Yeni çıkan ‘Atatürk’ün Anayasası: 1924’ kitabında Cumhuriyet döneminin ilk anayasasını meydana getiren siyasi şartları bugünle karşılaştırarak masaya yatıran Taha Akyol, gündemdeki yeni anayasa tartışmasının siyasi ve hukuki anlamını Elif Çakır’a anlattı.
Atatürk’ün Anayasası: 1924’ adlı kitabı neden yazdınız?
İki sebepten, yine anayasa konuşuyoruz, tartışıyoruz. Tartışmalara derinlik katacak bir faktör anayasa tarihinin tecrübeleridir. İkincisi, anayasayı yapmak kadar onu nasıl uyguladığınız veya uygulamadığınız da önemlidir, hatta daha önemlidir. 1924 Anayasası döneminde bu açıdan olağanüstü derecede önemli tecrübeler vardır. Bilinmesi gerekir.
NEDEN UZLAŞMA OLMUYOR?
Yargıtay eski başkanı Prof. Sami Selçuk 1999 Adli Yılı Açılış konuşmasında, “Türkiye, meşruluk debisi neredeyse sıfıra yaklaşmış bir anayasayla yeni bir yüzyıla giremez, girmemelidir” uyarısında bulunmuştu. Maalesef üçüncü bin yıla da Türkiye anayasa sorunuyla girdi. 22 yıldır Türkiye’yi yöneten iktidar bugün hâlâ “sivil anayasa” ihtiyacından bahsediyor. Türkiye anayasa sorununu neden çözemiyor?
Bunun sebebi, Türkiye’nin, bir anayasa için gerekli temel hukuki ve siyasi değerlerde uzlaşamamış olmasıdır. İktidar “sivil anayasa” diyor ama anayasacılığın birinci maddesi olan kuvvetler ayrılığı ilkesini ağzına almıyor. Bağımsız ve tarafsız yargı herkesin ağzında ama aslında her bir kesim “bizden yana yargı” istiyor. Bu durumda, parti çıkarlarının ve lider bağlantılarının dışında ve hatta üstünde temel anayasal kavramları anayasa hukukundaki anlamıyla savunan güçlü sivil toplum, orta sınıf ve bağımsız aydınlar hareketi lazım. Türkiye’de var ama partiler, parti taassubu çok daha güçlü. Bu yüzden parti çıkarları uzlaşmayla anayasa yapılmasını engelliyor.
‘ANAYASAL İSTİKRARSIZLIK’
Mesela Amerika 230 yılda anayasasını 27 kez değiştirmiş. Biz 1921, 1924, 1961 Anayasasını dışında tutarak, değiştirilmesini istediğimiz 1982 Anayasasında 35 yılda 21 kez değişiklik yapmışız. Neredeyse iki yılda bir anayasa değişmiş ama buna rağmen yeni anayasa yapma arzumuz ve çatışmamız hiç bitmedi. Siz kitabınızda ‘anayasal istikrarsızlık’ diyorsunuz. Neden böyle?
Birinci sebep siyasi ideolojilerin ve parti tutkularının hukuk kültüründen güçlü ve yaygın olmasıdır. Bizim okul kitaplarında bile ideoloji vardır, hukukun üstünlüğü fikri yoktur. Fransız Raymond Aron, Fransa’nın anayasal istikrarsızlığını anlatırken, tarihin sert kırılmalarla dolu olduğu toplumlarda uzlaşma fikrinin zayıf kaldığını, hukuku üstün tutacak liberal değerlerin gelişmediğini belirtir. Fransa bunu aştı. Bizde hâlâ böyle.
ATATÜRK DÖNEMİ ANAYASALARI
1921 Anayasası vardı, neden 3 yıl sonra yeni bir anayasaya ihtiyaç duyuldu?
Çünkü 1921 Anayasası eksik bir anayasadır. Sadece TBMM’nin ve hükümetin yetkilerini düzenler. Yargı yoktur. Vatandaşlık yoktur. Temel haklar yoktur. Bunlar Osmanlı Kanun-ı Esasi’sine bırakılmıştır, dönemin şartlarında taktik olarak böyledir. Lozan imzalanıp yeni devlet tescil edilince, artık Osmanlı anayasasına referans olamayacağı için 1924 Anayasası yapıldı.
Atatürk 1921 Anayasasını övüyor, hatta “1921 Anayasasının maddelerini Kur’an ayetleri ezberler gibi ezberleyin” diyor. 1924 Anayasasını hiç övmüyor. Kitabınızda anlatıyorsunuz. Bize özetler misiniz?
Mustafa Kemal Paşa, 1921 Anayasası’nı evet böyle yüceltti. Çünkü 1921 Anayasası hakimiyeti, egemenliği İstanbul’dan Ankara’ya getiriyor, yeni devletin anayasal temelini oluşturuyordu. 1924 Anayasa’sında ise uygulansaydı inkılapçı rejimin, Atatürk’ün yetkilerini sınırlayacak maddeler vardı, hatta çokça vardı. Bu bakımdan 1924 Anayasasını savunan konuşmaları yok. Cumhuriyet’in o aşamasında üstün fikir inkılaptır, hukuk değil.
1924 Anayasa’sına uyulmadı mı?
Hükümetin kurulması, güven oyu alması gibi formel işlemlerde uyuldu. Bunun dışında anayasaya uygunluk önemsenmedi. Gazi’nin Ocak 1923’te dediği gibi “inkılabın kanunu mevcut kanunların üstündedir.” Mesela basın hürriyetine uyulmadı. Hatta daha somut bir örnek; 1924 Anayasasına göre idam cezalarını tasdik, Meclis’in yetkisindedir. Ama İstiklal Mahkemelerinin idam kararları hiç Meclis’e getirilmedi. Anayasada böyle bir hüküm yokmuş gibi davranıldı. 1935 Tunceli Kanunu’nda idam cezasını tasdik yetkisi mahalli komutana verildi. Meclis’te Muğla Mebusu Hüsnü Kitapçı bunun anayasaya aykırı olduğu söyledi. Komisyon Sözcüsü Trabzon Mebusu Raif Karadeniz, “devletin yüksek menfaatleri bunu gerektiriyor” deyince parmaklar kalktı, kabul edildi maalesef. Dedim ya, Cumhuriyet’in o aşamasında üstün değer hukuk değildir, inkılaptır, inkılapçı iktidarın otoritesidir. Bu sonraki yıllarda hukukun üstünlüğünün sağlanmasını çok zorlaştıran bir miras bıraktı.
DP VE ANAYASA
Menderes ve DP bu konularda ne düşünüyor, nasıl hareket ediyordu?
Ne öğrenmişler ne görmüşlerse öyle düşündüler ve hareket ettiler. Yani Tek Parti rejiminin anlayışını, özellikle DP iktidarının ikinci yarısında devam ettirdiler. İnönü 6 Ok’un anayasadan çıkarılmasına yeşil ışık yaktı ama Celal Bayar “Atatürk’ün en büyük eserlerinden biri 1924 Anayasasıdır” diyerek buna yanaşmadı. Kuvvetler birliğini savunmaya devam etti. Menderes’in kuvvetler ayrılığını savunan bazı sözleri var ama sonunda Bayar’a uydu. Tek Parti kültürü, DP’de başlayan güç zehirlenmesine de uyuyordu. Düşünün ki Takrir-i Sükun Kanunu’nu örnek göstererek Tahkikat Komisyonu’nu savundular. Kuvvetler ayrılığını ve Anayasa Mahkemesi kurulmasını savunan bir tek parti vardı o dönemde; Millet Partisi. Otoriter kültürümüzde Tek Parti devrinin etkisi büyüktür. Bugün de iktidar ‘parti devleti’ çağrışımları yaptırmıyor mu? CB sistemini o devri örnek göstererek savunmadılar mı?
AK PARTİ’YE GÖRE ‘EGEMENLİK’
Kitabınızda AK Parti’nin egemenlik anlayışında ciddi sorunlar olduğu tespitinde bulunuyorsunuz, bunu biraz açar mısınız?
Cemil Çiçek’in TBMM Başkanı olduğu dönemde Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na verdiği anayasa önerilerinde yargı egemenlik yetkisi olarak görülmüyor. Sadece yasama ve yürütme yani “seçilmiş organlar” egemenlik yetkisi sayılıyor. Dahası AYM kararlarının bağlayıcılığına ve yargının “Türk milleti adına” karar vermesi hükmüne de yer vermiyorlar. Ak Parti’nin “milli irade” anlayışı Jakobenlere ve bizdeki Tek Parti devrine benziyor. Yargıyı, yasama ve yürütmenin altında bir “görev” sayıyorlar. Bu çok yanlış ve çok endişe vericidir. Yasama, yürütme ve yargı üçü de egemenlik yetkisidir ve üçü de eşittir. Aralarında sadece vazife ve yetki ayırımı vardır. Kuvvetler ayrılığı bu demek zaten. Bu kabul edilmeden hukuk devletin bahsedilemez.
Cumhurbaşkanı Erdoğan son bir yıldır sürekli “sivil anayasa” çağrısında bulunuyor. En son Danıştay’daki konuşmasında yine “sivil anayasa” dedi ama ilk kez “kuvvetler arasında doğru denge kuran bir anayasa” tanımı yaptı. Hukukta “doğru denge” diye bir tanım var mı? Doğru dengenin ölçüsü ne olacak? Siz nasıl değerlendirdiniz Erdoğan’ın bu konuşmasını?
Kuvvetler dengesi kavramı anayasa hukukunda vardır; kuvvetler ayrılığı ilkesinin diğer biri ifadesidir. Fakat Cumhurbaşkanı “doğru denge” gibi hukuki tanımı olmayan siyasi bir kavram kullanarak, yerleşik anayasa hukukundaki “denge”yi kabul etmediği izlenimi yaratıyor. Zaten kuvvetler ayrılığı kavramı hiç ağzından çıkmıyor. Hayır, kuvvetler arasında eşitlik vardır, biri diğerine üstün değildir, görev yetkileri ayrıdır sadece.
Kuvvetler ayrılığı neden bu kadar önemli?
Çünkü demokrasi ve hukuk devletinin olmazsa olmaz ön şartı kuvvetler ayrılığı ilkesidir. Yargı bağımsızlığı mı, kuvvetler ayrılığı olmadan olmaz. Denetim ve denge mi, kuvvetler ayrılığı olmadan olmaz. Temel hak ve hürriyetler mi, kuvvetler ayrılığı olmadan olmaz. İktidarların vicdanına kalmış demektir. Özetle, “kuvvetler ayrılığı yoksa anayasa yoktur.” Çünkü kuvvetler ayrılığı yoksa, iktidar sınırsız ve hukuken denetlenmeye yetkilere sahip demektir. Onun içindir ki “kuvvetler ayrılığı yoksa anayasa yoktur.”
Merhum Ali Fuat Başgil, Esas Teşkilat Hukuku adlı kitabında “ezeli bir tecrübe ile sabittir ki, kuvvet sahibi herkes, bunun kötüye kullanmaya meyleder” diye yazmıştır. Bunu önlemenin yolunun kuvvetler ayrığı olduğunu anlatmıştır “İktidar bir elde toplanmamalıdır... ayrılan kuvvetler birbirini tartmalı ve durdurmalıdır” diyerek sayfalar boyu anlatmıştır. İki yüz yıllık anayasa hukukun temeli budur.
n Türkiye’nin bugün gerçekten acilen bir Anayasa’ya ihtiyacı var mı?
Anayasa yapımında aciliyet değil, katılım ve uzlaşma önemlidir. O kadar önemlidir ki, anayasalar uzmanlık bilgisiyle ve enine boyuna müzakere edilerek, ortak akıl aranarak yapılsın diye en sağlıklı yol, işi sadece anayasa yapmak olan ve yine hür seçimlerle oluşan kurucu meclislerdir. TBMM’nin anayasa yapma yetkisi elbette vardır. Bunu, anayasa gibi temel bir devlet ve millet belgesinin “aceleye getirilmemesi” gerektiğini belirtmek için söylüyorum.
ERDOĞAN’IN ANAYASA SÖYLEMİ
Erdoğan neden bu kadar ‘yeni anayasa’ çağrısında bulunuyor?
Kendi anlayışını anayasalaştırmak için sanıyorum. Yoksa, anayasanın şu maddeleri şu sorunların çözümünü engelliyor diye bir açıklaması olmadı. “Özgürlükçü anayasa” diyor ama hangi özgürlükleri getirmek istiyor da anayasa bunu engelliyor, bu konuda da bir açıklaması olmadı.
Asıl pratik sebebin, herhangi bir anayasa değişimi ile “yeni dönem” diyerek kendisinin tekrar cumhurbaşkanı adayı olabilmesi sağlamak. CB sistemine geçilmiş olmasıyla üçüncü defa aday olabilmesi bunun örneğidir. “Yeni dönem” kavramı hukuki tartışmaya açıktır, bu yüzden YSK yeniden aday olabilir diye karar vermişti. Benzer bir sonuç elde etmek istiyor sanıyorum.
Kuvvetler ayrığı ve yargı bağımsızlığı gibi esaslı noktalarda muhalefetle Cumhur İttifakı arasında esaslı ihtilaf var. Bu yüzden “yeni anayasa” söyleminin hayata geçeceğini sanmıyorum. Dahası, Bahçeli’nin Haziran 2020’de açıkladığı anayasa ilkelerini bile Cumhurbaşkanın tam kabul edeceğini sanmıyorum. Bahçeli mesela CB yardımcılarını da halk tarafından seçilmesini, Cumhurbaşkanı atamalarının Meclis denetiminden geçmesini istiyordu. Bırakın muhalefetle uzlaşmayı, Erdoğan MHP’nin bu önerilerini bile kabul edecek bir dilden uzak duruyor.
KURTULMUŞ’UN SÖYLEMİ
Numan Kurtulmuş’un sürekli 1921 Anayasasına atıfta bulunmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Numan Kurtulmuş, 1921 Anayasasına referanslarının “içerik değil, uzlaşma” yönünden olduğunu söyledi. Yeni 1921’deki gibi uzlaşmayla… Ben bununla sınırlı bir referansı bile doğru görmüyorum. 1921 şartları çok farklıydı. Bugün bir uzlaşma yaratılmak isteniyorsa, anayasaya göre tarafsız olan Meclis Başkanının, “en geniş uzlaşmayı sağlayacak” ilkeleri sayarak uzlaşma çağrısında bulunması lazım.
İlk sorularınızı cevaplarken, Türkiye’nin temel siyasi değerlerde uzlaşmamış bir toplum olduğunu söylemiştim. Görüyorsunuz, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı gibi anayasacılığın ilk adımını oluşturan değerlerde bile uzlaşma yok. Üstelik bu iki temel ilkeye soğuk hatta aykırı davranış iktidardan geliyor. Maalesef.
İlk dört maddenin değişmemesi gerektiğini ben de savunuyorum. Ama bunda uzlaşmak yeni bir anayasa yapmak için yetmez. İktidar kendi gücünü tahkim amacıyla değil de, samimiyetle Türkiye’yi yıllarca götürebilecek, gelecek nesillerin de içinde yer alabileceği bir anayasa düşünüyorsa, bu konuyu, öncelikle anayasa hukukunun evrensel kavramlarıyla konuşmalıdır, parti kavramlarıyla değil.