Ekopolitik Düşünce Merkezi’nin Kurucusu Tarık Çelenk “Seçimler ve beka tartışmaları derken çürüyenin sadece sistem değil mahallenin dindar eğitimli gençleri olduğunu fark edemeden yeni bir döneme girmekteyiz” uyarısında bulunuyor.
Talmud’da anlatılan bir hikâyeye göre 1Mabed’in M.S. 70 yılında yıkılmasından sonraki bir dönemde Yavne’de bir araya gelen Yahudi din bilginleri, yeni kullanılmaya başlayan bir tandırın dinî açıdan temiz olup olmadığını tartışırlar. Sanhedrin başkanı Rabban Gamliel başta olmak üzere bütün hahamlar bu tandırın temiz olmadığını iddia ederken, Rabbi Eliezer ben Hirkanus tandırın temiz olduğunu iddia eder. Rabbi Eliezer, birbiri ardınca pek çok argüman öne sürse de heyettekiler ikna olmazlar. Bunun üzerine Rabbi Eliezer, “Eğer Tanrı katında da hüküm bunun temiz olduğu yönündeyse, o zaman şu ağaç buna işaret etsin” der. O sırada ağaç bulunduğu yerden kökleriyle çıkarak hareket etmeye başlar. Fakat heyetteki hahamlar ağacın fıkhî bir meselede delil olamayacağını belirterek bu durumu ciddiye almazlar.
Rabbi Eliezer, bu sefer, “Eğer Tanrı katında da hüküm bunun temiz olduğu yönündeyse, o zaman şu nehir buna işaret etsin” der. Sözünü bitirir bitirmez yakınlarında bulunan nehir ters akmaya başlar. Fakat oradaki hahamlar fıkhî konularda bir nehrin delil olarak kabul edilemeyeceğini belirterek bu durumu da ciddiye almazlar. Rabbi Eliezer bu kez, “Eğer Tanrı katında da hüküm bunun temiz olduğu yönündeyse, o zaman şu duvar buna işaret etsin” der ve sözünü bitirir bitirmez duvar yıkılmaya başlar. Duvar yıkılırken heyetteki hahamlardan Rabbi Yeşu ben Hananya, insanların münazara meclislerine müdahele ettiğini söyleyerek duvarı azarlar ve duvar Rabbi Yeşu’ya hürmeten yıkılmayı durdurur. Fakat Rabbi Eliezer’e hürmeten, yıkılan parçalar da eski yerlerine dönmez. Rabbi Eliezer, iddiasını ispatlamak için başvurduğu tüm yolların reddedildiğini görünce, “Eğer Tanrı katında da hüküm bu tandırın temiz olduğu yönündeyse, o zaman gökler (Tanrı) buna işaret etsin” der. Bunun üzerine göklerden, “Niçin Rabbi Eliezer’in fetvasının aksine şeyler söylüyorsunuz, zira fıkhî hükümler, görüş beyan ettiği her konuda onun takdiri istikametindedir” şeklinde bir ses işitilir. Bunun üzerine Rabbi Yeşu, “Tevrat, göklerde değil ki göklerden işaret alalım” diyerek bunu da reddeder. “Tevrat, göklerde değil ki göklerden işaret alalım” ifadesi, Hz. Musa’nın vefatından önce İsrailoğulları’na yaptığı konuşmadan alınmıştır. Hz. Musa İsrailoğulları’na, “Bugün size ilettiğim bu buyruk ne tutamayacağınız kadar zor, ne de ulaşamayacağınız kadar uzaktır. O göklerde değil ki ‘Kim bizim için göğe çıkacak, kim yerine getirmemiz için onu alıp yayacak’ diyesiniz. Denizin öte-sinde değil ki ‘Kim bizim için denizin ötesine gidecek? Kim yerine getirmemiz için onu alıp yayacak’, diyesiniz” ifadeleriyle Tevrat’a uymalarını belirtmiştir. Tanrı, kendi rızasının Rabbi Eliezer’in hükmü noktasında olduğunu belirtmesine rağmen Rabbi Eliezer’in fetvasının haham meclisi tarafından kabul görmemesi üzerine, “Evlatlarım bana galebe çaldılar, evlatlarım bana galebe çaldılar” diyerek haham meclisinin kararını onaylamıştır.
Yukarıdaki örnek, Yahudi dinî literatüründe keşf, keramet, ilham, müşahede türü vasıtalarla dinî hükümler çıkarmanın kabul görmeyeceğine dair en meşhur örneklerden biridir. Öyle ki Tanrı’nın müdahalesi dahi haham meclisinin ortak kararını değiştirememektedir. Yahudi fakihler, Tevrat’tan hüküm istinbatının bir insan ameliyesi olduğuna, bu sebeple gizem ve metafizik yöntemlere kapı aralanmaması gerektiğine bu hadiseyi delil göstermektedirler.
Cübbeli Ahmet hoca ise seçimin kazanılmasına ilişkin sosyal medya paylaşımında, seçimin kazanılmasına ilişkin sadece diri mana büyüklerinden değil vefat etmiş büyüklerden de himmet talep edildiğini ve bu destek sayesinde seçimin kazanıldığından bahsediyordu.
Biz özellikle mahalle Müslümanlarında ise herhangi bir gönül ehli, tarikat şeyhi veya medrese aliminin metafizik aleme ilişkin gösterdiği keramet, pratikte Yahudi haham dünyası örneğine göre mahallemiz müntesiplerine daha bağlayıcılık arz etmekte. Öyle ki sadece letaifleri çalışabilen ancak eğitimi hiç olamayan Hoca Efendi, hissikablelvuku ile size hangi partiye oy vereceğinizi, kiminle evleneceğinizi veyahut hangi alanda yatırım yapabileceğinize dair bağlayıcı tavsiyelerde bulunabilmektedir. Bugün ülkemizde milyonlara varan müritleri ile cemaatler ve tarikatlarda bu anlamda irrasyonel siyasi ve ticari etki-çıkar sorunu mevcuttur.
İnsanlar huzur bulduğu bu grup ortamlarında günlük hayatın sorunlarından kaçabilecek metafizik gerçeklik alanlarının, fizik-rasyonel yaşadıkları gerçeklikle bağlayıcı bir özdeşimi kurmaktadırlar. Bu iki alanın sekülerize edilememesi tarikat ve cemaatlerin doğrudan siyaset ve ticaret çıkarlarına alet edilmesi anlamını da taşımaktadır. Siyaseten fanatikleştirilen cemaatler hayatın gerçekliğinden kopartılmakta, iki yönlü hıncın sebebini teşkil etmekteler. Bu durumun bir başka sonucu da rasyonel hayat içinde etik ve vicdan değerleri olan eğitimli aydın genç kuşak ve orta sınıfın, tarikatlardan ve kurumsal dinden soğumasına neden olmaktadır. Şeyhin sezgi yoluyla metafizik alandan aldığı haberlerin fizik gerçekliği tamamen bağlaması varsayımının bağlı insanların iradesini elinden aldığı ve fanatizme yol açtığı açıktır. Bir başka durum da bu çelişkiyi gören insanların ise metafizik alanı yok saymaları ve dogmatik bir materyalizme bağlı kalmaları sorununa yol açmaktadır.
İslam’ın altın aydınlanma çağında Endülüs-Bağdat-Semerkant’ta Varlık-Hiçlik tartışmalarına Metafizik-Fizik ayaklı birbirlerini inkâr etmeyen modellemeler veya bilgi mimarileri(epistemoloji) oluşturulmuştu. Bu anlamda İskenderiye-Mısır, Helen ve İran’dan oldukça yararlanılmıştı. Platon ve Aristo şerhleri temel referans noktalarını oluşturmaktaydı. İbni Sina, Farabi, İbni Rüşt o dönemlerde bugünler için de Fazıl Rahman ve Cabiri ilişkin önemli modellemeler yapabilmişlerdi. Bu sayede metafizik-fizik varlık ve yetki alanlarının bilgi mimarisi oluşturulmuştu. Bu konuda Rönesans filozofları da İslam filozoflarından etkilenmişlerdi.2Daha geçen gün muhafazakâr köklü bir vakıf geleneğinden yetişmiş bir entelektüelle konuşuyordum. Kendisi dönem arkadaşları için oldukça kötümserdi. Öncelikle sistemin çarklarına dahil olan arkadaşlarının yolsuzluk ve zenginlik hikayelerinin çokluğundan üzüntü ile bahsediyordu. Sadece manevi kapalı iklimde ezber ve taklitte dayalı felsefesiz ve sorgulamasız bir ortamda yetişmenin, bu gözlemler sadece sonuçlardan biriydi. Bu duruma rağmen muhafazakâr burjuvazi ve siyaset, bu tür vakıfları kendi itaatkâr bir insan kaynağı görme beklentisini de kararlılıkla sürdürmekteydi.
Seçimler ve beka tartışmaları derken çürüyenin sadece sistem değil mahallenin dindar eğitimli gençleri olduğunu fark edemeden yeni bir döneme girmekteyiz. Dinin siyasette kitleler üzerinde rahat kullanılabilmesi veya tarikat yöneticilerin aktif siyasi tavır sergilemeleri, kendilerinde var sayılan manevi gücün dünya işlerinde de belirleyici olduğu varsayımına dayandırılmakta.
Bu durum ise çürümeye 19-20. Yüzyıldakine göre bugün için çok daha derin bir boyut kazandırmakta.
Dibi bulduk bundan sonra çıkarız veya bundaki şerden ileride önümüze bir hayır tekrar çıkar umudunu taşımaktan öte de bizlere bir yol gözükmemekte.