Hukukçu Nimet Demir, TBMM'de okunan kararla Can Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesi üzerinden değerlendirmede bulunuyor.
30.01.2024 günü Hatay Milletvekili Şerafettin Can Atalay’ın Gezi Davasından dolayı aldığı mahkumiyet kararı diye Yargıtay 3. Ceza Dairesinin yazısı TBMM Genel Kurulunda okunarak milletvekilliği düşürüldü. Parlamentonun bu işlemi ve öncesinde gelişen yargılama süreci Türkiye’de hukuk güvenliğiyle ilgili ciddi sorunların olduğunu göstermektedir.
YARGILAMA SÜRECİNDEKİ HUKUKA AYKIRILIKLAR
Söz konusu davanın yargılama süreci ve sonrasında hukuka aykırı pek çok işlem yapılmıştır. Sırasıyla görelim;
1-Yargı bağımsızlığı, masumiyet karinesi ve tabii hâkim ilkelerine aykırılık
Malum, idarenin Gezi Parkını inşaata açma girişimi halkın direnişine takılmıştı. Can Atalay ve Osman Kavala’nın da aralarında bulunduğu 16 sanık hakkında Gezi Parkı direnişindeki rolleri gerekçe gösterilerek İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine ‘’cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs suçundan’’ dava açılmıştı. Yapılan yargılama sonucu 18 Şubat 2020 tarihinde beraat kararı verilmiş, davanın tek tutuklu sanığı olan Osman Kavala’nın tahliyesine hükmedilmiş, ancak tahliye işlemleri henüz bitmeden bu kez yedekte tutulan casusluk soruşturması devreye sokularak Sayın Kavala tekrar tutuklanmıştı. Beraat kararı üzerine Sayın Cumhurbaşkanı ilk etapta "Gezi'yi karıştıran malum kişi içerideydi, bir manevrayla beraat ettirmeye çalıştılar" değerlendirmesinde bulunmuş, sonraki aşamada ‘’bu Kavala denen soroz artığı’’ şeklinde bir niteleme yapmıştı. Bu arada beraat kararı veren heyet hakkında soruşturma açılmış, mahkemedeki görevlerine son verilmiş, yerlerine yeni heyet atanmıştı. Beraat kararı temyiz edilmiş, Yargıtay tarafından bozularak geri gönderilmiş, yeniden yapılan yargılama sonucu 22 Nisan 2022 tarihinde mahkûmiyet hükmü kurulmuş, tutuklu olmayan sanıklar hakkında –bunların arasında Şerafettin Can Atalay’da var- tutuklama kararı verilmişti. Dosya Yargıtay’dayken TRT Gezi davasının konu alan, Osman Kavala’yı casus olarak resmeden ‘’Metamorfoz’’ isimli dizi çekilerek gösterilmişti.
"Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz’’ şeklinde tarif edilen masumiyet karinesi evrensel bir ilkedir ve anayasamızın 38. Maddesinde yer almıştır.
Anayasanın 138. maddesi ise ‘’Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz’’ hükmünü içermektedir. Cumhurbaşkanı, hâkim ve savcıların tayin, terfi ve diğer özlük işlerini yürüten Hâkimler ve Savcılar Kurulunun oluşmasında belirleyici bir konumdadır. Zira 13 kişiden oluşan HSK’nın Başkan ve beş üyesini kendisi atamaktadırlar. Geriye kalan yedi üye ise iktidar partisinin çoğunluğu elinde tuttuğu Meclis tarafından belirlenmektedir. HSK üzerindeki bu etkinliği dikkate alındığında Cumhurbaşkanının görülmekte olan bir davayla ilgili görüşleri tavsiye ve telkin niteliği taşır.
Olayımızda Sayın Cumhurbaşkanı Gezi olaylarını, başını George Soros’un çektiği dış güçlere bağlamış, akabinde yukarıda metni verilen sözleriyle sanıkları Soros’la iş birliği içinde göstermiştir. Bu iddia oldukça etkileyici olmuştur. Zira yerel mahkemenin gerekçesi ile Yargıtay 3. Ceza Dairesinin onama kararına baktığımızda, kararların somut delilden ziyade sübjektif çıkarımlarla sanıkların Soros’la irtibat içerisinde atılı suçu işledikleri kurgusu üzerine bina edildiklerini görmekteyiz. Sayın Cumhurbaşkanı Gezi davasıyla ilgili yaptığı değerlendirmelerle Anayasanın 138. Maddesindeki yargı bağımsızlığı ilkesini ve 38. maddesinde yer alan masumiyet karinesini açıkça ihlal etmiştir. Aynı ihlal TRT içinde söz konusudur. Yöneticisi yürütme tarafından tayin edilen bir devlet televizyonunun derdest bir davanın sanıklarını suçlu göstermesi masumiyet karinesini ve yargı bağımsızlığını ihlal niteliğindedir.
Anayasamızın 37. Maddesinde yer alan tabii yargıç ilkesi; yargılamadan önce kurulmuş, yargılamaya konu olan uyuşmazlıkla kuruluş açısından ilgisi bulunmayan, herkes için değişmeyen mahkemelerin hâkimi şeklinde tanımlanır. Yani davaya, suçun işlendiği zamanda var olan mahkemede görevli olan hâkim bakacaktır. Olayımızda ilk yargılamayı yapan ve beraat kararı veren heyet dağıtılmış, yerlerine yeni heyet atanmıştır. Bu tasarruf tabii yargıç ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
2- Birikmiş tecrübeye, suçta ve cezada kanunilik ilkesine ve yasama dokunulmazlığına aykırılık, yargısal ve içtihadi aktivizm yapma;
Mahkûmiyet kararı temyiz aşamasındayken Şerafettin Can Atalay Hatay’dan aday gösterilmiş, yapılan seçim sonucu milletvekili olmuştu. Seçim sonrası davanın durdurulması ve tahliye edilmesi için davanın bulunduğu Yargıtay’a talepte bulunulmuş, talebi inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesi talepleri reddetmişti. Yargıtay 3. Ceza Dairesinin bu kararıyla hukukun özünü teşkil eden birikmiş tecrübe ile Anayasanın 38. maddesinde yer alan suçta ve cezada kanunilik ilkesine, yine Anayasanın 83. maddesindeki yasama dokunulmazlığına aykırı davranmış, yargısal ve içtihadi aktivizme düşmüştür. Bu konu ayrıntısıyla 23 Temmuz 2023 tarihli Karar Gazetesinde yayınlanan ‘’Norma İndirgenen Hukuk, Teknisyene Dönüştürülen Hukukçu’’ başlıklı yazımda incelenmişti. Tekrarlamayacağım.
3-Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılık ilkesi ile bireysel başvuru hakkının ihlali, usul hükümlerine aykırılık;
Anayasa Mahkemesinin birinci ihlal kararı vermesinden sonra İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince yargılamanın yenilenmesi yoluyla ihlallerin giderilmesi gerekmekteydi. Ancak 13. ACM kendini görevsiz addederek dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesine gönderdi. 3. CD ise görevsiz olmasına karşın dosyayı ele alıp, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararını değersiz ve geçersiz saydı. Bu karar üzerine yeniden Anayasa Mahkemesine başvuruldu, AYM ikinci ihlal kararına imza attı. İhlalin giderilme işleviyle ilgili İstanbul 13. ACM’nin görevli olduğunu açıkça belirtti ve dosyayı 13. ACM’ne gönderdi. 13. ACM yine topu Yargıtay 3. CD’ne attı.
Yargıtay 3.CD eski kararını yineledi. Bu süreçte de eski ihlallere ilaveten Anayasanın 153. Maddesinde yer alan AYM kararlarının bağlayıcılığı ilkesi ile 148. Maddesinde yer alan bireysel başvuru hakkının ihlal edildiği, keza usul hükümlerine uyulmadığı ortaya çıkmıştır. Bu konularla ilgili 12 Kasım 2023 tarihli Karar Gazetesinde yayınlanan ‘Yargıtay 3. CD’nin Can Atalay Kararı’’ başlıklı, yine 03 Aralık 2023 tarihli Karar Gazetesinde yayınlanan ‘Yargı Üzerinden Siyaset Üretmek’’ başlıklı yazılarımda incelemiştim. Tekrarlamayacağım.
Anılan yazılarımda yer almayan ancak İstanbul 13. ACM ile Yargıtay 3. CD’nin tekrarladıkları bir usule aykırılığa da değinmek gerek. AYM’nin verdiği ihlal kararları 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesine göre yargılamanın yenilenmesi yoluyla giderilir. Ceza Usul Kanununun 23/3 maddesi, yargılamanın yenilenmesi halinde önceki yargılamada yer alan hâkimin, aynı işte görev alamayacağını söyler. AYM’nin ikinci ihlal kararı 13. ACM’nin birinci ihlal kararı hakkında verdiği görevsizlik kararı ile Yargıtay 3. CD’nin AYM’nin verdiği birinci ihlal kararını yok sayan ilk kararını kapsamaktadır. AYM’nin verdiği birinci ihlal kararı ise Yargıtay 3. CD’nin dava henüz Yargıtay incelemesinde olduğu sırada Atalay vekillerinin Yargıtay 3. CD’ne yaptıkları tahliye ve yargılamanın durması taleplerini uygun görmeyen Yargıtay 3. CD kararı ile ilgilidir. Bu durumda İstanbul 13. ACM’nin birinci görevsizlik kararını veren başkan ve üyelerinin ikinci ihlal kararı sonrası davadan el çekmeleri gerekirdi. Keza Atalay vekillerinin dava dosyası temyiz incelemesi için Yargıtay’da iken yaptıkları başvuruyu reddeden 3. CD heyetinde yer alan hâkimlerin birinci ihlal kararı sonrası yargılamanın yenilenmesi mahiyetinde olan ihlalin giderilmesi talebine bakmamaları, yine AYM’nin birinci ihlalini yok sayan 3.CD heyetinin bu kararla ilgili verilen ikinci ihlalin giderilmesi talebinden de çekilmeleri gerekirdi. Ancak maalesef bu yönde bir işlem söz konusu olmamıştır.
TBMM’NİN HUKUKA AYKIRI TASARRUFU
1-Milletvekilliğinin düşmesiyle ilgili Anayasanın 84. Maddesinin 2. Fıkrası ‘’Milletvekilliğinin kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinde düşmesi, bu husustaki kesin mahkeme kararının Genel Kurula bildirilmesiyle olur’’ hükmünü taşımaktadır. Olayımızda Genel Kurula bildirilecek kesin bir mahkeme kararı bulunmamaktadır. Zira ortada kesinleştiği belirtilerek Genel Kurula sunulan İstanbul 13. ACM’nin kararı hakkında AYM’nin iki ayrı ihlal kararı bulunmaktadır. AYM, diğer yüksek dereceli mahkemeler gibi bozma mahkemesi statüsündedir(Doç. Dr. Sami Selçuk, Özlenen Hukuk/Yaşanan Hukuk, Yeni Türkiye Yayınları, Baskı 2002, Sayfa 142). Dolayısı ile AYM’ce verilen ihlal kararları İstanbul 13. ACM’nin kararının kesinliğini bozmuştur. Bu durumda Meclis Genel Kuruluna yapılan bildirimin bir kıymeti harbiyesi yoktur.
2-Yine izlediğim kadarıyla Genel Kurulda Yargıtay 3. CD’nin müzekkeresi okundu. Oysa kesinleşmesi ve okunması gereken karar İstanbul 13. ACM’nin kararı olmalıdır. Bu haliyle de 84. Maddede öngörülen ‘’bu husustaki kesin mahkeme kararı’’ şart tahakkuk etmemiştir.
3-Meclis Başkanlığı, Anayasanın 153. maddesindeki ‘’AYM kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar’’ hükmü ile 158. maddesindeki ‘’diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesinin kararı esas alınır’’ düzenlemesine rağmen, AYM’nin iki ihlal kararını göz ardı etmiş, keenlemyekün, yani yok hükmünde olan Yargıtay kararını baz alarak hukuka aykırı işlem yapmıştır.
SONUÇ İTİBARİYLE
Şerafettin Can Atalay’la ilgili dava sürecinde Anayasa başta olmak üzere Türk Ceza Kanunu, Ceza Usul Kanunu, 6216 Sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun gibi en temel yasalar ihlal edilmiştir. Bu ihlallerin siyasi bir davaya özgü olduğu, dolayısı ile genele teşmil edilmeyeceği söylenebilir. Bu doğrudur, ancak söz konusu ihlaller, istendiğinde ve gerek görüldüğünde hukukun askıya alınma potansiyelini ifşa etmektedir. Keyfilik bir kez yol bulmaya görsün, tez zamanda arkası sökün eder.