet lideri Hugh Gaitskell ile aynı fikirdeydi: “Savaştan önce Mussolini ve Hitler’den gördüğümüzün aynısı.”

Barış yapmanın yatıştırma politikasıyla eş tutulması, İngiliz dış politikasında 19. yüzyıl serbest tüccarları tarafından temsil edilen müdahaleci olmayan geleneğin çöküşünü açıklamaya yardımcı olabilir. Chamberlain’in Eylül 1938’de Münih Anlaşması’nı savunurken kullandığı “Uzak bir ülkede, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz insanlar arasında çıkan bir kavga yüzünden siper kazmamız ve gaz işaretlerine bakmamız ne kadar korkunç, fantastik ve inanılmaz” ifadesini, günümüz İngiliz politika ve kanaat önderlerinin Putin’in bu işten ‘sıyrılması’ halinde Avrupa’nın özgürlük ve güvenliğinin tehlikeye gireceği yönündeki inançlarıyla karşılaştırın.

Buna verilecek cevaplardan biri Putin’in ‘yaptığının yanına kar kalmadığı’dır. Ukrayna’da yediği darbelerden sonra tükenen silahlı kuvvetlerinin NATO Avrupa’sına saldırmaya hazırlandığına inanmak, Rusya’nın NATO kuşatmasından duyduğu korku kadar paranoyakça.

Ancak Putin’in Hitler imajı, Rusya’nın ya da Ukrayna’nın zaferi gibi keskin bir alternatiften kaçış sunmuyor. Bu nedenle İngiltere’de aktif barış diplomasisi için bu kadar az iştah var.

BARIŞ VAADİ

Batı’nın Ukrayna’nın bağımsızlık mücadelesine duyduğu gerçek hayranlık bir noktada Putin Rusya’sına karşı bir vekalet savaşına dönüştü ve Ukrayna’nın çıkarları üstünkörü bir şekilde dikkate alındı. Batı’nın Ukrayna zaferini koşulsuz destekleme vaadi, Ukraynalıları bağımsızlıklarını güvence altına alabilecek sınırlı zaferin gerçekçi olasılığına karşı körleştirerek savaşı uzattı. İngiltere ve ABD’nin Ukrayna’ya zafer için ‘ne gerekiyorsa’ vereceklerine dair vaatleri affedilemez, oysa böyle bir niyetleri yoktu. Özellikle de 6 Nisan 2022’de Kiev’i ziyaret eden dönemin İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın Zelenskiy’ye savaşmaya devam etmesi halinde NATO’nun Ukrayna’yı sonuna kadar destekleyeceğini söylemesi, Ukrayna’yı Mart 2022’de Rusya ile barış görüşmelerine devam etmekten vazgeçirmiştir.

Bu da bizi Donald Trump’a geri getiriyor. Trump’ın uluslararası ilişkilere yaklaşımını hem alkışlayanlar hem de eleştirenler bunu “pragmatist” olarak tanımlıyor. Destekçileri, Trump’ın diktatörlerle ABD’nin çıkarları doğrultusunda “anlaşmalar” yapacağını savunurken, karşıtları ise ahlaki bir boyutunun olmamasından yakınıyor. Her iki görüşün de göz ardı ettiği şey, barışın kendisinin ahlaki bir amaç olduğu, Hıristiyanlıkta ise en yüksek iyi olduğudur. Papa Francis, en son 2024 Noel mesajında olmak üzere, Ukrayna savaşını sona erdirmek için sık sık müzakere çağrısında bulunmuştur. Bugün dünyanın karşı karşıya olduğu en büyük tehlike, savaş yanlısı siyasetçilerin ve onların takipçilerinin barışın ahlaki tarafını görmeyi reddetmeleridir.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir