Başbakan Davutoğlu TRT'nin canlı yayınında gündeme ilişkin soruları cevapladı. Davutoğlu "Yasaklı bir Türkiye'yi savunan kim varsa AK Parti'de olmayacak. Yolsuzluklara müsamaha gösteren hiç kimse AK Parti'de olmayacak" dedi. Başbakan bürokrasiyi aşmak için 657 sayılı kanunun yeniden ele alınması gerektiğini söyledi.
7 Haziran'da gerekli mesajları aldık
Başbakan Davutoğlu, 7 Haziran'daki seçimin sonuçlarından AK Parti'nin gerekli mesajları aldığını, o gün yaptığı konuşmada "Biz sizin mesajınızı aldık, AK Parti'nin kendini yenilemeye ihtiyacı var. Bize verdiğiniz mesajla bilin ki bu parti yoluna kararlı bir şekilde devam edecek ama aynı zamanda yenilenme ve kendini gözden geçirmesi gereken hususlar varsa da gözden geçirecek" sözlerini dile getirdiğini anımsattı.
Milletin 7 Haziran seçimlerinde AK Parti'ye tek başına iktidar olma yetkisini vermediğini ama en büyük sorumluluğu vererek "Bu ülkeyi hükümetsiz bırakmama ve bu meseleyi çözme görevini yine sana veriyorum" dediğini ifade eden Başbakan Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Dedim ki o gün akşam, 'koalisyon görüşmeleri için kapım herkese hazır, herkesle konuşacağım, samimi şekilde hükümet kurmaya çalışacağım. Madem ki bu sorumluluğu bize yüklediniz, bu ülkeyi bir dakika dahi hükümetsiz bırakmayacağım' çünkü o sırada bazı kanaatler vardı. Bazı arkadaşlar haklı bir psikolojiyle 'madem ki bizim iktidar olmamız istenmedi, kenara çekilelim. 3 ay, 4 ay, 1 sene gösterelim AK Partisiz ülke nasıl olur, madem ki birileri illa AK Parti gitsin diye siyaset yapıyor, bırakalım ne yapacaklar' dedi. Bu siyaseten doğru olurdu ama ülke için doğru olmazdı. Bizimle diğerleri arasındaki fark bu. Benim ile Kılıçdaroğlu, Bahçeli, Demirtaş arasındaki fark bu. Ben Türkiye'ye bakarken yüreğim yanarak veya coşkuyla, aşkla 'bu ülkeye bir şey olmasın' diye titreyerek bakıyorum, onlar ise ağır bir ifade kullanmak istemem ama günü kurtarıp siyaset yapmaya çalışıyorlar kendileri için."
7 Haziran'da iktidar olmamış olmanın psikolojisi aşıldı
Başbakan Davutoğlu, 7 Haziran seçimleri sonrasında üzerlerine düşen ödevleri yaptıklarını, AK Parti'nin üzerindeki psikolojik baskıyı, bezginliği attıklarını ve miting meydanlarındaki coşkunun bunun göstergesi olduğunu dile getirerek "Her yerde AK Parti'nin kitlesi ve heyecanı var. 7 Haziran'da iktidar olmamış olmanın o psikolojisi aşıldı. AK Parti'nin kendisine çeki düzen vermesi için gerekeni yaptım mı? Yaptım, her türlü araştırmayı yaptık, her yerde yaptık" dedi.
Riskli bir karar olmasına rağmen seçimden önce kongreye gitme kararı aldığını, "Yenilenerek, tazelenerek ama ilk günkü aşkla aynı ilkeler etrafında yola devam ediyoruz" mesajı verdiklerini belirten Davutoğlu, parti kadrolarında bir takım yeni adımlar attıklarını, yeni genel başkan yardımcılıklarıyla "Siyasi Erdem" ve "Etik Kurulu" oluşturduklarını kaydetti.
Davutoğlu, millete her zaman "sakın ola bir güç zehirlenmesine yol açılmasın" ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, 14 Ağustos 2001 tarihinde AK Parti Genel Başkanı olarak yaptığı konuşmada söz ettiği "temel ilkelere dönme" mesajını ilettiklerini vurgulayarak, "AK Parti, 14 Ağustos 2001'de çıktığı ilkeler etrafında kendini yenileyecek. Nedir bu ilkeler? Ortak akıl, bir kişinin, üç kişinin, beş kişinin değil, AK Parti'nin ortak aklının harekete geçirildiği bir büyük siyasi hareket olma niteliğinin korunması. İstişare, ortak akıl, tevazu" diye konuştu.
3Y kuralı tavizsiz uygulanacak
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, AK Parti Genel Başkanlığı döneminde "3Y" olarak ifade ettiği, "yolsuzluklara, yoksulluğa ve yasaklara" savaş ilkesinden de taviz verilmediğini, verilmeyeceğini dile getiren Davutoğlu, "Yasaklı bir Türkiye'yi savunan kim varsa AK Parti'de olmayacak. Kim yaparsa yapsın yolsuzluklara müsamaha gösteren hiç kimse AK Parti'de olmayacak. Hepimiz bununla ortak mücadele edeceğiz. AK Parti'nin temel meselesi, yoksullukla mücadelece olacak. Elimizden geleni yaptık, yapmaya devam edeceğiz" değerlendirmesinde bulundu.
Davutoğlu, AK Parti'nin Diyarbakır, Malatya, İzmir, Antalya, Şanlıurfa, Adana, Samsun ve Trabzon gibi Türkiye'nin her bölgesinden şehirlerde mitingler düzenlediğine işaret ederek, "Öyle seçtik ki illeri her bir bölgeden var, temsil kabiliyeti yüksek. Bu, Sayın Bahçeli'nin yapacağı bir şey değil. Sayın Bahçeli, bu illerin önemli bir kısmında, Türkiye'nin en az üçte birinde mevcudiyeti olmayan bir partinin genel başkanı, varsa da tabela şeklinde. Kılıçdaroğlu aynı şekilde bir çok şehirde yüzde 1 ile 3-5 almış. Demirtaş'ı zaten saymıyorum, 'Türkiyeleşmek'ten bahsediyor ama Türkiye'nin çoğunda ziyaret yapabilecek popülariteye, inandırıcılığa sahip değil. Biz, her yerde siyaset yapıyoruz. AK Parti'nin Türkiye'nin en önemli sigortasıdır" ifadelerini kullandı.
Seçimlerin ardından koalisyon için samimi gayret sarf ettiklerini, çok zor şartlarda, son 30 yılın en zor kararlarını, "geçici hükümet" olarak kabul edilen bir hükümetle almak durumunda kaldıklarını anlatan Davutoğlu, "Siyasi risklerin en büyüğünü, 23 Temmuz günü üç terör örgütüne aynı anda yurtiçinde ve yurtdışında huzur ve demokrasi operasyonu yapma kararıyla aldık. Başbakanlık direktifiyle doğrudan Genelkurmayı, İçişleri Bakanlığını ve MİT Müsteşarı'nı görevlendirmeyle bu kararı aldık. Şimdi ahkam kesmek çok kolay, terörle mücadele bağlamında, Sayın Bahçeli için veya Demirtaş için tam tersi bir takım provokasyonlar yapmak kolay" dedi.
Devlet adamının tereddüdü ülkenin mahfına sebebiyet verir
Türkiye'nin 20 Temmuz ile 23 Temmuz arasında DAEŞ, DHKP-C ve PKK tarafından eş zamanlı saldırıya muhatap olduğunu hatırlatan Başbakan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Suruç, Ceylanpınar, Adıyaman, Diyarbakır saldırıları. Geçici hükümet olarak 'ben geçiciyim' diyebilirdim. Başbakan olarak nihai sorumluluk bende, bu terörle mücadele konusunda bir gün herhangi bir hukuki hesap sorma meselesi olursa sorumluluk bende. Silahlı Kuvvetlere talimatı ben verdim. Diyebilirdim ki 'bekleyeyim, 1 Kasım geçsin. O zaman tam 1 Kasım oluşmadı ama 'bir hükümet kurulsun, koalisyon hükümeti, onunla birlikte paylaşalım bu sorumluluğu ya da bekleyeyim seçim olacaksa neticeyi görelim'. Öyle demedik. Eğer orada tereddüt etseydik, bir devlet adamının en zor anda tereddüt etmesi bir ülkenin mahfına sebebiyet verir. Tereddüt etmedik, kararı aldık. 30 yıllık terörle mücadelede ilk defa tek bir terör örgütüyle mücadele başlamadı. Daha önce 80'li yıllarda, 90'lı yıllarda, 2000'li yıllarda, biz iktidarken de 2007 sonrası Dağlıca baskını, 2011 Silvan baskını sonrasında başlayan mücadeleler PKK'ya odaklı bir şeydi. Şimdi ise DEAŞ, PKK, DHKP-C ile aynı anda mücadele etmek zorunda kaldık."
Başbakan Davutoğlu, Türkiye'nin ilk defa sadece Irak'tan değil Suriye sınır boylarındaki belirsizlikten kaynaklı tehditle karşı karşıya kaldığına işaret ederek şu değerlendirmelerde bulundu:
"Biz çok ciddi bir meydan okumayla bu sınırları kontrol ettik. İlk defa bir seçim sonrasında mücadele başladı ama önümüzde bir seçim daha vardı, belirsizlik vardı. MHP'ye, CHP'ye, HDP'ye oy veren vatandaşlarıma sesleniyorum, Allah aşkına vicdanlarına sorsunlar o günden bugüne benim ağzımdan herhangi bir kesimi dışlayan, ötekileştiren bir söz çıktı mı? O günden bu güne terörle mücadele yaparken Kürt vatandaşımızı, Alevi vatandaşımızı, Sünni vatandaşımızı, bunları özellikle zikrediyorum çünkü Kürt vatandaşlarımızı istismar eden PKK, Alevi vatandaşlarımızı istismar eden DHKP-C, Sünni vatandaşlarımızı istismar eden DEAŞ var. Hiçbir vatandaşımızı rencide etmeden üçüne birden kararlı bir mücadele gösterdik. Yine herkes vicdanına sorsun, bir an dahi bu ülkede geçici bir hükümet var diye bir belirsizliğe izin verdik mi, bir an dahi bu ülkede bir yönetim boşluğunun oluşmasına izin verdik mi? Hayır."
Tüm bu yaşananların yanında 23 Ağustos 2015 tarihinden sonra bir de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçim kararı almasıyla Türkiye'yi seçime götürme misyonunu da üstlendiklerini anlatan Davutoğlu, "Hamdolsun bir çok olaya, provokasyona rağmen yarından sonra seçime gidiyoruz. Bu da bu hükümetin kararlılıkla sağladığı bir imkan. Ben 7 Haziran'dan bu yana yaptığımız her muhasebeye ve kim yaparsa yapsın eleştiriye hazırım ama bu ülkeyi yönetimsiz bırakmadık" ifadesini kullandı.
Risk aldık, terörle mücadele ve seçimi birlikte yürüttük
Terörle mücadeleye yönelik MHP ve CHP'nin ortak hareket etmeye yönelik olumlu yanıt vermediği belirtilerek, bu konuda bir uyuşmazlık, eksiklik, mücadele konseptinde bir eksiklik veya başka bir uyuşmazlığın olup olmadığı sorulması üzerine Davutoğlu, "Ben burada maalesef bir fırsatçılık görüyorum" diye konuştu.
Terörle mücadele iradesini gösterenlerle terörle mücadele üzerinden prim yapmak isteyenler arasında eskiden beri farklılaşmanın, rekabetin olduğunu bildiren Başbakan Davutoğlu, 7 Haziran seçimlerinin ardından yaşananların bunu açık şekilde ortaya koyduğunu söyledi.
Suruç ve Ankara'daki terör saldırılarının ardından çağrıda bulunduğunu, muhalefet partilerinin buna olumsuz yanıt verdiğini hatırlatan Davutoğlu, şöyle konuştu:
"Sayın Kılıçdaroğlu ile ikili olarak yaptığım görüşmede dedim ki 'MHP ile HDP'yi bir araya getirmek mümkün olmuyor. Bari gelin ikimiz bir açıklama yapalım. Türkiye'nin iki büyük partisi çok önemli bir temsil kabiliyeti var.' Bir metin hazırlamıştım, verdim. Dedi ki, 'Ben diğer partilerin olmadığı bir deklarasyonu uygun görmüyorum.' Tabi saygı duyarım ama saygı duymadığım husus şu, Kılıçdaroğlu'nun bu kararı kendi kararı fakat bu ülkede eşit sorumluluklara ve haklara sahip bireyler ve vatandaşlar olarak biz eğer terör gibi ülkenin geleceğini tehdit eden bir konuda dahi ortak bir metinde uzlaşamıyorsak, metinde uzlaşma da değil bakın daha metin tartışmasına girmeden, sadece deklarasyon yapma iradesinde uzlaşamıyorsak halkın önüne nasıl çıkar bu liderler? Ben şimdi çıkıyorum, neden? Çünkü ben bunların hepsini yapmaya hazırdım, yaptım. Deklarasyona gelmediler, beraber hükümet kuralım terörle mücadele ederken, gelmediler. Seçim hükümetine gelmediler."
MHP kolasyona girmek istedi, Bahçeli istemedi
Anayasa'da seçim hükümetine herkesin girmesi gerektiğinin belirtildiğini, buna rağmen muhalefet partilerinin 'Hayır, girmeyiz' dediğini ifade eden Başbakan Davutoğlu, şunları söyledi:
"MHP'nin seçim hükümetine girmemesinin tek sebebi var, şöyle hesap etti Sayın Bahçeli, MHP demeyeyim, MHP girmek istedi, Bahçeli istemedi. Kendisi de itiraf ediyor, şöyle düşündü, 'Biz girmezsek bunlar HDP ile aynı hükümette yer alırlar, biz de bunu ülkenin özellikle İç Anadolu ve değişik kesimlerinde, HDP'nin çok antipatik olduğu yerlerde, AK Parti ile HDP aynı kefede diye gösterip bir seçim malzemesi haline getiririz.' Fakat oyunları ayaklarına dolaştı çünkü sorumluluk sahibi MHP'li Milletvekili Sayın Türkeş, bu sorumluluğu kabul etti. Bu oyun orada ve daha sonra HDP'li bakanların da çekilmesiyle yine bozuldu. CHP şöyle hesap etti, 'Eğer seçime girerken niye ben sorumluluğu paylaşayım.' Halbuki paylaştıkları şey AK Parti'yi kurtaracak bir sorumluluk değil. Biz talep etmiyoruz ki sizden hükümet kurmayı, Anayasa talep ediyor. Bundan kaçındılar. HDP zaten iki bakan, bizim tercih ettiğimiz, geldiler bir ay sonra onlar da çekildi. Şunu göstermiş olduk, herkes de bunu görmüş oldu. Bunlar zor zamanda kalındığında bu milleti kaderiyle ve AK Parti ile baş başa bırakır. Şunu da yine herkes gördü, AK Parti zor zamanda kalındığında, hani Necip Fazıl üstadın söylediği gibi, 'Sağına soluna bakmadan ben buradayım, ben varım' diyecek bir neslin temsilcisi olduğunu ortaya koydu. Siyaseten çok riskli olmasına rağmen, büyük bir riski üstlenerek terörle mücadele ile erken seçim hükümetini aynı anda yürüttük. Ama gönlüm o kadar rahat ki bugün bunun hakkını verdiğimizi düşünüyorum ve milletimiz de bunu takdir edecek, bundan eminim."
MHP'nin bu anlamda teklif ettiği herhangi bir şey yok
Davutoğlu, bir partinin hükümete yönelik, 'Çözüm Süreci dediler örgütü güçlendirdiler', bir diğer partinin ise 'Çözüm Süreci dediler sonra onu rafa kaldırdılar, bizi kandırdılar' eleştirilerinde bulunduğu ifade edilerek, "Bunlarda haklılık payı var mı" denilmesi üzerine Davutoğlu, "Yok" karşılığını verdi.
Bu iki ifratın doğru yolda olduklarını gösterdiğini belirten Başbakan Davutoğlu, "Şimdi sormak lazım Sayın Bahçeli'ye, Milli Birlik Kardeşlik Projesi'ne, demokratikleşmeye karşı çıkıyorsun, çözümün ne?" ifadesini kullandı. "Kararlı mücadele diyor" denilmesi üzerine Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Kararlı mücadeleyi yürütüyoruz, gelmedi. Kararlı mücadeleden vazgeçtik mi? Şu anda yürütüyoruz. Hani olmaz ya, MHP iktidar oldu Türkiye'de, zor. Bu politikaları sebebiyle zor. Vatandaşlar arasında ayrım yapmaları sebebiyle zor. Acaba bu iktidar dönemlerinde Türkiye'de Kürt vatandaşlarımızın yoğun olduğu illere gidebilecek mi? Gittiğinde oradakilere ne söyleyecek, ne vaat edecek? Ben dün Diyarbakır'daydım. Etnik kimlikleri hiç önemli değil ama Torosların bir Türkmen çocuğu, bir Yörük ama Diyarbakır'da kendimi yabancı hissetmiyorum, Diyarbakır da beni yabancı görmüyor. Beni güzel zılgıtlarla karşılıyor ya da Şanlıurfa'da ya da Van'da. Şuradan baktığımda kimin Kürt, kimin Türk, kimin Zaza, kimin Arap olduğunu görmüyorum ki karşımdaki kitlede. Vatandaşımı görüyorum. O da beni bağrına basıyor. Çünkü biliyor ki Diyarbakır'ı ben Konya gibi aşkla seviyorum. Şimdi ne söyleyecek, ne diyecek? Vatandaşlık aidiyetini güçlendirmek için neyi teklif edecek? Sadece her gün sabah ant okutmakla vatandaşlık, bütün bu problemler çözülmüş olsaydı şu anda biz karşımızda devasa bir etnisite problemi Ortadoğu da karşı karşıya kalmazdı. İdeolojik formasyonlarla çözülmüyor bu iş gönülle, hizmetle çözülüyor. MHP'nin bu anlamda teklif ettiği herhangi bir şey yok."
Şimdi Demirtaş hesap versin bakalım...
Başbakan Davutoğlu, terörle kararlılıkla mücadele ettiklerine dikkati çekerek, "Daha ne yapılabilir? Silahlı Kuvvetlerin 7'nci, 8'inci, 9'uncu kolorduları, emniyet birimlerimiz, İçişleri Bakanlığımız net Başbakanlık direktifi, talimatı hem yazılı talimat, elinizi tutan hiçbir şey olmayacak. Madem ki bunlar Türkiye'ye savaş açmışlardır sonuna kadar gidilecek, hadlerini bildirip Türkiye'yi bu kaos ortamında huzurlu limana ulaştıracaksınız. Şimdi bütün tabi gizli şeyleri açıklayacak değilim ama Genelkurmay Başkanımız, bütün silahlı kuvvetlerimiz, polisimiz, jandarma burada hangi kararsız mücadeleden bahsediliyor" diye konuştu.
HDP'yi de eleştiren Başbakan Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Çözüm Süreci'ni rafa kaldırmışız. Bir defa biz mi kaldırdık? Ceylanpınar'da iki polisimizi gece ensesinden öldürerek şunu demek istediler o gün, emin olun sabah haber bana geldiğinde ilk sorduğum soru şu oldu: 'Burada bir provokasyon olabilir, yeni bir çatışma ortamı çıkabilir, tetkik edin ve emin olun ki bu bölücü terör örgütü tarafından yapılmış olsun.' 3-4 saat içinde hem telsiz konuşmaları önüme geldi bunların kendi aralarında, neredeyse bu alçakça saldırıyı yapanı tebrik eden konuşmalar hem de kamuoyuna açıkladılar. Şimdi Demirtaş hesap versin bakalım, o saldırıyı kim planladı, kim yaptı? Verdikleri mesaj açıktı, 'Biz Ceylanpınar'da kamu görevlisini böyle cezalandıracak güçteyiz, kamu düzeni artık yoktur.' Öyle mi? Biz o zaman Kandil'de de terör olmayacağını gösteririz onlara, kimse de bize 'rafa kaldırdın' filan diyemez. Nitekim ondan sonraki 3 gün içinde 458 hedefi vurduk. Şimdi burada kim bitirdi? 2013 Mayıs'ında çekilmesi gereken silahı unsurlar niye çekilmedi? Buradan da Kürt vatandaşlarıma sesleniyorum, 6-7 Ekim olaylarında sizin iş yerlerinizi, binalarını kim yıktı, kim yaktı? 2013 Mayıs'ından bu yana Çözüm Süreci ortamı içinde biz bütün iyi niyetli çabamızı gösterirken bazı iş adamlarını haraç için dağlara kim kaldırdı, Diyarbakır annelerinin çocuklarını kim götürdü? Biz bunları tek tek tespit ettikten ve artık bize meydan okuyan bir yapı, tutum olduğu için gereğini yaptık. MHP ve HDP'nin bakışlarındaki iki uç nokta bu. Biz öyle bir Türkiye özlemi içinde bu süreçleri yürütüyoruz ki her siyasi parti Türkiye'nin her yerinde rahatlıkla çalışabilsin, herkes özgürce fikirlerini üretebilsin, herkes özgürce konuşabilsin, kimseye bir sınır gelmesin, Meclis'te rekabet edelim ama hasım olmayalım."
HDP kendisinden başka parti istemiyor
HDP'nin "kendilerinin olduğu yerde başka hiçbir siyasi partiyi istemediğini" vurgulayan Davutoğlu, "Çok övdükleri Kobani'de, Haseke'de alternatif bir Kürt hareketine izin veriyorlar mı? Hayır. Çünkü bunlar Stalinist. Bunlar tamamen totaliter Stalinist bir ideolojinin peşindeler. Buna karşı Türkiye'de her yerde siyaset yapmayı teşvik eden tek parti AK Parti" diye konuştu.
"HDP'ye giden bazı oylar. Daha önce AK Parti'de olduğu ifade edilen. Muhafazakar, dindar kesim. Çok geniş bir kesim bunlarla ilgili bir ihmal edilmişlik var mı?" sorusu üzerine Davutoğlu, bunu etüt ettiklerini ancak bir ihmal edilmişlik kanaatinde olmadıklarını bildirdi.
Birkaç faktörün burada etkili olduğunun altını çizen Başbakan Davutoğlu, "Ancak öyle bir dönemden geçiyoruz ki etnik milliyetçilik her yerde tırmandırılıyor ve ortak paydada birleştiren unsurlardan daha çok ayrıştırıcı unsurları öne çıkan bir sosyopolitik atmosfer var, bütün bölgede hatta dünyada" değerlendirmesinde bulundu.
Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Bu etnik milliyetçilik dalgası ister Türkler, ister Kürtler, ister Araplar için olsun yıkıcı, bölücü, parçalayıcı bir dalga. Halbuki bizim çok geniş bir ortak kültür havzamız var. Maalesef son dönemde bir taraftan bölücü terör örgütünün bölgede estirmeye çalıştığı baskıcı hava, diğer taraftan Suriye'de, Irak'ta bölgede yaşananların getirdiği daha içe kapanmacı ve kimliğe sığınmacı hava. Üçüncü olarak da uluslararası çevrelerin de tahriki ile sanki AK Parti'yi durduracak tek unsur HDP'nin ve Kürt oylarının AK Parti karşıtlığında konumlandırılması diye yürütülen bir özel kampanya, bütün bunlar bir araya geldiğinde göreceli bir oy kaymasından bahsedebilirdik 7 Haziran için. Ama benim şimdi gördüğüm, Kürt seçmenin de kendi içinde bir değerlendirme yaptığı ve birçok yerde eminim 7 Haziran'dan daha farklı bir tablo ortaya çıkacak."
Bakanlar Kurulu üyelerine bakarken, "şu Kürt, şu Zaza, şu Arap kökenli, şu Türk" diye bakmadığını anlatan Davutoğlu, "Böyle baktığımda o an benim başbakanlığı bırakmam gerektiğini düşündüğüm andır. Nasıl ben Bakanlar Kurulu'nda bir tefrik yapamazsam, her biri benim kardeşim, dava arkadaşımsa aynı şekilde vatandaşlarımız arasında tefrik yapıcı bir siyaset dilini biz hiçbir zaman benimsemedik, benimsemiyoruz" diye konuştu.
Kürt seçmen, Alevi seçmen, Türk seçmen gibi bir siyaset dilini geliştirmeye hiçbir zaman tevessül etmediklerini aktaran Davutoğlu, kendisinin Konya'da ne söylüyorsa, Diyarbakır'da da aynı konuşmayı yaptığını dile getirdi.
Davutoğlu, şunları söyledi:
"Özü aynıdır, mesaj aynıdır. Memnuniyetle gördüğüm şudur ki alandan gelen sloganlar da neredeyse aynı. İşte aradaki fark bu. HDP'nin bu seçmene söylediği şey 'siz farklısınız.' 'Biz' derken bile kastettikleri etnik milliyetçilik temelinde bir 'biz.' MHP'de başka bir temelde yine aynı ayrıştırıcı bir 'biz' tanımını yapıyor. Biz ise o 'biz'in içine hepsini alıyoruz. Şimdi ben buradan ki arkamda Hazreti Mevlana'nın mübarek makamı var, bütün Türk, Kürt seçmenlerin hepsine sesleniyorum; gelin bu farklılıklara karşı birleştirici bir siyasetin, gönül açıcı bir dilin, gönülleri birleştiren bir üslubun öncüsü olalım. Gün bugündür. Eğer 5 sene önce, 10 sene önce birileri Suriye'de bu birleştirici dili kullanabilse bu acılar yaşanmazdı. Eğer 20 sene önce Irak'ta birileri birleştirici dili kullanabilse bu acılar yaşanmazdı. Ama bugün eğer Musul Arap şehri, Erbil Kürt şehri, Telafer Türkmen şehri, Bağdat, Necef Şii şehri diye bölünmüşse bunda o etnik milliyetçilik zihninin getirdiği unsurlar var. Biz 20 sene, 30 sene sonra dahi, 50 sene, 100 sene sonra dahi eğer Diyarbakır'ın Kürt olduğu kadar Türk, Konya'nın Türk olduğu kadar Kürt, bütün halkımızın şehri olduğunu ve ortak bir zeminde buluştuğumuz gerçeğinden hareket edersek, o günlerde de bu yaşanacaksa şimdiden hepimizin bu etnik kimliklerin getirdiği bölücü, parçalayıcı hususlardan uzaklaşmamız lazım bunun için 1 Kasım büyük bir şans."
1 Kasım'ın önemine dikkati çeken Davutoğlu, "1 Kasım'da eğer parçalayıcı kimlikler yerine bütünleştirici bir kimliği, ayrıştırıcı dil yerine, bütünleştirici bir dili, Hazreti Mevlana'nın dilini egemen kılarsak, eminim sadece önümüzdeki 4 yılı değil, sonraki belki onlarca yılı da kurtarmış olacağız. Ama eğer herkes kendi mahallesine sığınır, kendi mahallesinde kendi etnik ya da mezhebi cemaati ile bir araya gelmeyi tercih ederse işte o zaman geleceğimize en büyük dinamiti kendi ellerimizle koymuş oluruz" değerlendirmesini yaptı.
Herkes kendi mahallesinden çıksın kucaklaşalım'
"Herkes kendi mahallesinden çıksın kucaklaşalım" cümlesini sürekli olarak dile getirdiğini belirten Başbakan Davutoğlu, "ayrımcı dili yerle bir edelim" çağrısında bulundu.
Davutoğlu, 1 Kasım'da yeni siyaset dilinin bu olacağı ümidiyle bir seçime gittiklerini anlatarak, bunu da yapabilecek tek partinin AK Parti olduğunu vurguladı.
Alevi ve Kürt vatandaşların ortak hedef üzerinde bir katılım sorunlarının olup olmadığının sorulması üzerine de Davutoğlu, "Tabi her şey düzeldi, her şey çözüldü dememiz çok zor. İnsan olan her yerde çok güzel işler olduğu gibi hatalar da olur. Önemli olan ortak akıl, ortak kültür vasatında hataları minimize etmek. Siyasetin omurgasını, tahkir eden bir omurga olmaktan çıkarıp, kabul eden, aidiyet hisseden, muhabbet dili hisseden bir yere taşımak. Bütün mesele bu. Bu sorunların hepsini biz kendi irademizde aşarız. Eğer biz irademizde aşma birliği, beraberliği gösteremezsek başkalarının iradelerine mahkum olmaya başlarız ki ülkelerin halkların sonunu getiren de budur" açıklamasını yaptı.
AK Parti'nin vaatleri
1 Kasım'a yönelik AK Parti'nin vaatlerinin hatırlatılarak, muhalefet partilerinin "biz söyledik, köşeye sıkıştınız şimdi siz de bizi taklit edip vaatte bulunuyorsunuz" dediğinin hatırlatılması üzerine Davutoğlu, bunun doğru olmadığını söyledi.
AK Parti olarak açıkladığı vaatlerin önemli bir kısmını 7 Haziran öncesinde de söylediklerini bildiren Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Mesela doğum hediyeleri, şubat ayında açıkladığımız Ailenin Güçlendirilmesi ve Nüfus Dinamizminin Korunması Paketi'nde var. Ben bunu yanımda 6-7 bakanla açıklamıştım. Mesela, iş başı eğitimi üzerinden 6 aylık maaşın devlet tarafından ödenmesi, yine şubat ayında açıkladığım istihdam paketinde var. Birçok husus fakat bunun halka anlatımı esnasında bir eksiklik oldu bunu kabul ediyorum. Ama 7 Haziran'dan sonra ek hususlar getirdik. Bütün bu vaatlere baktık ve hani başta söyledim; 7 Haziran'dan sonra geniş anket çalışmaları yaptık, o anket çalışmalarında halkımızın bizden beklentilerinin ne olduğunu tekrar tekrar sorduk ve o beklentiler etrafında bu vaatleri daha da güçlendiren, özgün bir takım yeni vaatlerle besleyen bir paket açıkladık. Mesela buradaki özgünlük diyelim 6 aylık maaşı 1 yıla çıkardık. İş kuracak gençlere 50 bin lira vermek, sonra 100 bin lira faizsiz kredi vermek... Bu tamamıyla son dönem yaptığımız çalışmalarla ortaya çıkan özgün bir düşünceydi."
Vatandaş devlete olan güvenini gösterdi
Davutoğlu, 1 Kasım seçimlerinde vatandaşların seçim meydanlarına olan ilgisiyle ilgili, vatandaşın provokatif söylemlere kulak asmadığını, devletine duyduğu güveni gösterdiğini söyledi.
Meydanları dolduran vatandaşların AK Parti'ye va şahsına olan desteklerini sunduğunu ifade eden Davutoğlu, "Tehditler ve puslu havayı oluşturan art niyetli odaklara rağmen mertçe meydana çıkan ve pazar günü de kimseden korkmadan oyunu verecek vatandaşlara teşekkür ediyorum" diye konuştu.
Davutoğlu, "Seçim çalışmaları esnasında 'keşke koalisyon kursaydınız' şeklinde söylemler oluyor mu?" sorusunu şöyle cevapladı:
"Çok ilginç bir şey. 'Keşke koalisyon kursaydınız' diye bir tepki almadım. Almadım ama halk şunu da takdir ediyor. Birçok yerde bu söylendi. Bizim taban bir seçimi arzu ediyordu koalisyondansa. Ama aynı taban 'sizin 7 Haziran'dan sonra sergilemiş olduğunuz tutumla, iyi niyetle Türkiye'yi hükümetsiz bırakmama çabanızı takdir ediyoruz' dedi. Koalisyon istememekle birlikte o günlerde bizim koalisyon için üzerimize düşen vazifeyi yapmış olmamız halkta büyük bir memnuniyet doğurmuştur. AK Parti tek başına iktidar olma şansını yükseltmişse inşallah 2 Kasım'da tek başına iktidar imkanı olacaksa bunda 7 Haziran'dan bu yana sürdürdüğümüz seviyeli, ilkeli, kendimizden önce ülkeyi düşünen politikaların, yaklaşımların, üslubun çok büyük tesiri var. Bu her yerde takdirle ifade ediliyor. Burada AK Parti'nin diğerlerinden farkı, küçük fırsatçılık yapmaması, ülke meselesi söz konusu olduğunda memleket meselesi için elini taşın altına koyması."
HDP kendini teröre endeksledi
Davutoğlu, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin bu süreçte kitle önüne çıkacak takatinin kalmadığını, iyi niyetli kampanya yürütmediğini, 7 Haziran akşamından itibaren iktidardan kaçan bir görüntü sergilediğini dile getirdi.
Bahçeli'nin yıllardır terörle mücadele bağlamında talepte bulunduğunu, terörle mücadele eden bir hükümete katılmayı reddettiğini anlatan Davutoğlu, sözlerime şöyle devam etti:
"Anayasa zorunlu olarak katıl dediği halde onu reddetti. Sayın Kılıçdaroğlu'nun politikası, bunu biraz fark ettiği için baştaki blok siyasetinden bizim uzlaşma ve birlik siyasetine yakın bir şeye evrildi koalisyon esnasında. Kılıçdaroğlu'nun 7 Haziran'dan 15 Temmuz'a kadar üslubu blok siyasetiydi. Meclis başkanlığı seçimine kadar. AK Parti'yi dışlayan bir siyasetti. Sonra daha uzlaşmacı, daha bizimle oturup konuşan bir siyaseti tercih etti. Bu sefer anayasal hükümete, seçim hükümetine bakan vermeyi reddetti. Yani inişli çıkışlı. Bahçeli daha istikrarlı görünüyor. Aynı tutum ama hep negatifte, olumsuz tavırda bir süreklilik var. HDP kendini teröre endeksledi. Bütün bunları halk görüyor. Bizim koalisyon çabamızın bizden değil onlardan kaynaklanan sebeplerle olmadığını gördüğü için bu seçimde tavrını AK Parti lehine kullanacak vatandaş. Evet genelde bir erken seçim talebi vardı. Biz ona kulağımızı tıkamadık ama erken seçimde başarılı olmamızın asgari şartı iyi niyetli bir şekilde hükümet kurma çalışmasını yürütmüş olmamızdı. Halk bunu fark etti."
Çok net bir tablodan sonra balkon konuşması yapmak kolay
Davutoğlu, 7 Haziran seçimlerinin nasıl analiz edildiğiyle ilgili ise 7 Haziran akşamında AK Parti'ye oy vermemiş kitlelerin bile ''yarın ne olacak'' kaygısına düştüklerini söyledi.
On üç yıl sonra ilk defa ciddi bir belirsizliğin ortaya çıktığını, 8 Haziran günü herkesin 'acaba AK Parti nasıl tutum alacak ve ülkeyi kim idare edecek' sorusuyla muhatap olduğunu vurgulayan Davutoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu:
"6 Haziran günü 'HDP barajı aşacak mı?' sorusu vardı. 7 Haziran günü ise tablo ortaya çıkınca herkeste 'nereye gidiyoruz' sorusu akla geldi. Ben o zaman ilk yapmam gerekenin, AK Parti kadrolarının ve yönetici ekibin psikolojisini sağlam bir zemine oturtmak olduğuna karar verdim. Konya'daki evimde 'kendi kitlemi, partimi bir arada tutacağım, kimsede yenilgi psikolojisi olmayacak' diye düşündüm. Çünkü bir yenilgi değildi. Yüzde 41 ile en yakına yüzde 16 fark atmışız. İlk iktidara geldiğimizde yüzde 34,5 almışız. 'Ne pahasına olursa olsun partinin birliğini koruyacağım' dedim. Ben hiçbir zaman kendi nefsimi partimin birliğinin önüne almadım ve bunu korumaya çalıştım. İlk andaki psikoloji aşıldı. Ankara'ya geldiğimde bazı tecrübeli arkadaşlar 'acaba bugün balkon konuşması yapmasak mı' dediler. 'Hayır esas bugün yapacağız' dedim. Asıl bugün insanlar benim sesimde huzur, güven bulmak isterler. Halka güven vermek, 'ben senin iradene saygı duyuyorum ve bunun gereğini yapacağım' demek için balkon konuşması yapılır. Çok net bir tablodan sonra bir balkon konuşması yapmak kolay. Önemli olan tam da bugün balkon konuşması yapmak ve kırılan psikolojiyi inşa etmek lazım. Soğukkanlı şekilde ilk hedefim buydu. Birkaç gün sonra AK Parti üzerindeki o yenilgi havası dağıldı. Burada en çok ben o gün Ankara'ya indikten sonra balkon konuşması yaptığım esnada balkon önünde toplanan on binlerce Ankaralıya teşekkür ediyorum. Çünkü onlar hiçbir şekilde bu bezginlik psikolojisinin oluşmasına izin vermedi. Ben çıkarken o meydanı AK Parti bayraklarıyla donatmışlardı."
Davutoğlu, hayatının her aşamasında bir iş için gerekli ne varsa yerine getirip daha sonra "tevekkeltü alallah" dediğini belirterek, "Kaderi ancak o bilir, en iyisini de o bilir ve milletin takdiridir" ifadesini kullandı.
İktidar ihtimalleri yok, her şeyi söylüyorlar
Bütçe dengelerini ve mali disiplini bozmayacak bir hesap yaptıklarını ifade eden Davutoğlu, AK Parti'nin vaatlerinin toplamının 21 milyar Türk lirası olduğunu, bunun da Türkiye'nin GSMH'nın yüzde 1'ini oluşturduğunu aktardı. Davutoğlu, "Yüzde 1 de mali bütçeyi hiç sarsmayacak bir yüktür. Gelecek sene için bütçe disiplini bağlamında daha da iyi bir performans bekliyoruz. Hatta 2017'de bütçe açığının hiç olmadığı bir hedefimiz vardı, bunu 2016'ya çekebilecek durumdayız. Bu yeni yükü rahatlıkla telafi edecek noktadayız" diye konuştu.
CHP ve MHP'nin açıkladığı kalemlerin toplamının 150 milyar Türk lirası civarında olduğuna işaret eden Davutoğlu, CHP ve MHP'nin kaynağı tüketen ve geri dönüşü olmayan vaatlerde bulunduğunu, AK Parti'nin vaatlerinin ise yapıcı olduğunu dile getirdi.
Türkiye'nin Ortadoğu'daki etkinliğinden rahatsızlar
Davutoğlu, "Batı ve dünya medyasının önemli kuruluşlarına baktığımızda Türkiye'nin seçim gündemiyle ilgili ve genel süreciyle ilgili ağır eleştirilerin olduğu bir dönemdeyiz. Antidemokratik uygulamalardan, gazetecilerin sırf gazetecilik faaliyetleri nedeniyle içeride oluşundan tutun da bu tartışmalar bitmek bilmiyor. Siz nasıl bakıyorsunuz? Neden Batı medyasına böyle yansıyor?" sorusunu yanıtlarken uluslararası medyada Türkiye'ye dönük bir algı sapması olduğunu belirtti.
Türkiye'nin geçtiği zor süreçleri Batılı bir gazetecinin anlamasının çok zor olduğuna işaret eden Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Paralel yapı diye bir şeyi bir Batılı gazetecinin anlaması çok zor demokratik bir ülkedeyse ama onun bedelini bu halk ödedi. Devlet sırlarının ifşa edilmesinden doğan stratejik riskleri biz gördük, görüyoruz ama Snowden olayı ve benzer olaylarda Batının hissettiğinde, nasıl Batıda bazı gazetelere operasyon yapıldığını herkes biliyor. Gurdian'da ve birçok yerde bu istihbari şeyler konusunda biliyorsunuz geçmişte operasyonlar yapıldı. Buralarda bizim anlatım eksikliği olabilir ama bunun ötesinde çok yaygın bir şekilde Türkiye'nin demokratik istikrarını sürdürmesinden rahatsız olan çevrelerin işbirliği var. Bütün Batı başkentlerinde neredeyse, önemli başkentlerde paralel yapı faaliyetinde bulunanların medyayı etkilemek için nasıl bir lobi çalışması yaptıklarını, biz vaktinde bunların Türkiye lehine lobi yapacaklarını düşünürken şimdi Türkiye aleyhine nasıl bir kampanya yürüttüğünü biliyoruz.
Aynı şekilde neredeyse yeminli Türkiye düşmanları şeklinde eskiden beri bize karşı olan lobiler var. Bunların bir kısmı Davos sonrası İsrail yanlısı lobilerdir, bir kısmı Ermeni lobilerdir, bir kısmı onların tesiri altındaki kaynaklardır. Zaten genelde Türkiye'den rahatsız olan kesimlerin mevcudiyeti vardı, daha özelde AK Parti'den rahatsız olan kesimlerin ve AK Parti'nin Türkiye'de başarı hikayesi oluşturmasının Ortadoğu'da yaptığı etkiden rahatsız olan kesimlerin yaptığı bir işbirliği var. Bir anda karşımızda çok geniş bir koalisyon ile karşı karşıya kaldığımızı ifade etmek zorundayım. Buna karşı biz, tedbir alıyoruz, elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz ama yapacak daha çok şey var."
Davos'a kadar giden kuyruk acısı olanlar var
Bazı yabancı yayın organlarının Avrupa'daki ülkelerin iç siyasetine saygı duyduğunu ama Türkiye söz konusu olduğunda açık bir taraf olarak AK Parti'ye karşı saf tutulmasını isteyen yazılar yayınladığını aktaran Davutoğlu, şu değerlendirmeleri yaptı:
"Bu içerideki gelişmeler ile dışarıdaki gelişmeler bir araya getirildiğinde bir kamuoyu algısı oluşuyor. Bunda ta Davos'a kadar giden kuyruk acısı olanlar var. Bunda Gezi olayları esnasında Mısır'da aynı anda darbeyi başarıp Türkiye'de başaramayan kesimlerin öfkeleri var. Bunda Türkiye içinde seçime hiç girmeden, seçim gibi bir hesap verme sürecinden geçmeden, bizim gibi ayağına çarığı giyip Anadolu topraklarını dolaşmadan, ülkeyi yönetmek için yargı, emniyet ve bürokrasi üzerinde örgütlenip ülkeyi kendileri yönetmek isteyen bir paralel yapının etkisi var. Bunda onlarla birlikte çalışan ve son terör operasyonları da dahil olmak üzere Türkiye'nin tam kaosa sürükleneceği esnada tekrar toparlanmasından rahatsız olan bölücü terör örgütünün irtibatlarının etkileri var. Bütün bunları bir havuza toplayın, işte oradan böyle bir kampanya çıkıyor. Eksikler varsa, eleştirecek hususlar varsa gelin bunu tartışalım, konuşalım ama bunu bir kampanyaya dönüştürecek bir faaliyet içine girmek kimsenin şeyi değil."
Türkiye'de gazetecilik suçu sebebiyle tutuklanan kimse olmadığına dikkati çeken Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Ama şu da değil, 'eğer vatandaş Ali Bey, gazeteci değilse bir suç işliyorsa tutuklanabilir ama aynı Ali Bey gazeteciyse tutuklanamaz' demek doğru değil. Bütün vatandaşlar hukuk önünde eşit. Türkiye'de geçmişte çok üst düzey komutanlar mahkeme önüne çıkarken hiç böyle bir kampanyaya tevessül etmediler, çıktılar, yargılandılar, hüküm giydiler, itiraz ettiler, aslında bu Türkiye'nin normalleşmesi anlamına geliyor. Hiçbirisi de bu anlamda Türkiye'yi karalama cihetine gitmediler. Bugün de itiraz edecek bir şey varsa yine hukuki süreç içinde itiraz edilir, gerekenin yapılmasına özen gösterilir ama Türkiye'nin hak etmediği bir konuma Türkiye'yi götürmek kimseye yarar getirmez."
Pensilvanya'ya giderlerdi çünkü...
Koza İpek Holding ve şirketlerine kayyum atanmasına ilişkin soruya Davutoğlu, paralel yapının bürokrasi üzerinden devleti kontrol etmeye ve bürokrasiye insan, finans kaynağı aktarmaya çalıştığını ifade etti.
Paralel yapının sivil toplum görünümü altında ama sivil toplumla hiç alakalı olmayacak şekilde emniyet ile yargı arasındaki bir işbirliği üzerinden fiilen devleti yönetmeye kalktığını anlatan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Allah aşkına şu soruyu şimdi samimiyetle soralım. Bundan 3-4 sene önce Türkiye'nin en seçkin iş adamları, Türkiye'nin en seçkin birtakım gazeteciler ve diğer unsurlar niye Pensilvanya'ya gitme ihtiyacı hissediyorlardı? Şimdi gitmiyor kimse? Niye o zaman giderlerdi? Çünkü biliyorlardı ki Pensilvanya üzerinden bürokrasideki bir örgütlenme devleti kontrol ediyor, eğer onu memnun etmezse kendisi zor durumda kalır. Şimdi böyle bir yapı ilanihaye sürdürülemezdi ve bu yapı kendisi deşifre olduktan sonra bunun bağlantıları da ortaya çıkıyor. Bu bağlantılar üzerinde yapılan hukuki süreçler bunlar. Şunu ifade edeyim, hiçbir şekilde bu son yapılan hukuki süreçlerde hükümetimizin herhangi bir dahli müdahalesi olmamıştır, seçim takvimiyle de bunun bir alakası yoktur. Hukuki süreç içinde yargı neyi karar verirse onun gereği yapılır. Buna itiraz edecek olanlar itiraz da etmeliler ama bunun arkasında farklı saikler aramanın anlamı yok. Bu bir hukuki süreçtir ve bu hukuki süreç, geçmişte benzer hukuki süreçlerin nasıl istismar edildiğini, aynı çevrelerin suçsuz insanlar üzerinde nasıl bir baskı oluşturduklarını da herkes bilir.
Yargıyı tam bağımsız yapacağız
Hiç merak etmesin herkes. İnşallah 1 Kasım'dan sonra 17 Nisan'da açıkladığımız yargı reform stratejisi paketi de dahil olmak üzere yargıyı tam bağımsız ve bu anlamda da herhangi bir etkiden azade olarak, bağımsız olması, tarafsız olması anlamına gelmiyor, geçmişte maalesef farklı cihetlere çekildi, çok köklü bir özgürlüklere dayalı bir anayasal reform ile bu anayasal reform içinde yargının reform edilmesini gerçekleştirdiğimiz zaman bütün bu tartışmaların üzerinde yeni bir ufka yürürüz. Ama yürüyen yargısal süreçleri yok sayarak ve eğer bir suçu şu meslek grubu işlemişse buna göz yumulması gerekir gibi bir anlayış da doğru değil."
657 sayılı kanun, tekrar ele alınması gerekir
Başbakan Ahmet Davutoğlu, memurları ilgilendiren 657 sayılı kanun ile ilgili tartışmalara da değindi. 675 sayılı kanunun Türkiye'de bürokrasiyi düzenleyen bir kanun olarak değerlendiren Davutoğlu, "Genel olarak personel rejimi bağlamında da Türkiye'de çalışma şevkinin artması ve çalışma performansının artması bağlamında da tekrar ele alınması gereken bir kanun" dedi.
Bir yandan insanların kendisinden iş talep ettiğini, bir yandan da Kayseri'de Organize Sanayi Bölgesi'nde 810 bin işçi açığı bulunduğunu anlatan Davutoğlu, insanların buralarda değil, 657 sayılı kanuna bağlı iş yani memur olmak istediklerini kaydetti.
İnsanların işe girdiği andan itibaren emekliliğine kadar hem devletin teminatı altında olmayı hem de çalışmasa bile maaşını almak istediğini ifade eden Davutoğlu, ama bir iş adamının çalışmadığını düşündüğü elemanının yerine başka biriyle çalışabildiğini belirtti.
Belli bir memurun ya da bürokrasinin belli birtakım hukuki teminatları altında olabileceğini ancak bu durumun performansları etkilememesi gerektiğine işaret eden Davutoğlu, şunları söyledi:
Çalışmayanı niye tutalım
"Devlet de şunu diyebilmek durumunda, 'Sen çalışmıyorsun ya da yanlış çalışıyorsun.' Bir kişi ne suç işlerse işlesin ki öyle bir noktadaki, mesela 2 Kasım'da biz yeni hükümeti inşallah kurduğumuzda, ben şunu desem, 'Başbakan olarak bir yıla aşkın gözlüyorum hepinizi, hesabı da ben veriyorum, siz vermiyorsunuz, yanlış iş olduğunda. O zaman ben şu bürokratları çok başarılı görüyorum, işlerine devam etsinler, şu bürokratları da başarısız görüyorum hani, bir müddet dinlenmeye alalım ya da farklı yerlerde görevlendirelim desem bütün o bürokratlar giderler Danıştay'a. Bu paralel yapının etkin olduğu dönemlerde herhangi bir memura görev değişikliği yapsanız Danıştay'dan anında karar aldırıp, geri geliyor. İşte şimdi burada benim görevim, hükümet olarak ehliyet ve liyakate dayalı bir şekilde memurlarımızı değerlendirmemiz ve kimseyi herhangi bir negatif ayrımcılığa tabi tutmamamız. Gerçekten de beni ilgilendirmez kim hangi görüştedir, hangi yapıya mensuptur. Paralel yapıyı kastetmiyorum, o bir suç odağı haline dönüşmüş, ola ki birisi şu sivil topluma daha yakındır, öbürü şu sivil topluma daha yakındır, beni tek ilgilendiren bu memur ister müsteşar olsun ister, ister 657, vazifesini yapıyor mu, bu işin ehli mi? Nasıl vatandaşlar arasında etnik ayrım yapmayı doğru görmeyiz, memurlar arasında da başka şeye bakmam ben. İşini yapması önemli."
Davutoğlu, ehil olmadığını düşündüğü bir memuru yerinden oynattıklarında geri döndüğünde ve yaptığı işten memurun değil, kendisinin sorumlu olduğunu, kendisinin hesap verdiğini kaydetti.
"Buradan kastettiğim şey son derece açık, bizim daha etkin daha ehil bir liyakate dayalı bir değerlendirme performans sistemini düşünmemiz lazım. 657'yi bu perspektiften de değerlendirebiliriz" diyen Davutoğlu, memurların büyük çoğunluğunun fedakarca bir şekilde görevlerini yaptığını, görevleri karşılığı maaşlarını hak ederek aldıklarını ifade ederek, polis ve askerleri örnek gösterdi.
Davutoğlu, memurların en etkin şekilde değerlendirilmesini, onların bu süreçlerde kendi kabiliyetlerini, becerilerini ortaya koyacak şekilde esnek çalışmalarını tesis etmek gerektiğini söyledi.
Herkes bize düşman anlayışını değiştirdik
Türkiye'nin dış politikadaki duruşu konusunda "Herkes Türkiye'ye düşman mı?" sorusuna Davutoğlu, "(Herkes bize düşman) diye bu kavramı biz kökünden değiştirdik ve Türkiye dünyada itibar kazanmışsa AK Parti iktidarları döneminde dünyaya açık ve peşinen kabul edilen 'düşman' algısını yok sayan tutumla kazandı. 2011 Arap Baharı'na kadar da bu anlamda son derece etkin ve belirleyici bir güce de ulaştık" diye konuştu.
2011 Arap Baharı ile gelen konjonktürde Türkiye'nin, var olan yönetimlerle kurduğu ilişkilerle özellikle Ortadoğu bölgesinde halklardan gelen taleplerin karşılanması arasında bir denge kurmaya çalıştığını aktaran Davutoğlu, 1999 yılında Ortadoğu'da otoriter rejimlerin sonuna gelmek durumunda oldukları, ya kendilerinin dönüşecekleri ya da bir şekilde tarihin onları dönüştürmek durumunda kalacağı yönünde bir öngörüde bulunduğunu söyledi.
Davutoğlu, Arap Baharı'nın Mısır'da ve Tunus'ta başlayan özgürlük çalışmalarıyla bir noktaya geldiğini dile getirerek, şu değerlendirmede bulundu:
"Bu, Türkiye tarafından kesin olarak desteklenmesi gereken bir süreç. Çünkü biz demokratik bir ülkeyiz ve biz otoriter rejimlere, diktatöryel rejimlere ve darbelere karşı Türkiye'de sesimizi yükseltmiş bir hareketiz. Burada bir gerilim doğdu, hala bu gerilimi yaşıyoruz. 2013 Mısır darbesine kadar bu dalga yükselmekte olduğu için de Türkiye'nin gücü de onunla birlikte hem artıyor hem de sorumlulukları artıyordu ama 2013 Mısır darbesinden sonra eski otoriter rejimlerin geri dönmeye çalıştığı, buna karşı da terör yapıların devreye girdiği yeni bir konjonktür doğdu. Bu aynı zamanda Türkiye'nin temsil ettiği Ortadoğu'da demokratik arayışların kıskaca alınması anlamına geliyordu. Bugün bunların zorluklarıyla uğraşıyoruz ama bu zorluklar geçer. Bir şekilde geçecek."
Başbakan Davutoğlu, kimsenin Ortadoğu'da halkların demokratik taleplerine karşı duramayacağını bildirdi.
Türkiye'nin dış politika eleştirilerinin yersiz olduğunu dile getiren Davutoğlu, "(Türkiye yalnız kaldı, Türkiye terk edildi, Türkiye bir rasyonel politika gücün üstünde davranıyor) diyenler tarihin uzun dönemli akışında Türkiye'nin doğru yerde olduğunu ve doğru yerde durduğunu teslim etmek durumunda kalacaklar" değerlendirmesinde bulundu.
Viyana'da gerçekleştirilen "Suriye" toplantısına da değinen Davutoğlu, Suriye bağlamında bugün yapılan toplantılarda Türkiye, Rusya, ABD ve Suudi Arabistan arasında başlayan sürecin genişlediğini belirtti.
Bu kapsamda bugün 13 ülkeli bir toplantının da yapıldığını anımsatan Davutoğlu, "Artık Suriye başta olmak üzere bu sorunların çözülmemesinin getirdiği maliyetleri tüm dünya gördüğü için Türkiye'nin temel çekirdeği oluşturduğu ülkelerle birlikte yeni bir momentum başlıyor. Eminim bu dönemde Türkiye'nin kaygılarını gözeten yeni süreçler yaşanacak. Türkiye, her halükarda bölgenin bir istikrar adası olarak çevre bölgelerinde olan her olaydan etkilenme ama aynı zamanda etkileme kabiliyetine sahip bir ülke olarak tarihi ağırlığını her zamankinden daha fazla koyacak" diye konuştu.
Esad'ın nasıl gideceği konuşuluyor
Viyana'daki Suriye toplantılarından beklentileri sorulan Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Türkiye'de birileri neredeyse ellerine kına yakıyordu. 'Esad kalacak, AK Parti'nin, Erdoğan'ın, Davutoğlu'nun takip ettiği politika iflas ediyor' gibi. Halbuki şu anda Viyana'da konmuş olan yegane şey Esad'ın nasıl gideceği konusu. Bunda herkes, Esad'ın gitmesi gerektiği konusunda neredeyse mutabık kaldı. İran çekinceli olarak, Rusya'nın tutumları... Ama bu konuşuluyor şimdi. Türkiye'nin ilkeli tutumu ve özellikle mülteciler konusunda gösterdiği insanı tavır. Çok iddialı şekilde 21. yüzyılın en büyük ilk insanı krizinin en doğrudan çözüm bulan ve buna yaklaşan insanı tutumu sebebiyle Türkiye, uzun yılar boyunca hem Suriye halkı hem de bölge halkları hem de insanlık ve insanı konularda duyarlı uluslararası toplum tarafından takdirle anılacak. Öyle veya böyle biz, Suriye halkının başta olmak üzere tüm Ortadoğu halklarının kendi iradeleriyle şekillendirdikleri yönetimlerle en iyi şekilde ilişkiyi geliştirecek ve ülkemizin etrafındaki ateş çemberinin söndürülmesi, Türkiye'nin öncülüğünde ve içinde bulunduğu süreçlerle yeni bir refah ve barış istikrar havzası oluşturması için elimizden geleni yapacağız."
Vatandaşlara sandığa gidin çağrısı
"1 Kasım akşamından 2 Kasım sabahına uzanan gece Türkiye'yi ne bekliyor" sorusuna ise Davutoğlu, 1 Kasım'da tüm vatandaşları sandığa gitmeye davet etti.
Bir demokrasi şöleni içinde, demokratik bir ülkede yaşamanın insani onurunu en iyi şekilde ifade ettiği siyasi iradeyi gösterebilmenin huzuru, mutluluğu ve onuru içerisinde hep birlikte sandıklara gidilmesi gerektiğini söyleyen Davutoğlu, "Benim öncelikli beklentim talebim katılım oranının çok yüksek olması. Kime oy verirse versin tüm vatandaşlarımızın huzur içinde sandığa gitmesi. Bizim vazifemiz de seçim güvenliğini sağlamak, huzuru temin etmek. Doğu ve güneydoğudaki vatandaşlarımıza da hassaten ve özellikle sesleniyorum. Hiçbir şekilde tedirgin olmayın, biz terörle mücadeleyi sürdürürken seçim güvenliğini hiç ihmal etmedik, etmeyeceğiz. Demokratik kazanımlardan da bir adım geriye gitmeyeceğiz. Gidin oylarınızla Türkiye'nin barışı ve geleceği için yönlendirici iradenizi ortaya koyun" ifadesini kullandı.
Seçimde ilk defa oy kullanacak gençlere de seslenen Davutoğlu, "Bu hazzı yaşayın aman hatalı, ilk tecrübeyle geçersiz oy kullanmamaya özen gösterin. Her oyunuz geçerli olsun. Tüm oylar kıymetlidir. Bunlar olması halinde, 1 Kasım akşamı millet ne derse o olur. Milletin verdiği kararın da gereğini biz yaparız. Ama benim inancım o ki milletimiz demokratik istikrarın sürmesi ve Türkiye'nin kalkınması yönünde istikamet belirleyici bir irade kullanacak. 1 Kasım gecesi güzel bir gece olacak. Karanlıklara değil şafakla birlikte aydınlıklara açılan bir gece olacak. Allah hayır eylesin" değerlendirmesini yaptı.