Ba’de harabu’l İstanbul
Soma’da 301 işçinin hayatını kaybettiği maden faciasından bir gün önce işçilerin durumu nasıldı acaba?
Gece nasıl uyudular? Sabah nasıl işe gittiler?
Ya patronlarının durumu?
Neredeydiler?
Düşünüyorlar mıydı işlettikleri madenin patlayabileceğini, yanabileceğini?
Devletin vaziyeti nasıldı?
Herhangi bir madende bir patlama olmaması için üzerine düşen bir vazife olup olmadığının farkında mıydı devlet?
Hendek’teki havai fişek fabrikası patlamadan önce fabrikadaki ortam nasıldı acaba?
Bu fabrikanın mevcut olduğunu, orada çalışan işçiler, o fabrikadan para kazanan patronlar ve onların yakın çevreleri dışında bilen var mıydı?
Peki fabrikanın patronları evine ekmek götürmek için fabrikalarında çalışan, sırtlarından para kazandıkları işçilerin güvenliğini sağladıklarından emin miydiler?
Devlet yetkilileri, orada kimse ölmeden önce bir güvenlik denetlemesi yapıp tespit ettikleri eksikleri tamamlatmak için fabrikanın sahibine bir yaptırım uygulamışlar mıydı hiç?
Fabrika yandıktan, işçiler öldükten sonra “şöyle yapmak lazımdı, böyle yapmak lazımdı” demek kolay.
Patlamadan önce, bir devlet yetkilisi, bir devlet görevlisi, dedi mi bir şey?
Soma faciasından sonra, hiçbir sorumlunun, hiçbir patronun başı belaya girmedi.
Devlet düzenimiz, meseleleri, sorumluların başını ağrıtmadan çözmeye müsait demek ki.
İşini gören görüyor.
Adamını bulan. Veya parası olan.
Havai fişek fabrikası yandıktan sonra da muhtemelen öyle bir şey olacak.
Sonra bir gün başka bir yer yanacak, başka bir gün de başka bir yer.
Oysa İstanbul depremi konusunda durum, Soma faciasındaki ya da havai fişek fabrikasının yanmasındaki gibi değil.
Jeologlar uyarıyor.
Yakın zamanda İstanbul’da 7,5 büyüklüğünde bir deprem olacak.
Kaçta kaç ihtimal?
Yüzde yüz.
Efendim 7,5 değil, 7,6. Hayır, 7,2.
Biliyorum, çok şey fark eder ama... en iyimser büyüklük bile İstanbul’daki 1,5 milyon binanın önemli bir kısmını hak ile yeksan eder.
Bu 1,5 milyon binanın bir kısmı eğer dokunmazsan, eğer içinde tepinmezsen ancak ayakta durabiliyor.
Kartal’da Yeşilyurt Apartmanı durup dururken yıkıldı, 21 kişi vefat etti.
Demek durup dururken yıkılacak binalarımız bile var.
Peki ne zaman olacak deprem?
Bugün olabilir. Yarın olabilir. Üç gün sonra olabilir. Üç yıl, beş yıl sonra olabilir...
O gün gelecek ve İstanbul’un evleri başımıza yıkılacak.
Yani biz, başımıza gelecek olanı adımız gibi biliyoruz.
Yani devlet, başımıza gelecek olanı adı gibi biliyor.
Ne yapmasını beklersiniz başımıza gelecek olanı adı gibi bilen bir devletin?
Çok açık. İstanbul’daki binaların bir an önce depreme dayanıklı hale getirilmesi için gereken tedbirleri almasını beklersiniz.
Kaç yılda?
Eğer devlet yetkilileri yeterince samimi olsaydı vatandaşlarını koruma konusunda 17 Ağustos 1999’dan bugüne kadar 21 yılda bitebilirdi bu büyük iş.
Yapmadılar.
Şu anda da, devlet yetkililerinde bir endişe, bir telaş yok.
Peki, Allah korusun, o afet günü geldiğinde, on binlerce insan betonların altında can verdiğinde, bir sorumlusu olacak mı kayıpların?
Belli ki olmayacak.
Çünkü depremi Allah yaptı.
Binalar da evvelden yapılmıştı.
Binalar yıkıldıktan sonra ne olacak? Yani ba’de harabu’l İstanbul?
Devlet yetkilileri yaraları sarmak maksadıyla ziyaretler yapacaklar. Yaralılarla poz verecekler.
Ağlayan bir kadını teskin etmeye çalışacaklar. Çocuklarını kaybetmiş bir dedenin elini öpecekler.
Peki ölülerin yarasını nasıl saracaksınız?
Anasız babasız kalan çocukların, çocuğunu kaybeden ana babaların yarasını nasıl saracaksınız?
Tanık olduğumuz, yakın zamanların en büyük ve en aşikar sorumsuzluğudur.