Görüşler

Britanya adası için son çıkış

Britanya adası için son çıkış

Sadece İngiltere için değil AB siyasetinde de çıkmaza giren Brexit, küresel siyasetin bu denli kaotik ortamında kıtanın önünü görmesini de güçleştiriyor. Işın Eliçin, Hükümet ile Parlamento arasında yaşanan büyük kapışma ışığında ‘Büyük Britanya’nın en zor sınavını analiz ediyor.

IŞIN ELİÇİN

Haziran 2016’daki Brexit referandumundan bu yana İngiltere siyasetinde tanık olduğumuz sürekli kriz durumu, iktidardaki Muhafazakar Parti’nin başına Boris Johnson’ın gelmesiyle derinleşmiş görünüyor. Bu süreçte ana muhalefetteki İşçi Partisi’ne liderlik eden kişi, partisinin siyasi yelpazede tutturduğu çizginin epey solunda, eylemiyle de söylemiyle de “sistem-dışı” addedilen Jeremy Corbyn olageldi. Şimdi Boris Johnson da, Muhafazakar Parti’yi daha sağa çekerek kendi kendisinin bir fraksiyonuna dönüştürmekle eleştiriliyor. Johnson başbakanlık makamında ikinci ayını henüz doldurmadı bile; ama çoktan icraatıyla müesses nizamın köküne kibrit suyu ekmekle meşgul popülist liderler arasında sayılmaya başlandı. 

Johnson başbakanlık koltuğuna geçerken, ülkesinin Avrupa Birliği ile göbekbağını 31 Ekim’de kesmeyi amaçlayan gündemini hayata geçirmek için “ya Brexit ya ölüm” dedi ve İngiliz demokrasisinin yüzyılların birikimiyle oturmuş, adeta yazılı anayasa haline gelmiş teamüllerini tanımaya niyeti olmadığını gösterdi. İlk girişimi, Brexit’in geciktirilmesi girişimlerine engel olmak için parlamentoyu eşi görülmedik kadar uzun bir süre, tam 5 hafta, askıya aldırmak oldu. Ama Johnson’ın “halkın parlamentodaki temsilcilerinin sesini kısmak suretiyle yapmak istediği darbe”, kendi partisinden 21 milletvekilinin ihraç tehdidine rağmen muhalefetle birlikte hareket etmesi üzerine önlendi: Hükümeti Brexit tarihini ertelemeye mecbur bırakan yasa tasarısı parlamentodan geçti.

Parti ve lidere sadakat millî menfaatle çelişirse

Oylama sonrasında Johnson dediğini yaptı: Aralarında yedi eski Bakan ve ülkenin efsanevi lideri Winston Churchill’in torununun da bulunduğu isyankar 21 milletvekilini partisinin meclis grubundan attı; bu kişilerin gelecek seçimlerde milletvekili adayı olmalarını da yasakladı. İhraç edilen vekillerin parti yönetiminin aksi talimatına rağmen muhalefetle birlikte hareket etmelerinin gerekçesi, “ülke çıkarlarını, partinin ve kişisel çıkarlarının önünde tutmaları”ydı. Boris Johnson’ın  kabinesinde görev verdiği kardeşi Jo Johnson da, geçen hafta hem Bakanlıktan hem de Muhafazakar Parti vekilliğinden istifasını açıklarken “aile sadakati ile millî menfaat arasında” kaldığını, bu çelişkinin kendisini çok yıprattığını söyledi.

İhraçlar, Muhafazakar Parti içindeki çözülmeyi hızlandırmış görünüyor. Çalışma ve Emeklilik Bakanı Amber Rudd da Johnson’ın ihraç kararını “demokrasi ve siyasi ahlaka hakaret” olarak nitelendirerek, Bakanlık ve parti denetçiliği görevlerinden istifa etti. “Ilımlı muhafazakarlar ihraç edilirken durup bekleyemem” diyen Rudd, Johnson’ı da “siyasi vandallıkla” suçladı. Geçen hafta Muhafazakar Parti’den Liberal Demokrat Parti’ye geçerek, hükümetin parlamento çoğunluğunu kaybetmesine neden olan milletvekili Philip Lee de istifa mektubunda, Brexit sürecinin “popülizm ve milliyetçilik hastalığı”na kapıldığını, hükümetin siyasi ahlakı zedelediğini söylemişti.

Popülist liderin meşruiyet sorunu

Ama Boris Johnson’ın yürütmeyi denetleme görevine sadık kalan parlamento karşısında aldığı mağlubiyetleri, (liberal) demokrasiyle (otoriter) popülizm arasındaki mücadelede ilki lehine önemli etap aşılmış gibi saymak için henüz erken. Hedefe giden yolda demokratik teamülleri hiçe sayan Johnson, “kanunları çiğnemekten de korkmam” havasında. “Brexit için AB’den erteleme istemektense ölmeyi ölmeyi tercih edeceğini” söyleyerek, parlamentoda kabul edilen ilgili yasayı açıkça çiğnemekten bahsediyor.

İyi ama Johnson neye, kime güveniyor? Güvenemeyeceklerinden başlayalım. Johnson genel seçimle değil, Brüksel ile vardığı Brexit anlaşmasını parlamentodan üç kez geçiremeyen selefi Theresa May’in istifaya mecbur kalması üzerine, partisinin üyeleri tarafından 100 bin oyla seçildi. Otoritesine meşruiyet kazandıracak genel seçime de gidemiyor; zira hükümetinin parlamento çoğunluğu eriyip gitmiş durumda ve erken seçim yasası parlamentoda üçte iki çoğunluğun onayını şart koşuyor. Ana muhalefet lideri Corbyn ise 31 Ekim’de anlaşmasız Brexit olasılığını yüzde 100 bertaraf etmeden seçime girmeye yanaşmıyor. Johnson’ın, yine görülmemiş bir hamle ile kendi hükümeti aleyhine güvensizlik oyu vererek erken seçim yolunu açması bile mevcut parlamento aritmetiğiyle zor.

Erken seçim formatında ikinci Brexit referandumu

Johnson züccaciye dükkanında bir fil gibi siyaset yaparken, belirsizlikten bunalan halkın öfkesine, üç yıldır çözüm üretemeyen parlamento ve diğer siyaset kurumlarına yönelik güven erozyonuna ve aşağıda bahsedeceğim kamuoyu yoklamalarına güveniyor olsa gerek. Johnson hükümet edecek çoğunluğa sahip olmadığı için, Brexit’ten bağımsız olarak İngiltere için erken seçim artık kaçınılmaz. Eğer 31 Ekim’de Brexit gerçekleşmezse –koşullar olmayacağını gösteriyor- o zaman en geç Kasım’da yapılması muhtemel bu seçimler, ikinci bir Brexit referandumuna dönüşecek. Ve halk bu kez tercihini “anlaşmasız Brexit” ile AB’de kalmaktan arasında yapacak. Zira Johnson yukarda bahsettiğimiz ihraçlarla, AB’de kalmaktan ya da anlaşmalı Brexit’ten yana olanlara Muhafazakar Parti’de yer olmayacağını gösterdi. Johnson böylece Mayıs ayındaki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağcı Brexit Partisi’ne kaçan muhafazakar oyları da geri kazanmayı hesaplıyor olmalı. Kimi yorumculara göre Johnson, sözkonusu parti ile açık ya da kapalı seçim ittifakına bile girebilir.

Boris Johnson’ın seçim kampanyası formatındaki “yeni sürüm referandum” için basit bir argümanı var: Halkın çoğunluğu (%52), referandumda AB’den çıkmak istediğini bildirdi. Avrupa ise İngiltere’yi AB’den gerçekten koparacak bir formüle yanaşmıyor; ancak bu amaçla önerdikleri ve değiştirmeye yanaşmadıkları anlaşma İngiltere parlamentosunda üç kez reddedildi. Bu durumda anlaşmasız ayrılık, tek gerçekçi Brexit seçeneği.

Kamuoyu yoklamalarına gelince… AB’de kalmaktan yana olanların oranı (%49) Brexitçilerden (%45) fazla olsa da, fark sadece dört puan. Bir genel seçim yapılacağına göre, partilerin oy oranlarını da bakmak gerek: Johnson’ın liderliği öncesinde Muhafazakar Parti ile İşçi Partisi’nin oy oranları yüzde 26’lar civarında başabaş görünüyordu. Johnson’la birlikte Brexit Partisi’ne kaçan oylar geri dönmüş olmalı ki, geçen hafta yapılan bir araştırmaya göre Muhafazakar Parti, İşçi Partisi’nin 10 puan önünde: %34 / %24. Brexit Partisi’nin oy oranı ise %13’lerde seyrediyor. Bu durumda anlaşmasız Brexitçiler bloğu %47’yi garantilemiş görünüyor. AB’de kalma yanlısı Liberal Demokratların %18, Yeşillerin %5 oy oranı var. İşçi Partisi’ni de bu bloka eklersek ortaya çıkan %47, ülkede ilk Brexit referandumuyla açığa çıkan kutuplaşmanın aynen devam ettiğini gösteriyor.

İngiltere’deki dar bölge ve çoğunluk esasına dayalı sistem nedeniyle partilerin ulusal çaptaki oy oranıyla, parlamentodaki sandalye dağılımı arasında doğrusal oran bulunmadığını not etmek gerek. Dolayısıyla bu tür yoklama sonuçlarına bakarak, Boris Johnson’ın parlamentoda sağlam bir çoğunluk elde edip edemeyeceğini öngörmek imkansız. Ama Johnson’ın “millî irade”yi egemen kılmak üzere “ölümü” göze almış; kuvvetler ayrılığı, denge ve denetleme gibi hiçbir sınırlamayı kabul etmeyeceğini göstere göstere seçime giren; AB gibi “yabancı bir varlığın” egemenliğini savunan elitist siyasetçilere kafa tutan; gözü kara, yumruğu sert bir lider imajına oynadığı aşikar.

Boris Johnson’ın en büyük silahı ise, kendisi gibi popülist olmakla eleştirilen rakibi Jeremy Corbyn’in seçmen nezdinde popüler olmayı başaramayışı. Yine geçen hafta yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre Corbyn’in daha iyi bir başbakan olacağını düşünenlerin oranı, Johnson için %40 diyenler karşısında %18’di. Bir başka araştırmaya göreyse, genel seçimler sonucunda Corbyn’in başbakan olması ihtimaline “en kötü senaryo” diyenlerin oranı %43 iken, “en kötü senaryo anlaşmasız Brexit olur” seçeneğindeki oran %35’te kaldı.

Son tahlilde “aşırı sağcı ve popülist” Johnson, Brexit’i tamamına erdirmek dışında ülke içindeki sorunlara dair doğru dürüst bir siyasi program önermemiş olmasına rağmen kazanacak; “aşırı solcu ve radikal” Corbyn ise AB’yle uğraşmak yerine ülkede giderek derinleşen eşitsizliklerin giderilmesini önceleyen programı yüzünden kaybedecek gibi görünüyor. Yani Brexit muhtemelen erteleneceği için Johnson ilk muharebede kaybetmiş gibi görünecek olsa da, erken genel seçimlerden zaferle çıkıp İngiltere’yi Avrupa Birliği’nden anlaşmasız bir şekilde çıkarmayı başararak savaşı kazanabilir.

19-09/23/2309krt11a_tum.jpg

 

İlgili Haberler
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir