Son iki yılda uyarılara rağmen ısrarla uygulanmaya devam edilen yanlış kur politikasının 83 milyona faturası 130 milyar doları buldu. Dövizi dizginlemek adına yapılan ama hiçbir fayda getirmeyen hamleler Merkez Bankası’nın rezervlerini tüketti.
Türkiye ekonomisinin ısınmasıyla birlikte harekete geçen kur, 2020’de rekor üstüne rekor kırdı. Her defasında kuru baskılamak için satılan rezervlerin ise 130 milyar dolara yaklaştığı söyleniyor. Harcanan rezervlere rağmen kurun ateşi bir türlü sönmedi fakat, ekonomi yönetimindeki değişikliklerle birlikte TL nefes aldı. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Merkez Bankası’nın yaklaşık 128 milyar dolarlık rezervinin neden satıldığı, kimlerin bundan kazanç sağladığı ve oluşan kamu zararının boyutunun ortaya çıkarılması için TBMM’de araştırma komisyonu kurulmasını istedi.
TBMM’ye sunulan CHP önergesinde “Türkiye; yüksek enflasyon, yüksek faiz, 10 milyondan fazla işsiz, değeri yerlerde sürünen TL, çöp seviyesinde kredi notu, 1.9 trilyon liralık kamu borcu, 420 milyar dolarlık dış borç, 245 milyar liralık bütçe açığı ile baş başa kalmıştır” denildi. CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, Özgür Özel ve Engin Özkoç, Merkez Bankası’nın yaklaşık 128 milyar dolarlık rezervinin neden satıldığı, kimlerin bundan kazanç sağladığı ve oluşan kamu zararının boyutunun araştırılması için TBMM’de araştırma komisyonu kurulmasını istedi.
TBMM Başkanlığı’na sunulan önergenin gerekçesinde; Türkiye ekonomisinin, yıllardır karşı karşıya kaldığı yanlış yönetim yüzünden zor bir dönemden geçtiği, iktidarın akla ve bilime aykırı politikaları ekonomiye yıllardır patinaj yaptırdığına dikkat çekildi. Önergede, “Ülke çetin bir finansal istikrarsızlık ve dış dengesizliklerin körüklediği riskler yüzünden yeni bir ekonomik krize doğru sürüklenmektedir. Gelişmeler sadece ekonomimizi değil, AB ve ABD’nin yaptırım tehdidi altında bulunduğumuz bir dönemde ulusal çıkarlarımızı ve güvenliğimizi de tehdit eder bir noktaya doğru ilerlemektedir” denildi.
“Bu noktaya nasıl gelindi” diye sorulurken “Merkez Bankası’na “Fiyat istikrarını sağlayarak paramızın değeri korunabilsin diye tanınan Merkez Bankası bağımsızlığını yok ederek işe başlayan tek adam rejimi, “sözümüzü dinlemiyor” diyerek Merkez Bankası Başkanı’nı görevden almıştır. Yeni Merkez Bankası yönetimi hızlı bir şekilde faiz düşürmüş, BDDK bankaları kredi vermeye zorlamak için aktif rasyosu icat etmiş, iktidar krediye dayalı zorunlu karşılık uygulamasını devreye sokmuş, böylece kredilerle büyük bir parasal genişleme yaratılmıştır. Yaratılan bu para enflasyon kadar bile kazandırmayan Türk lirası yerine döviz ve altına yönelmiştir” ifadelerine yer verildi.
REZERV GİTTİ DÖVİZ DURMADI
Merkez Bankası net rezervlerinin satılması, Türkiye’nin hem ekonomik hem de politik olarak karşısındaki riskleri artırdığı vurgulanan önerge şöyle: “Türkiye’nin bu noktaya, Cumhurbaşkanı ve dönemin Hazine ve Maliye Bakanının, Merkez Bankası’nı örtülü bir şekilde kamu bankaları aracılığıyla arka kapıdan döviz satmaya zorlaması yüzünden geldiği bilinmektedir. Bu yolla satılan rezervin 128-130 milyar dolar civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu satışın büyük bölümünün döviz kurunun nispeten düşük tutulduğu bu yılın ilk yarısında yapıldığı bilinmektedir. Buna rağmen ne döviz kuru ne de faiz oranı düşük tutulabilmiştir. Türkiye; yüksek enflasyon, yüksek faiz, 10 milyondan fazla işsiz, değeri yerlerde sürünen TL, çöp seviyesinde kredi notu, yedek akçesi harcanmış, rezervi eksi 55,5 milyar dolara düşmüş Merkez Bankası, yüzde 58’i döviz cinsinden 1,9 trilyon liralık kamu borcu, vergi gelirlerinin yüzde 20’sini yutan faiz yükü, 420 milyar dolarlık dış borç, 245 milyar liralık bütçe açığı ile baş başa kalmıştır.”
‘KATAR’A NEYİ NE KADARA SATTIK?’
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Cumhurbaşkanlığı bütçesi görüşmelerinde iktidar ile Katar arasında yapılan anlaşmalar damgasını vurdu. CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’a çağrıda bulunarak anlaşmaların şeffaf bir şekilde, 83 milyon Türkiye vatandaşıyla paylaşılmasını ve Katar ile yapılan anlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclis’ine getirilmesini istedi. Çakırözer, “Antalya Limanı Katar’a satılıyor, kaç yıllığına, kaç paraya satılıyor bilmiyoruz. Aynı şekilde Varlık Fonu’ndaki birikimlerin nasıl satıldığı, karşılığında ne alındığı bilinmiyor. Anlaşmaları bir an önce Meclis’in önüne getirin” dedi. Katar ile şu ana kadar 10 anlaşma yapıldığını söyleyen Çakırözer “Tank Palet Fabrikası, Kanal İstanbul güzergahındaki arsalardan sonra Borsa İstanbul’un yüzde 10’u da Katar’a satıldı. Antalya Limanı’nın işletmesi satılıyor. Kaç yıllığına, kaç paraya, ihaleye çıkıldı mı, çıkılmadı mı, neden, neye göre verildi bunlar bilinmiyor. Varlık Fonu’ndaki o birikim ne sizin ne Cumhurbaşkanının kendi şahsi birikimi değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin birikimi. Nasıl bir anlaşma yaptık, ne kazandık, kaça sattık, karşılığında ne aldık? İktidar birçok ticari anlaşma yapabilir ancak bunu şeffaf bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti’nin 83 milyon vatandaşıyla paylaşması gerekir. Bunların mutlak surette anlatılması ve Meclis’e getirilmesi lazım” diye konuştu.
‘HUKUK OLMADAN FİNANS MERKEZİ OLAMAYIZ’
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Oktay’ın sunumunda İstanbul’un uluslararası finans merkezi olmamasına yönelik açıklamalarına da tepki gösteren Çakırözer, Türkiye’de hukuk güvencesi olmadan yatırımlara rağet olmayacağını belirtti., Çakırözer, şu değerlendirmelerde bulundu: “Şöyle bir algı var: Güzel binalar yapıldığında üzerine de ‘finans merkezi’ yazarsak orası bir finans merkezi olacak sanılıyor. Ama öyle olmuyor! Tersine İstanbul dünyanın finansal merkezi olma kapasitesi bakımından her yıl geriliyor. Küresel Finans Merkezleri Endeksi’nin sıralamasında 64’üncü sıradayız. Nedeni belli: Türkiye’de güvenilir ve açık bir hukuk sistemi olmaması. Siyasi baskıyla karar veren mahkemelerin olması. Hukuk güvencesi olmayınca kim parasını emanet edecek bu merkeze, kim yatırım getirecek? Aynı şekilde herkese uygulanabilir bir vergi düzeni gerekli; buna da sahip değiliz. İş insanları neden ağızlarını açıp açıkça konuşmaya korkuyorlar? Çünkü özellikle AKP döneminde vergi düzeni siyasi iktidarın keyfî şekilde salladığı bir sopa işlevi görüyor. Finans merkezi olmak için İş yapma kolaylığına, yolsuzluk algısına, ülkenin risk primine bakılıyor. Hepsinde dipteyiz. Bunlar olmayınca yatırımlara rağbet edilmiyor. Rağbet edilmeyince de bir kent, finans merkezi olamıyor. Olsa olsa yüksek faiz getiren fonların borç verip para kazanmaya geldiği yer oluyor. Yani çözüm milyarlarca liraya yüksek inşaat dikmekte değil, çözüm yapısal reformlarda.”