Okullar sömestr tatiline girdi ancak eğitimin sorunları tatil dinlemiyor. Özgür Eğitim Sen Genel Başkanı Abdülbaki Değer, eğitimde atılan plansız adımların yol açtığı sorunlara dikkat çekiyor.
ABDÜLKADİR DEĞER
İlkemizde eğitime ilişkin önemli gündem maddelerinden birisi kademeler arası geçiştir. Kademeler arası geçiş de önemini ve anlamını bilindiği üzere temel eğitim bittiğinde hangi liseye, lise bittiğinde de hangi üniversiteye yerleşileceğinden almaktadır. Bu iki yerleşmeyi gündem eden şey de geçişin mahiyetini belirleyen merkezi sınavdır. Türkiye’de kimse 7. sınıftan 8. sınıfa geçişe veya 10. sınıftan 11. sınıfa geçişe ilişkin bir tartışma yaşamaz. Çünkü kademeler içi sınıf geçişlerinde veya ilkokuldan ortaokula geçişte geçişe etki eden özel bir durum ve merkezi sınav gibi bir uygulama yok. Bu özel durum sadece ortaokulun sonunda liseye ve lise sonunda üniversiteye geçmek için yapılan merkezi sınav nedeniyle var. Bu anlatılanlardan hareketle ilkokuldan ortaokula geçişte sınav yok, dolayısıyla liseye ve üniversiteye geçişte de sınav olmayabilir şeklinde düşünülebilir. İlk bakışta makul görünmekle birlikte bu durumun son derece yanıltıcı olduğunu bilelim. Birincisi ilkokullar ve ortaokullar (imam-hatip ortaokulları hariç-ki onların da sadece birkaç fazla dersi var) tek tip okullar. Yani Türkiye’nin her yerinde aynı tür okullar oldukları için genelde (istisnaları var) eve yakınlık öncelikli ve belirleyici tercihtir. Zaten sistem de MERNİS kayıtları üzerinden öğrenci yerleştirmesini yapmaktadır. Lise ve üniversite kademeleri ise pek çok açıdan farklılaşmakta dolayısıyla öğrenci seçme ve yerleştirme düzeninizi belirli ‘ölçütler’ üzerinden gerçekleştirmenizi zorunlu kılmaktadır. Bu merkezi sınav olabilir veya birkaç ‘merkezi’ sınav olabilir, diploma notu olabilir vs. Ama mutlaka meşru, makul, güvenilirliği ve geçerliliği test edilmiş ve kamuoyunca da meşruiyeti sağlanmış bir ölçüt üzerinden yapmanız gerekiyor. Ülkemizde de şekli birkaç yılda bir değişiyor olmakla birlikte genelde merkezi sınavlar ölçüt alınmaktadır. Çünkü öncelikle liselerde lise türleri var. Yani Fen, Anadolu, İmam-Hatip ve pek çok Meslek Lisesi türü var. İkincisi bu liselerin nitelik farkları var. Üçüncüsü tür ve niteliğine bağlı olarak imkân farklılıkları var. Çevre, muhit farklılıkları var vs. Aynı şey üniversiteler için de geçerli. Birincisi hangi üniversiteye gideceksiniz? Hangi bölümünü tercih edeceksiniz? Büyükşehirdeki bir üniversite ile Anadolu’daki herhangi bir üniversite bir mi? O iki üniversitedeki aynı bölüm bir olabilir mi? Dolayısıyla pek çok parametre lise ve üniversiteye bir ölçüt üzerinden seçme ve yerleştirme yapmamızı icbar ediyor. Bunda bir yanlışlık aramak, bunun bizatihi böyle olması nedeniyle kötü olduğunu düşünmek anlamsızdır.
1- 60 AYLIK ÖĞRENCİ SİSTEMİN DENGESİNİ BOZDU
Bu uzun girişin ardından sözü Haziran ayında uygulanacak olan LGS sınavına getirmek istiyorum. Bu yıl uygulanacak sınavın geçen yıl uygulanan sınavdan bir farkı yok, evet. Ancak bu yıl uygulanan sınav daha önce yapılan sistemik değişikliklerin öngörülmeyen sonuçlarının etkisinde gerçekleşecek. 2012 yılında zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran ve kamuoyunda 4+4+4 sistemi olarak bilinen düzenleme ile 2017’de apansız şekilde kaldırılan TEOG sınavı yerine getirilen Mahalli Yerleştirme Sisteminden bahsediyorum.
Malum olduğu üzere 4+4+4 sistemini uygulamaya geçirdiğimizde temel eğitime başlama yaşını 72. aydan 66 aya düşürmüştük. Hatta düzenlemede okula başlama yaşı 60. aydı. Ancak kamuoyunda yaşanan tartışmaların neticesinde başlama yaşı 66. ay olarak değitirildi ancak velilerin yazılı başvuruları halinde 60. aya kadar olan öğrencilerin de kayıtlarının yapılmasına karar verildi. Düzenlemenin yapıldığı dönemde 4+4+4 sistemi ağırlıklı olarak başlama yaşı ile yeniden açılacak olan İmam-Hatip ortaokulları üzerinden tartışılmıştı. O yıl normal okula başlama dönemlerine göre yüzde 50 daha fazla kayıt olan öğrencilerin ilerde bir problem doğurup doğurmayacağına ilişkin ne MEB’in ne de kamuoyunun bir projeksiyonu olmadı. Nihayetinde o gün hesabı yapılmayan bu yüzde 50 fazla nüfus bugün kademeler arası geçişin birinci basamağında sınavı girmeyi bekliyor. Normalde temel eğitimde 1 milyonun biraz üzerinde seyreden sınıf bazındaki öğrenci durumu bu yıl 8. sınıf için 1 milyon sekiz yüz bin civarında. Yani yukarıda değindiğim gibi normal mezun ettiğimiz öğrenci sayısının % 50 fazlası.
2- KAPASİTELER BU SAYIYI KALDIRMIYOR
Bunun ne sakıncası var diyebilirsiniz. Diyemiyoruz, çünkü mevcut ortaöğretim kapasitemiz mezun edeceğimiz bu sayıya uygun bir yapılanma içinde değil. Çok büyük uğraşlarla çalışılmasına rağmen bazı yerlerde kapasite problemleri nedeniyle ikili eğitime devam ediliyor. Mevcut kapasiteye yaklaşık yüzde 50 oranında yük bindiğinde sorunlarımızın büyüyeceğini, bırakın eğitimin niteliğine olan etkisini eğitime erişim anlamında dahi problem teşkil edeceği görülüyor.
Mesele sadece artan öğrenci sayısını kaldırabilecek kapasite meselesi değil. Bir de Mahalli Yerleştirme Sistemine geçişle birlikte sınavla öğrenci alan ‘nitelikli okul’ sayısının ve kontenjanlarının sınırlandırılması var. Ayrıca bağlantılı olarak merkezi sınava bağlı olmayıp Mahalli Yerleştirme Sisteminde yer alan okulların türleri ile ilgili yaşadığımız problem var. Lise türü Anadolu Lisesi olan okullarda öğrenci yığılması yaşanırken İmam-Hatip ve Meslek Liselerinde ise ciddi oranda kontenjanlar açık kalmaktadır. Dolayısıyla öğrenci sayımız ciddi oranda artış gösterirken sınavla öğrenci alan okullarımızın sayısı ve kontenjanı şu an aynı duruyor. İkincisi Mahalli Yerleştirme kapsamında olan Anadolu liselerinde öğrenci yığılması yaşanırken İmam-Hatip ve Meslek liseleri anlamlı bir şekilde tercih edilmiyor. Bu açıdan LGS üzerinden sınavla ve Mahalli Yerleştirme üzerinden sınavsız olarak yerleştireceğimiz öğrencilerimizi ve ailelerini ciddi sıkıntılar bekliyor.
3- KAYIP KUŞAKLAR OLMAMASI İÇİN...
Plansız, öngörüsüz düzenlemelerin neden olduğu yeni ‘kayıp kuşaklar’ olmaması için MEB’in konuyu ciddi şekilde ele alması ve etkin bir kamu diplomasisi ile yürütmesi zarurettir. Bu nedenle;
1- Öncelikle ‘nitelikli okullar’ın sayısı ve kontenjanları arttırılmalıdır.
2- Mahalli Yerleştirme kapsamında olan Anadolu liselerinin kapasiteleri ve kontenjanları arttırılmalı, İmam-Hatip ve Meslek liselerinin durumları gerçekçi bir şekilde yeniden ele alınmalıdır.
3- LGS yerleştirme kriterleri ve nakil uygulaması yeniden ele alınmalıdır.
Bu acil tedbirleri alırken aynı zamanda Türkiye’nin eğitim probleminin anlık keşiflerle yapılan teknik-tali düzenlemeler ile çözülemeyeceğinin görmemiz gerekiyor. Yaptığımız düzenlemelerin, söylediğimiz gerekçelerin, özgüvenle sıraladığımız amaçların gerçekliğin sert ve zorlu koşullarına maruz kalmak gibi bir kaderi olduğunu unutmayalım. Anlamlı bir siyasetin, nitelikli ve işlevsel bir kamu politikasının bu sert ve zorlu koşulları dikkate alan gerçekçi çözümleri gerektirdiği açıktır. Bunu yapmak yerine keyfe keder çözümlere, neden sonuç ilişkilerinden bağımsız eşleştirmelere yol vermek bırakın sorun çözmeyi sorunları kronikleştirdiği gibi aynı zamanda bu yıl yaşadığımız gibi yeni sorunlarla bizi karşı karşıya getiriyor. Sekiz yıl önce pembe bir hikaye anlatılkırken hesap edilmeyen küçük bir ayrıntı bugün bumerang gibi bizi vuruyor. Ciddi olmak ve meseleleri ciddi ele almak en büyük problem başlığımız. Sıradışı ve anlık çözümler, sınırlı hesaplamalar yerine kamu politikasının/bürokratik işleyişin temel ilekelerinden olan rasyonelliği dört başı mamur işletmek, müzakereye, katılıma önem göstermek ve kamusal denetime imkan vermek. Bunları yapabilirsek hem belirsiz, riskli işlerden uzak kalacağız hem de fantastik maceralar yerine basit dokunuşların pek çok sorunumuzu çözebileceğini görebileceğiz.