Maltepe Üniversitesi İletişim Bilimleri bölümünde doktora çalışmalarını sürdüren Mehmet Utku Şentürk, Konstantin Mihayloviç Simonov’un ölümsüz şiirini dikkat çekici anekdotlar eşliğinde hatırlatıyor.
Konstantin Mihayloviç Simonov, 28 Kasım 1915’de Petrograd’da dünyaya gelir. Babası Kızıl Ordu’da subaydır. Annesi ise soyu Çar ailesinin prenseslerine uzanan köklü bir ailenin kızıdır. Simonov’un eğitim hayatı ilk başlarda çok da mükemmel geçmez. Babasının asker oluşu nedeniyle temel eğitimini hep taşra okullarında alır. Üniversiteye makine mühendisliği alanında başlar ve bir yandan da torna atölyesinde çalışır. 1930’lu yıllarda Orlando Figes’in deyimiyle “proleter yazar” olarak kendini baştan yaratır ve Gorki Edebiyat Enstitüsü’ne kaydını yaptırır. Bir süre her iki okula da devam eder ama sonra mankene mühendisliğinden vazgeçer. 1939’da Gorki Edebiyat Enstitüsü’nü bitirir. Yevgeniya Laskina’yla evlenir ve aynı sene Komünist Partisi’ne girer. Bir oğulları olur ancak Yevgeniya Laskina’yla olan evliliği pek de uzun sürmez. Evlilikleri esnasında tanıştığı güzel sanatçı Valentina Serova’ya âşık olur. Bu nedenle de karısını ve oğlunu terk edip Valentina’nın yanına gider. Beraber geçirdikleri zaman pek de uzun değildir.
1938’de ilk eseri olan ilk şiir kitabı yayımlanır: Gerçek İnsanlar. 1939’da patlak veren II. Dünya Savaşı onu biricik Valentina’sından ayırır. Savaş sırasında Kızıl Ordu’nun gazetesi olan Kızıl Yıldız’da savaş muhabirliği yapar, yarbay rütbesinde bir erdir ve üyesi olduğu komünist partinin komiserliğini de yapar. Bu yıl içerisinde ikinci şiir kitabı olan “Yol Şiirleri” yayımlanır.
1940’da ilk oyunu olan “Albayın Aşkı” yayımlanır. 1941 yılında onu asıl üne kavuşturan olay yaşanır. Savaşın en ateşli olduğu dönemde birden Valentina’yla konuşmak isteği dolar içine ama o anda yapabileceği tek şey ona yazmaktır. Bu yüzden ona şiir şeklinde bir mektup yazar. Yazdığı mektubu izne giden bir arkadaşıyla çalıştığı gazeteye gönderir ancak cepheye gazete gelemediği için şiirinden haberi olmaz. Üstelik o arkadaşını da bir daha göremez. Mektup, arkadaşı tarafından en kısa zaman içinde yetiştirilmiş ve çok beğenildiği içi n ilk baskıya verilmiştir. “Zhdi Meny”- “Bekle Beni” adlı şiir, gazete yayıldıkça özellikle askerler ve asker yakınları tarafından beğenilir, dilden dile dolaşır. Askere giden delikanlılar o şiir aracılığıyla mesaj iletir sevgililerine:
Bekle Beni...
bekle beni, döneceğim
bütün gücünle bekle.
bekle, sarı yağmurlar
hüzün getirdiğinde.
bekle karda, tipide
bekle, bunaltırken sıcak
bekle, kimseler beklemezken
geçmişi unutarak…
Simonov’un şiirinden de, yarattığı Bekle Beni Efsanesi’nden de haberi yoktur. Oysaki şiir öyle bir hal almıştır ki ölen askerlerin ceplerinden gazeteden kesilmiş halleri, sevgililerinin el yazısıyla yazılmış halleri bulunur. Simonov’un kendi şiiriyle rastlaşması ise oldukça trajiktir. Bir askerin bir şarkı mırıldandığını duyar. Şarkının sözlerine kulak kesilir ve tanıdık gelir. Askerin yanına gidip de bu şarkının kime ait olduğunu sorana kadar ise aklından bir sürü şey geçer. En basiti şiiri çalınmış olabilir.
“Herkesin dilinde, yoldaş... Bütün Rus ordusunun ezberinde bu şiir. Sen daha duymadın mı bu şiiri?” der asker ona. Simonov da şiiri kendi yazdığını söyler ama inanmazlar ona. Bekle Beni, kutsal metinlerden sonra Rusya’da en çok okunan ikinci eser ve Rus Edebiyatının en önemli üç şiirinden biri olur.
Seneler sonra bu şiiri nasıl yazdığı sorulur ona. Simonov ise oldukça basit bir cevap verir: “Çıldırmak üzere olduğumu anladım ve bunu önleyebilmenin tek yolu Valentina ile konuşmak, ona aşkımı anlatmak ve mutlaka geri döneceğimi söylemekti.”
Savaşın ateşli kısmının sona ermesinden sonra Valentina’ya kavuşur Simonov. Hala aynı âşık şairdir. Oysa Valentina için aynı şeyler pek de söylenemez. Evet, Valentina hala Simonov’a aşıktır. Beklemiştir onu. Sözünü tutmuştur ama hayatı değişmiştir. Küçük oyunculuk denemeleri git gide hızlanmış ve ülke çapında tanınan ve her erkeğin rüyalarını süsleyen bir aktris haline gelmiştir. Simonov ilk başlarda buna katlanmaya çalışmışsa da ilişkileri çok kolay yürümeyecektir.
1945’te II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle biraz daha rahatlar. Savaş sırasında karşılaştıklarıyla ilgili anılarını yazmaya başlar. Dönemin en önemli edebiyat dergilerinden biri olan Novi Mir’in yayın yönetmenliğine getirilir. Novi Mir’in yayın yönetmenliği sırasında ayrıca eserler vermeye devam eder.
1957 senesinde hayatının en zor kararını vermek zorunda kalır Simonov. Askerden geldiğinden beri Valentina’yı üzmemek, kaybetmemek için çok çabalar. Ondan ayrılmak asla aklında yoktur ama daha fazla da Valentina’nın şöhretine katlanacak hali kalmamıştır. Karlı bir Moskova sabahında hiçbir şey olmamış gibi evden ayrılır ve bir daha da Valentina’yı görmez. Bekle Beni dediği Valentina’sından onu daha fazla üzmemek adına ayrılmayı göze alır. Valentina 1975’te hayata gözlerini yumar. Simonov cenazeye bile gitmez. Ancak cenazeden bir gün sonra Valentina’nın mezarında beyaz bir elbiseye sarılmış mavi renkli bir menekşe bulunur. Bu menekşenin üzerinde ise “Zhdi meny...” yazar. Yani “Bekle beni...” Simonov’a bu durum sorulduğunda gülümsemekle yetinir şair. Ama ondan başkası da yapamaz bunu. Çünkü o, menekşe gözlü Valentina’yı ilk gördüğünde üzerinde beyaz bir elbise vardır ve Bekle Beni onların aşkının en büyük kanıtıdır. Bellidir ki Simonov bu dünyada mutlu olamadık ama beni biraz daha bekle Valentina, orada mutlu olacağız mesajı vermiştir büyük aşkına.
Simonov, 1958’de Novi Mir’in yayın yönetmenliğinden ayrılır. Sovyet Yazarlar Birliği ile çalışmalarıma devam eder. 1959’da Yaşayanlar ve Ölüler adlı romanını, 1962’de “Dördüncü” adlı oyununu, 1964’te “İnsan Asker Doğmaz” adlı romanını ve 1973’te “Savaşsız Yirmi Gün” adlı eserini yayımlar.
“Savaşsız Yirmi Gün” adlı eseri “Bekle Beni” şiiri gibi diğer eserlerinin arasından ayrılır. Bu eserinde savaşı, savaşmayı iliklerine kadar hissederek yazar. Bizzat kendi başından geçen olayları, duyguları aktarır başkahramanın üzerinden. Ve özellikle savaşla ilgili yaptığı tanım hafızalara kazınır.
1975’te Sovyet Yazarlar Birliği’nin sekreterliğini yaparken ilk defa Türkiye’ye gelir. Onu burada karşılayan komitenin başında Aziz Nesin vardır. Bu ilk ziyaretin ardından iki defa daha gelir. Bu ziyaretleri sırasında Oğuz Atay’ın büyük eseri Tutunamayanlar’ın değerini anlayıp onu baskıya hazırlayan değerli sanat eleştirmeni ve yayıncı Hayati Asılyazıcı’nın evinde konuk olur. Her iki gecenin de dost meclisi hayli kalabalıktır. Cengiz Aytmatov, Fazıl Hüsnü Dağlarca, İlhan Selçuk ve Çetin Altan sadece birkaçıdır.
Türkiye’ye son ziyaretini yaptıktan sonra Moskova’ya döner şair. İşini yapmaya devam eder. Bir yandan çalışır bir yandan da anılarını kaleme alır. 28 Ağustos 1979’da hayata gözlerini yumar Simonov ve onu bekleyen Valentina’sının yanına gider.
BEKLE BENİ KÜÇÜĞÜM...
Bekle Beni, dünyanın en meşhur savaş şiirlerinden biri olarak tüm dünyaya yayılır. Şiir bestelenir farklı farklı müzisyenler tarafından. Baleye uyarlanır. Sinemaya aktarılır. Türkiye’de de Cem Karaca fark eder ilk defa. O dönemde Almanya’da sürgündedir. 1982’de Almanya’da çıkan ikinci albümüne bu şiirden bestelediği şarkısının adını verir: Bekle Beni... Ve daha sonra da farklı bir çeviriyi ele alarak Ezgi’nin Günlüğü, Hüsnü Arkan’ın muhteşem sesiyle sunar dinleyicisine Bekle Beni’yi...
Ayrıca şair Ahmet Telli’de Simonov’un “Bekle Beni” şiirinden ilhamla, 12 Eylül zindanlarında aynı adla bir şiir yazarak sevgilisine seslenir:
Bekle beni küçüğüm
umudu karartmadan
sevinci yitirmeden bekle
döneceğim bir gün elbet
bekle beni
***
Mapusane türküleri
hüzünlüyse de biraz
yüreğin burkulmasın
için sızlamasın sakın
ve bekle beni küçüğüm
80’lerin önemli protest müzik grupları arasında yer alan Çağdaş Türkü’nün kurucularından Eftal Küçük Ahmet Telli’nin şiirini besteler. Grubun 1986’da yayınlanan albümüne de bu bestenin ismi verilir. Bekle Beni’nin, Simonov ve Valentina’nın aşkının, şiirin hikâyesinin belki de bu denli bir efsaneye dönüşmesinin en büyük sebebi her ülkede benzer acıların yaşandığı dönemler olması sanırız. Savaşlar, askeri darbeler, mahpusluklar, sürgünler… Sürekli o basit iki kelime çıkıyor insanın ağzından: Bekle Beni...