Okan Üniversitesi Öğretim Görevlisi Avukat Cem Murat Sofuoğlu, Varlık Vergisi Kanunu için ‘80 yıl geçmiş olmasına rağmen gayrimüslim azınlıkların hafızasında bir travma olarak tazeliğini koruyor’ değerlendirmesinde bulunuyor.
11 Kasım 1942, 4305 Sayılı Varlık Vergisi Kanunu’nun TBMM’de oturuma katılan 350 milletvekilinin oybirliğiyle kabul edildiği tarihtir. Aralarında Celal Bayar, Reşat Nuri Güntekin, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın da bulunduğu 76 milletvekili oylamaya katılmamıştı. Oylamaya katılmayanlar arasında, o sırada milletvekili olan biri Rum, diğeri Yahudi iki gayrimüslim de vardı. Kazım Karabekir’in de bu yasaya karşı çıktığını belirtmeliyiz.
Dönemin İstanbul Defterdarı ve enflasyonu düşürmek amacıyla piyasadan para çekmek ve devlete kaynak sağlamaya yönelik olarak çıkarılan yasanın uygulayıcılarından Faik Ökte’nin “Varlık Vergisi Faciası” ismiyle yayınlanan anılarında dediği üzere “Cumhuriyet mali tarihinin yüz kızartan bir sahifesi olan…doğuran sebepler arasında ırkçılığın da yer aldığı Varlık Vergisi” nin çıkarıldığı döneme ve Varlık Vergisi Kanunu’na (VVK) bir bakalım.
Avrupa’nın neredeyse tamamını ele geçirmiş olan Nazi Almanya’sı 1941 yılının yaz başında sınırlarımıza dayanmıştı. İşgal altındaki Yunanistan ile Bulgaristan’da Alman birlikleri bulunuyordu. 18 Haziran 1941’de Almanya ile Türkiye arasında Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması imzalanmış ve 22 Haziran 1941’de Almanya Barbarossa Harekâtı ile Sovyetler Birliği’ni işgale başlamıştı. 1941 ile 1942 yılının sonuna kadar Kuzey Afrika ve Rusya’da büyük zaferler kazanan Almanya, Türkiye’de de kendisine basında ve bazıları devlet kademesinde yer alan sempatizanlar bulmuştu. Hitler’in iktidara geldiği 30 Ocak 1933 tarihinin hemen ardından, 1934 Haziran ayında evleri işaretlenerek ırkçı söylemlerle Trakya illerinden zorla göç ettirilen Yahudilerin ardından, Milli Müdafaa Vekaletinin (Milli Savunma Bakanlığı) 18.4.1941 tarih ve 33186 sayılı teklifi ile 22.4.1941 tarihinde hükümetin aldığı gizli bir kararla, 1894-1913 yıllarında doğmuş, 12.000 kadar gayrimüslim, Nafia Vekaletinin (Bayındırlık Bakanlığı) emrine verilmek üzere askere alınacaktı. Bu karara göre, anılan yıllarda doğmuş gayrimüslim erkekler, askerliklerini daha önce yapmış olsalar dahi tekrar askere alınacak ancak kendilerine silah ve üniforma verilmeyecek ve yol yapımı gibi inşaat işlerinde çalıştırılacaklardı.
Gerek zaferden zafere koşan Almanya’ya duyulan sempati, gerekse Almanya’dan aktarılan büyük paralarla yerli basında antisemitizm yükselişteydi. Savaş dolayısıyla artan fiyatlardan ve birçok ürünün kıtlığından Yahudiler sorumlu tutulmaktaydı. Gerçi savaş sırasında ondan fazla ülkede varlık vergisi uygulaması yapılmıştı ama Almanya sempatizanı Bulgaristan’daki uygulamada, vergi sadece Yahudilerden alınmıştı. Bulgaristan’ın bu deneyiminin Türkiye’ye de örnek olması kuvvetle muhtemeldir.
VVK’nın uygulanması şöyle olmuştur: Maliye Bakanlığının defterdarlıklara gönderdiği genelgede, mükelleflerin malvarlıklarının tespit edilerek bir cetvelde toplanması talep edilmişti. Defterdarlıklar, kazanç sahiplerini 4 kategoride sınıflandırmıştı: Müslüman (M), Gayrimüslim (G), Dönme (D), Ecnebi (E).
Kanunun 6. Maddesine göre, tahakkuk edecek vergi miktarı kurulacak komisyonlar tarafından belirlenecekti. Komisyonlara illerde valiler, ilçelerde kaymakamlar başkanlık edecekti. Diğer üyeler ise “en büyük mal memurundan ve ticaret odaları ile belediyelerce kendi azaları arasından seçilecek ikişer azadan oluşacaktı.” Komisyon kararları nihai ve kesindi. Söz konusu kararlara karşı idari ve adli yargıda dava açılması mümkün değildi. Ellerinde veri ve bilgi bulunmayan ve azınlıklara karşı çoğu zaman önyargılı olan ve zamanla yarışan komisyonlar, vergiyi keyfi ve acımasızca tahakkuk ettirdiler. Kanun tahakkuk ettirilen verginin ödenmesi için 15 gün süre tanımıştı. Müslüman Türklere nispeten gayrimüslimlere tahakkuk ettirilen vergi oranı alabildiğince dengesiz ve adaletsizdi: Türk kökenlilere oranla, Yahudilerden %179, Rumlardan %156 ve Ermenilerden %232 daha fazla vergi talep edilmişti.
Mahalin en büyük mülki amiri gerek gördüğü takdirde, bu sürenin geçmesini bile beklemeden yükümlülerin menkul ve gayrimenkullerine, haklarına ihtiyati haciz kararı uygulanması kararını verme hakkına sahipti. Vergisini ödemeyenler, hükümetin çıkarmış olduğu 7 Ocak 1943 tarihli ve 19288 Sayılı Çalışma Mükellefiyeti Talimatnamesi ’ne göre zorunlu çalışmaya tabi tutulacaklar (Aşkale ve Sivrihisar’a gönderileceklerdi): polis tarafından gözaltına alınıp, çalışma kamplarına sevk edilecekler; sevk edilenlerin iaşe masrafları kendileri tarafından karşılanacak; hiçbir mükellef ikamet ettiği veya ticaret yaptığı vilayet dahilinde çalıştırılmayacak; mükellefler çalışmaları karşılığında 250 kuruş alacak, bunun 60 kuruşu yiyecek, yatacak, vs. giderleri için kesilecek, bakiye 190 kuruş ise varlık vergisi borcuna mahsup edilecekti.
Kadınların zorla çalıştırılması ise, Bakanlar Kurulu’nun bu konuda karar alması şartına bağlanmıştı. Bakanlar Kurulu bu kararı almadı, çünkü amaç vergisini ödemeyen kadın mükelleflere aba altından sopa göstermekti. Bu nedenle Aşkale’ye ve Sivrihisar’a hiçbir kadın gönderilmedi.
Vergiyi ödeme süresi, verilen ek sürenin ardından 20 Ocak 1943 akşamı dolmuştu. 21 Ocak 1943 günü, borçlarını ödemeyen mükelleflerin ev ve iş yerlerinde Tahsil-i Emval Kanunu (bugünkü Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun’a tekabül etmektedir) uyarınca haciz uygulanmaya başlanmıştı. Yasanın 14. Maddesine göre, borcunu ödemeyen mükelleflerin, gerek kendilerine ve gerekse karı veya kocalarına veya kendileri ile birlikte çocukları, anne-babası ile kardeşlerine ait gayrimenkul ve menkul mallar bu borcun teminatı olarak kabul ediliyor ve haczedilebiliyordu. Borçluların amca ve dayıları “bu kadar da olmaz” denilerek son anda yasadan çıkarılmıştı. Hukukun temeli olan “borcun şahsiliği ilkesi” ayaklar altına alınmış ve Locke’den beri süregelen mülkiyet hakkı ağır bir darbe yemişti. Totaliter ve otoriter rejimlerde görülebilecek bir hukuk dışılık söz konusuydu.
Yine yasa gereğince, borçlu mükellefler vergi borçlarını bedenen çalışarak ödeme amacıyla, önce polis marifetiyle gözaltına alınmışlar ve ardından 32 kişiden oluşan ilk kafile 27 Ocak 1943 günü trenle Aşkale’ye doğru yola çıkarılmıştı. İzmir’de ise 88 mükellef toplama merkezine getirilmiş ve bunlardan 7’si borcunu ödediği için çalışma kampı olarak seçilen Sivrihisar’a 81 kişi gönderilmişti. Aşkale ve Sivrihisar’a gönderilenler arasında bir tane bile Müslüman yoktu.
1943 yılı Şubat ve Eylül ayları arasında İstanbul’da toplanan tümü Gayrimüslim 1869 kişi Kadıköy Halk Eğitim Merkezi (eski Kadıköy Ceza Adliyesi’nin yanındaki yer) ve Sirkeci Demirkapı’daki toplama merkezlerine getirilmiş ve borçlarını ödemeyen 1229 kişi Aşkale’ye gönderilmişti. 636 kişi ise borçlarını ya sevk edilmeyi beklerken, ya da Aşkale’ye gönderildikten sonra ödemişti. Süre dolduğu gün, İstanbul’daki toplam 61673 vergi mükellefinden ancak 20000 kadarı borcunu ödeyebilmiş, 40000’i aşkın kişi ise ödeme yapamamıştı. Bu sayı Ankara’da 600, İzmir’de 1700 kişiydi. Bu olayla ilgili olarak, Başbakan Saraçoğlu şu konuşmayı yapmıştı: “Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçacak kimseler hakkında bu kanun bütün şiddeti ile tatbik edilecektir.” Başbakan sözünü tutmuş ve “misafir” saydığı Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarını taş kırmaya Aşkale ve Sivrihisar’a göndermişti. O dönem, Nazi Almanyası’nın işgali altında Avrupa’daki toplama kamplarından ilham alınarak düşünülmüş olduğu tahmin edilen, Aşkale toplama kampına giden trenlerde bir tane bile Müslüman yoktu. Bu nedenle Gayrimüslim azınlıklar, bu trenlerin o sırada söylentisini duydukları ölüm kamplarına giden trenler olduğunu düşünüyorlardı. Zaten hükümetin amacı da herhalde bu zannı uyandırarak tahsili hızlandırmaktı.
Stalingrad ve Kuzey Afrika’daki yenilgilerden sonra Almanya’nın savaşı kaybetmekte olduğu artık belirgin bir hale gelmiş olduğundan, o güne kadar pragmatik ve kazanandan yana bir politika izleyen hükümet, İngiltere ve ABD’nin VVK uygulamasını eleştirmesinden dolayı, dünyada savaş sonrası kurulacak yeni düzende benzer uygulamaların asla kabul görmeyeceğini öngördüğünden, 15 Mart 1944 tarihli ve 4530 Sayılı “Varlık Vergisi Bakayasının Terkinine Dair Kanun”u meclisten çıkararak hem kanunu ilga etti, hem de tahsil olunamayan vergileri sildi.
VVK, onu hazırlayıp uygulayanların bile benimseyip savunamadıkları ırkçı ve temel hukuk kurallarını tamamen yok sayan bir yasa olarak tarihe geçmiştir. Dönemin İstanbul Defterdarı Faik Ökte anılarında, yapılan uygulamaların adaletsizliği hakkında “artık cıvıtmıştık” ifadesini kullanmıştır. Yine o dönem Maliye Bakanlığı’nda Vasıtalı Vergiler Genel Müdürlüğü ve Maliye Müfettişliği yapan (12 Mart döneninde başbakanlık yapan) Ferit Melen kanun tasarısını gördüğünde “dehşete kapıldıkları”nı ifade etmiştir. Dönemin Başbakanı ve yasanın mimarı Şükrü Saraçoğlu, Cumhuriyet Halk Partisi’nin gizli toplantısında yine söz konusu yasanın hazırlayıcılarından Trabzon Milletvekili Ahmet Faik Barutçu’nun anılarından öğrendiğimize göre şunları söylemiştir: “Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsatla karşı karşıyayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldıracak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz.”
CHP’nin önde gelen isimlerinden olan ve o dönem milletvekili olarak parlamentoda görev yapan Hilmi Uran ise anılarında “kanunun tatbik şekli de o dönem hepimizin önünde cereyan etmiş olduğu için eser tamamen Halk Partisi’nindir ve eğer varsa, günahı da hepimizindir.” diyerek özeleştiride bulunmuştur. Vatan Gazetesi’nin sahibi ve yazarı Ahmet Emin Yalman’ın anılarından okuduğumuza göre: “Böyle bir kanunu maliye nasıl hoş gördü, Meclisten nasıl geçti, o sırada Milli Şef unvanı altında kaderimize ait mesuliyeti taşıyan İsmet İnönü buna nasıl “evet” diyebildi. Buna akıl erdirmek güçtür. Varlık Vergisi Kanunu hiçbir ölçü tanımıyordu. Belli ki Nazi usullerini taklit yoluyla azınlıkları ezmek… maksadıyla meydana getirilmişti.”
VVK uygulaması sonucunda gayrimüslimlere ait birçok gayrimenkuller, menkuller, fabrikalar satılmak suretiyle piyasa değerlerinin çok altında fiyatlarla yeni Müslüman Türklerin mülkiyetine geçecekti. VVK yeni Türk-Müslüman burjuvaziyi zenginleştirirken, Gayrimüslimleri de hükümete karşı yabancılaştıracaktı.
VVK’nın üzerinden 80 yıl geçmiş olmasına rağmen gayrimüslim azınlıkların hafızasında ve kamuoyunda halen, 6-7 Eylül olayları gibi bir travma olarak tazeliğini korumaktadır. CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “helalleşilecekler arasında” VVK ve 6-7 Eylül olayları kurbanlarını sayması, bu savı doğrulamaktadır. Kanımızca böyle bir olayın tekrarlanmaması için yapılması gereken, VVK uygulamasından dolayı gayrimüslim azınlıklardan özür dilenmesi ve mümkünse uğranılan zararların tazmin edilmesi olacaktır.