‘Arap Baharı Sonrası İsrail Dış Politikası: Kavram, Bağlam, Pratik ve Kuram’ kitabının yazarı Ceyhun Çiçekçi, İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği son saldırıları analiz ediyor.
Bölgesel konjonktürün gün geçtikçe radikal dönüşümlere uğraması, özellikle de İsrail’in elini rahatlatan bir seyir sunuyor. Kuşkusuz ki konjonktürün günümüzdeki görünümü hasıl olmasaydı, bölgesel dengeler İsrail’i ve bu bağlam dolayısıyla kurabildiği de facto ittifak sistemini öne çıkarmayacaktı. Görece uzun bir tarihi akış neticesinde İsrail, artık cebinde sakladığı pek çok başlığı masaya koyabiliyor ve alenen tartışabiliyor. Daha da vahimi sonuç alabiliyor. Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak kabul edilmesi, Yahudi ulus-devlet yasası vb. girişimler, doğru bir zamanlamayla girişilebilecek işlerdi. İsrail de öyle yaptı. Buna mukabil, Geri Dönüş yürüyüşüyle tepkilerin kristalize olması ve gelişen sınır olayları, Gazzelilerin ne kadar yalnız ve korunmasız olduklarını da göstermiş oldu. Bugün artık İsrail’in bölgesel politikalarının belki de temel belirleyicisi olarak caydırıcılığın inşasını tartışmakta fayda var. Bu bağlamda Gazze, aslında İsrail’in yeteneklerini ve kararlılığını tüm dünyaya gösterdiği bir sahne olarak tanımlanabilir. Karşıdaki hedefin sivil ya da askeri bir nitelik taşıması mühim değildir. Asıl olan, caydırıcılığı inşa edebilmektir.
Caydırıcılığı kısaca açımlamak gerekirse, size yönelebilecek herhangi bir tehdidin motivasyonunu kırmak olarak tanımlayabiliriz. Bir başka ifadeyle, potansiyel bir rakip, sizin pazularınıza bakarak olası taleplerinden vazgeçer. Bu vazgeçme hali, aslında karşıdakinin caydırılmasıdır. Caydırıcılık, bu bağlamda sahibini dokunulmaz kılar. Kaldı ki dokunulabilir olduğu andan itibaren caydırıcı değildir. Caydırıcılık, eylemin kuvve halindeyken imha edilmesine denir. Kısacası İsrail, Gazze sahnesinde sergilediği yetenekleri ve acımasızlığıyla olası eylemlerin önünü alma derdinde. Bunu da caydırıcılık seviyesinin düştüğüne dair kanaat getirdiği dönemlerde yoğunlaştırıyor.
İsrail’in geçtiğimiz günlerde Gazze’ye yönelik düzenlediği saldırılar, uluslararası kamuoyunun çok da ilgisini çekmemiş olmakla birlikte, görece uzun bir geçmişe sahip. Neredeyse HAMAS’ın Gazze’deki de facto yönetiminin miladına dek uzatılabilecek bir çatışma geçmişi mevcut. 2006 yılında Filistin’de yapılan seçimlerin akabinde HAMAS ve Fetih hareketleri arasında vuku bulan çatışmalar neticesinde Gazze, HAMAS’ın fiili yönetimine girmiş ve bu tarihten sonra İsrail, Dökme Kurşun (2008-9), Savunma Sütunu (2012) ve Koruyucu Hat (2014) operasyonlarıyla Gazze’de hem ciddi insani kayıplara hem de yıkımlara sebep olmuştur. Günümüzde gelinen nokta, İsrail’in Gazze üzerindeki baskıcı tutumunu sürdürdüğünü ve özellikle de 2005 yılında fiilen çekildiği bu toprakları aslında teknik olarak hala işgal altında tuttuğunu bizlere gösteriyor. Deniz sahasını kontrol etmesine müsaade edilmeyen, giriş-çıkışları sistematik bir biçimde tahakküm altında tutulan ve mütemadiyen askeri operasyonlar düzenlenerek ‘terbiye edilen’ bir coğrafya, ancak işgal edilmiş bir toprak parçası olabilir. Günümüzde yaşanan her yeni gelişme de bizlere bu tanımın ispatını sunmaktadır.
İsrail, özellikle de Gazze’de pek de insani olmayan bir kavramsallaştırma olarak ‘çimleri biçme’ stratejisi uyguluyor. Bu strateji uyarınca, Gazze’de kontrolü bilfiil ele almak direkt bir sorumluluk doğuracağından, bölgede yerleşik bir gücün ulusal güvenlik prizmasından tahammül edilebilir bir seviyedeki varlığını önceliyor. Aksi bir halde, eylem kapasitesini tanıdığı ve sınırlayabildiği bir aktör olarak HAMAS’ın topyekün yok edilmesi, yerine daha radikal bir yapılanmanın ikame edilmesi ihtimalinden ötürü kabus senaryosu olarak görülüyor. Bu haliyle Gazze ve buradaki yönetimin fiili sahibi HAMAS, İsrail’in obsesif ulusal güvenlik kaygılarının depreştiği anlarda “stres topu” işlevi görüyor. Her ne zaman HAMAS’ın askeri kabiliyetlerinde kaydadeğer bir gelişme ortaya çıksa, İsrail’in bölgeye dönük askeri bir operasyona kalkıştığını görüyoruz. İşte “çimleri biçme” stratejisi de tam olarak bu durumu tarif etmek için formüle edilen bir kavramsallaştırma. HAMAS’ın İsrail için ciddi bir rakip olarak belirmesine zemin hazırlayabilecek “fazla” askeri yeteneklerini traşlayarak, hem Gazze’yi stabil kılıyor hem de yine HAMAS’ı diğer rakiplerine karşı kıyaslamalı olarak üstün bir seviyede konumlandırıyor. Nihayetinde İsrail, Gazze’de kontrolsüz bir statüko değişimini de engellemiş oluyor. Gazzeli gruplar arasında ‘dengenin dengeleyicisi’ bir güç olarak kendisini pozisyonlandırıyor.
Bugün artık İsrail’in Gazze’de düzenlediği operasyonlar kanıksandı. Her bir saldırının ortak noktalarını ve amaçlarını tespit etmek çözüm ihtimalleri sunacaktır.
Fakat konunun daha da enteresan boyutu, HAMAS’ın veya total olarak Gazzeli grupların oluşturduğu “tehdidin” son derece kurgusal bir nitelik sunması. Şöyle ki, 2006 yılında Güney Lübnan’da Hizbullah’a operasyon düzenleyen İsrail, özellikle kuzey kentlerinin füze yağmuruna tutulduğuna ibretle şahit olmuştu. Buna mukabil hızlı bir karar alma süreciyle Demir Kubbe (Iron Dome) adı verilen hava savunma sisteminin geliştirilmesine 2007 yılı itibariyle başlanmıştı. İsrail bu sistemi 2011 yılında aktif olarak kullanıma soktu. Yani girizgahtaki tarihsel akışa dönecek olursak, 2012’de Savunma Sütunu operasyonu öncesinde ve esnasında İsrail’in aktif bir hava savunma sistemi mevcuttu. Buna rağmen, söz konusu operasyon sürecinde Tel Aviv, Saddam’ın Scudlarından (1991) bu yana ilk defa hedef oldu. Lakin Demir Kubbe bataryalarının konuşlandırıldığı kalabalık kent merkezleri, söz konusu füze saldırılarından korunabildi. Yine de HAMAS’ın öncülüğündeki Gazzeli grupların çoğu maksimum 20 kilometre menzilli füzelerle düzenlediği ataklarla İsrail’in güney bölgeleri “rahatsız edildi”. Bu rahatsız edilme hali dahi, İsrail’in konuyu net bir biçimde güvenlikleştirmesine ve dolayısıyla arkasına aldığı hem ulusal hem de uluslararası kamuoyu desteğiyle misilleme operasyonlarına girişmesine zemin hazırladı. Lakin yukarıda da anıldığı üzere, İsrail’in düzenlediği operasyonlar Gazze’den gönderilen füzelerin yarattığı reel etki bir yana, potansiyel maksimum tahribatın bile çok ötesinde sonuçlar doğurmakta. İşte bu orantısız karşılık verme hali, İsrail’in hem Gazze üzerinden bölgesel caydırıcılığını kurmasına hem de güney bölgelerinin “sirensiz” bir hayat sürmesine yardımcı oluyor.
Sonuç olarak, bugün artık İsrail’in Gazze’de düzenlediği operasyonlar oldukça kanıksanmış bir halde. Her bir saldırının ayrı ayrı irdelenmesindense ortak noktalarını ve amaçlarını tespit etmek, bizlere kavramsal bir netlik ve çözüm ihtimalleri sunacaktır. Özellikle de bu sayfada çoğu defa dile getirdiğim üzere, bu mücadelenin İsrail lehine gelişim göstermesinin altında yatan başat sebep, bölgedeki güçler dengesinin İsrail’i öncelemesidir. Bu minvalde, küresel düzeyde Rusya-ABD yakınlaşması ve Rusya’nın bölgesel düzeyde İsrail’in çıkarlarını İran’ı kendisinden uzaklaştırma pahasına gözetmesi, genel hatlarıyla Filistin sorununda hakkaniyetli değil belki ama İsrail’in menfaatlerini koruyan bir “çözüme” götürebilir. Son birkaç yıl içerisindeki gelişmeler kuş bakışı değerlendirildiğinde, maalesef ki böylesi bir sonuca ulaşmak için herhangi bir engelle karşılaşmıyorsunuz. Bu gidişatın değiştirilebilmesi ise ancak ve ancak İsrail’in bir biçimde dengelenmesiyle mümkün. Optimum noktada oluşacak bir güçler dengesi, İsrail’in agresif imkanlarını ve niyetlerini de kısıtlayacaktır. Bunun için ise ilk olarak Akdeniz’de serpilen ilişkilerine odaklanmakta fayda var.