İletişim Uzmanı Mehmet Utku Şentürk, Avusturyalı yazar Stefan Zweig’in trajik ölümüne rağmen edebi mirasının hâlâ yaşamaya devam ettiğini kaydediyor.
23 Şubat 1942 sabahı Rua Gonçalves Dias 34, Petrópolis, Rio de Janeiro adresindeki yatak odasının kapısı öğleye kadar açılmadı. Bu durumdan şüphelenen hizmetçiler polise haber verdi. Yatak odasına giren polisler sırtüstü yatan Stefan ile elini onun göğsüne koymuş olan eşi Lotte’yi buldu. “Veronal” adındaki ilaçtan almışlardı. Titizce düzenlenmiş masanın üstünde pulları bile yapıştırılmış olan veda mektupları duruyordu.
Ayrıca Petrópolis Valisi’ne hitaben yazılmış “deklarasyon” başlıklı bir mektup vardı:
“Kendi isteğimle ve bilinçli olarak hayattan ayrılmadan önce son bir görevi yerine getirmeye kendimi mecbur hissediyorum. Bana ve çalışmalarıma böyle iyi ve konuksever şekilde kucak açan harikulade ülke Brezilya’ya içtenlikle teşekkür etmeliyim. Her geçen gün bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim. Benim lisanımın konuşulduğu dünya bana göre mahvolduktan ve manevi yurdum Avrupa’nın kendi kendisini yok etmesinden sonra hayatımı yeni baştan kurmayı daha fazla isteyebileceğim bir yer daha yoktu. Ama hayata 60 yaşından sonra yeni baştan başlamak için özel güçlere ihtiyaç var. Benim gücüm ise uzun yıllar süren yurtsuzluğum sırasında tükendi. Böylece ruhsal çalışması her zaman en büyük sevinci ve bireysel özgürlüğü bu dünyanın en büyük nimeti olan bu hayatı, zamanında ve dimdik sona erdirmek bana daha doğru görünüyor. Bütün dostlarımı selamlarım! Umarım uzun gecenin ardından gelecek olan sabah kızıllığını görebilirler! Ben, çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum.”
Stefan Zweig dünyadaki en ünlü yazarlardan biridir. Yapıtları hemen tüm önemli dillere çevrilmiş, dönemin en önemli aydınlarıyla dostluklar kurmuş ve yapıtları daha o yıllarda bile milyonlarca satmıştı. Avusturyalı yazar Stefan Zweig, Nazi baskısını oldukça yakından yaşamış ve 2. Dünya Savaşının etkilerine fazla dayanamayarak karısıyla birlikte intihar etmişti.
Avusturyalı yazar ve muhabir, 28 Kasım 1881’de Viyana’da doğdu. Viyana Üniversitesi’nde felsefe okudu ve 1904 yılında “Hippolyte Taine’in Felsefesi” üzerine yazdığı tezle doktora derecesi aldı. Neredeyse bütün dünyayı dolaştı. Belçika’dayken 1. Dünya Savaşı başladı. Zweig evlendi, ilk eserleriyle ün kazandı. Art arda çok başarılı eserler çıkartıyordu. 1920’ler ve 1930’larda dünya genelinde en popüler ve yaygın olarak çevrilen yazarlardan biriydi. Psikolojik iç görüsü ve hümanist yaklaşımıyla tanınan Zweig, romanlar, denemeler, biyografiler ve oyunlar yazdı. En ünlü eserleri arasında “The World of Yesterday” (Dünün Dünyası), otobiyografisi ve yaşamı boyunca Avrupa’da meydana gelen kültürel ve siyasi değişiklikleri yansıtan eseri ile “Letter from an Unknown Woman” (Bilinmeyen Bir Kadından Mektup), aşk ve kayıp temalarını işleyen bir novellası bulunmaktadır.
Zweig’in yazı kariyeri, Nazi rejiminin yükselişi nedeniyle bozuldu ve Yahudi kimliği nedeniyle giderek artan zulme maruz kaldı. Nazilerin, Stefan Zweig’a olan düşmanlığı artıyor, yaktıkları kitaplar arasında Zweig kitapları ilk sıralarda yer alıyordu. 1934 yılında polisler Zweig’ın evine geldi ve silah araması yaptı. Polisler gider gitmez bavulunu toplayıp Londra’ya gitti ve anılarında “bu özünde önemsiz olayın ardında durumun ciddiyetini hissettim” dedi. Eşinden boşandı ve daha sonra huzur arayışına devam etti. Portekiz’e yolculuk yaparken yanında olan Lotte Altman ile 2. evliliğini yaptı ve beraber yolculuklara devam ettiler.
Sürgündeyken diğer birçok yazar onu Nazi rejimine karşı açıkça konuşmadığı için azarladı. Zweig, Avrupa’daki siyasi durumla yüzleşmeyi reddediyor, sessiz kalırsa çalışmalarına eskisi gibi devam edebileceğine inanıyordu.
Paris’in 1940’ta düşmesinin yarattığı şok, Zweig’ı bir kez daha gemiyi terk etmeye, Londra’dan New York’a, Connecticut’a ve nihayet Brezilya’ya kaçmaya ve çoğunlukla Alman göçmenlerin yaşadığı Petrópolis’e yerleşmeye itti.
Satranç öyküsü'nün finali, yazarın 1942 yılı başlarındaki ruh halini yansıtır. Umutsuzluk içindeki Zweig, en sevdiği yazarlar olan Goethe, Homeros ve Shakespeare’de teselli arıyordu. Okumak için bir şeyler ararken, tesadüfen Montaigne’in 'Denemeler'ine rast gelir. Montaigne, ölüm karşısında özgür olmak istiyordu. Zweig da, Naziler'den kurtuluş için tek çare olarak ölümü görüyordu.
1942 14 Şubat’ta karı-koca, Rio festivalini izlemeye gider. O gün gazetelerde manşet olan haberi görünce huzurları yeniden yok olmuştur. Nazi güçleri Süveyş Kanalına doğru yönelmişlerdi ve Libya’ya geliyorlardı. Eşi ile beraber, festivali izlemeden apar topar Brezilya'daki evlerine dönerler. Stefan Zweig, eşi Lotte ile 22-23 Şubat 1942 gecesi Rio de Janeiro’nun yaklaşık 50 kilometre kuzeydoğusundaki Petrópolis’te aşırı doz Veronal alarak intihar eder. İntiharından sadece birkaç gün önce anılarını yayıncılara göndermiştir ki bu anılar yıllar sonra yönetmen Wes Anderson’ın muhteşem komedi filmi The Grand Budapest Hotel’e (2014) ilham kaynağı olacaktır.
Stefan Zweig’in trajik sonuna rağmen, edebi mirası yaşamaya devam ediyor. Eserleri, insan doğası ve insan deneyiminin karmaşıklıklarını keşfetmeleri nedeniyle ülkemizde de hala en çok okunanlar arasında takdir ediliyor.