Evde Bayram Namazı

Secde harika bir şey. Edebilirsen tabii.

Kainatı, zerrelerinden, hücrelerinden, hücrelerin içindeki aklımızın almayacağı kadar küçük oluşlardan aklımızın alamayacağı kadar büyük alemlerine kadar mükemmel bir şekilde var eden, hiçbir boşluk bırakmayan muhteşem, muazzam kuvvetin önünde yüzünüzü yere koyuyorsunuz.

O’na saygınızın, O’na hayranlığınızın, O’na itaatinizin, O’na aczinizi ve şükranınızı ifade etmenin bir işareti olarak...

Başka hiçbir gücün karşısında eğilmemenizin bir işareti olarak.

Burası, bir insanın ulaşabileceği en yüksek mevki.

Yere doğru eğilirken, O’na doğru yükseliyorsunuz.

Var mı böyle bir secdemiz?

Ah! Olsaydı!

Olsaydı, başka bir şeyimiz olmasa da olurdu.

Belki de hayatın anlamı, o secdeye ulaşmaktır.

Geçen hafta, Diyanet İşleri eski Başkanı Mehmet Görmez’i dinlerken şöyle bir cümle yakaladım. İftarla ilgili.

Hani fecirden gün batımına kadar bırakıyorduk ya yemeyi içmeyi...

Bırakabiliyorsak, gıybeti de, insanlara eza etmeyi de, tekebbürü de, yalanı dolanı da... Yani, oruç olmasa bile uzak durmamız gereken kötü şeyleri de...

Niçin?

Oruç olsun diye.

Temiz bir oruç.

Allahu Teala’nın hoşnut olacağı bir oruç.

Sonra, iftar saati geliyor.

Gün batıyor.

O anda Allah’ın verdiği nimetlerle aranızdaki engel, yani suyu içemeyişiniz, yemeği tadamayışınız, ortadan kalkıyor. O anla ilgili.

Dedi ki Mehmet Bey, “İftar, insanın secde hali gibidir. Rabbimize en yakın olduğumuz hal.”

Bunu daha evvel işitmiş miydim?

Belki de işitmiştim.

Yaşamış mıydım?

Belki de...

Ama işittiğim saatte bana çok taze geldi bu cümle.

Sonra Bayram için de benzer bir şey söyledi.

Yani, artık oruç bitti.

Sabah kalktığınızda ağzınız kapalıydı Ramazan boyunca.

Bayram sabahı kalktınız, bayram namazına gittiniz.

Namazdan çıkarken güzel bir ikramla karşılaştınız.

Bu sabah o ikramı kabul edebilirsiniz.

Öyle olurdu evvelce, Süleymaniye’den, Sultanahmet’ten çıkarken, Süleymaniye’de çay ve simit, Sultanahmet’te çay ve börek. Getiren götüren sağ olsun.

Bir engel yok aranızda.

Doğru söylüyor Hoca, o da secdeye benziyor.

Bu sene olamadı öyle bir şey. Oğlumuzu veya torunumuzu yanımıza alıp gidemedik camilere.

Fakat başka bir şey oldu.

Bayrama birkaç gün kala bir dostum Mehmet Görmez Hoca’nın bir konuşmasının linkini göndermiş.

“Evde, ailenizle Bayram Namazı kılabilirsiniz” diyor Hoca.

Doğru yahu! Namaz namazdır, neden olmasın?

Arefeden haber verdim hane halkıma.

Gün doğumundan sonra kerahet vaktinin çıkmasını bekledik.

Eşim, oğullarım ve kızlarım ardımda saf tuttular.

Biz eni konu cemaat olacak kadar varız.

Toplam 7 kişiyiz, az değil yani.

Bayram Namazı’nın nasıl kılınacağını tarif ettim evvela.

Önce usulünce bir tarif.

Sonra, akılda daha kolay kaldığı için, köylü mollaların tarifi:

Durun, bunu hangi molladan işittiğimi söyleyeyim.

Balıkesir İmam-Hatip’ten sınıf arkadaşım Hafız Nurettin Atak.

Beş dakika önce duyduğu şeyi unutan hafızam bana elli yıllık hatıralarla sürpriz yapıyor!

“İki salla bi bağla, üç salla bi yat.”

Yani, birinci rekatın başındaki ve ikinci rekatın rükuundan önceki Bayram Namazlarına mahsus üçer tekbir.

Sonra, tekbirleriyle beraber eda ettik Bayram Namazını.

Muhtemelen eksik olmuştur. Nerede camideki o rengarenk bayram havası, o binlerce kişilik tekbirler, Türk’ü, Kürd’ü, Suriyelisi, Iraklısı, Afganlısı, Orta Asyalısı...

Ve nerede evdeki bizim mütevazı cemaatimiz.

Eksik olduysa bile güzel oldu.

İlk defa tecrübe ettik böyle bir şeyi.

Bir lezzet aldık beraberce.

Bu bayram da böyle geçti işte.

Geçen sene “Sultanahmet’te Bayram Namazı” diye bir yazı yazmıştım.

Bu sefer “Evde Bayram Namazı.”

Kısmetimizde bu da varmış.

Güzel bir hatıraydı ve bu sayede ben bugün de bu köşede güncel mevzulara girmekten kurtulmuş oldum.

YORUMLAR (25)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
25 Yorum